Suçlu belli oldu: PR ve Reklam ajansları
01 Aralık 2021 - Marketing Türkiye
Küresel ısınma ve iklim değişikliğini dillerinden düşürmeyip hiçbir aksiyon almayanları hayli rahatsız edecek bir kampanya, iletişim dünyasında geniş yer bulmakta. Küresel ısınmayı tetikleyen CO2 emisyonunun sınırlandırılabilmesi için fosil yakıt kullanımını engellemek amacıyla iki kuruluş iş birliği yapmışlar:
Fossil Free Media (https://fossilfree.media) ile stratejistlerin, yaratıcı çalışmalar yapanların ve sektör liderlerinin bir araya gelerek kurdukları aktivist grup Clean Creatives (https://cleancreatives.org)... Her ikisi de kâr amacı gütmüyorlar… Herhâlde bağışlarla ayakta duruyorlar…
Kampanya çerçevesinde katılımcılardan bir ‘taahhütname’ istemişler. Hem PR ve reklam ajanslarından hem de iletişim hizmeti alan şirketlerden. Ajanslar, fosil yakıt üreten, satan ya da bunlarla herhangi bir ilişkisi bulunan şirketlere hizmet vermeyeceklerini taahhüt edeceklermiş; şirketler ise fosil yakıtçılarla herhangi bir şekilde hizmet veren PR ajansları ile çalışmayacaklarını…
Son faaliyetleri ise grup üyesi 100’den fazla tasarımcı, uzman, avukat vb. aydın, dünyanın en büyük PR ajanslarından Edelman’a "İklim değişikliğini reddeden ve dünyanın en kötü ‘kirleticilerinin’ gündemini destekleyen kuruluşlarla" çalışmayı derhal bırakması için açık mektup göndermek olmuş.
Mektupta şöyle deniliyor: “Edelman dünyanın en büyük PR firmasıdır. Genellikle bizim gibi insanları müşterileri adına sürdürülebilirlik kampanyalarına katılmaya davet ederler. Değerlerimizle uyumlu markalarla çalışalar da Shell ile birlikte dünyanın en büyük kamu petrol şirketi olan ExxonMobil gibi şirketlerle ve iklim değişikliğini reddeden ve dünyanın en kötü kirleticilerinin gündemini destekleyen kuruluşlarla da yoğun şekilde çalışıyorlar.”
Kilit mesajları da şu: “Fosil yakıt şirketleri için reklam ve halkla ilişkilere son vermek, iklim adaletine doğru çok önemli bir adımdır.”
Edelman’dan buna yanıt gecikmemiş. Ajans, iklim değişikliğinin "Bugünün en önemli küresel sorunlarından biri" olduğunu doğrulamış ve çözüm olarak kurumlar ve sektörler arasında iş birliği çağrısında bulunmuş. Bir Edelman sözcüsü yaptığı açıklamada; ajansın, çeşitli sektörlerdeki müşterilerine "Kendi sürdürülebilirlik taahhütlerini ilerletmelerine" yardımcı olmaya odaklandığını söylemiş.
Bu meslek etiği meselesi PR sektörünün her zaman ayağına dolanmış, zaman zaman çalışanları için bir vicdan meselesi hâline gelmiştir…
“Ben sigaracılara hizmet vermem” deyip, CO2 emisyonu konusunda büyük sorumluluk taşıyan hava yolu şirketlerine gönül rahatlığıyla hizmet veren ne çok köklü PR ya da reklam ajansları tanırız… Ya da nükleer enerji santraline hizmet vermeyi kahramanca reddedeceğini açıklayıp, kanserojen madde içerdiği kanıtlanmış ve obeziteye neden olduğu bilinen pek çok gazlı içeceğe aslanlar gibi hizmet verenlere… Fosil yakıt kullanan ya da fosil yakıtla üretilmiş elektrik tüketen bilumum müşteriyi de reddetmek gerekiyor herhâlde… Otomotiv sektöründen müşterileri olanlar yandı mesela… Veyahut kaynağını ormanlardan alan herhangi bir kâğıt firmasıyla çalışanlar…
Yani bu konu hayli karışık… Çok iyi düşünülüp tartışılmalı… Kim neye hizmet ediyor iyice bakılmalı ve tabii ki küresel ısınma ve iklim değişikliğine neden olan unsurlar ve ülkeler sorumluluğa çağrılmalı…
Yukarıda sözü edilen kuruluşlar bana Türkiye’de altın çıkarılmasını çeşitli ‘insanî’(!) bahaneler uydurarak engellemeye çalışan ve bu uğurda yerli ‘profesyonel’ aktivistleri tahrik ve tertip etmekle suçlanan Alman Vakıflarını çağrıştırmadı desem yalan olur (Bkz. “Alman Vakıfları Bergama Dosyası”, Necip Hablemitoğlu, Pozitif Yayıncılık, 2016). Almanya’da faaliyette bulunan ve Türkiye’ye ihraç ettikleri tonlarca altın üzerinden milyarlarca euro kazanan firmaların bu vakıfları destekledikleri de işin farklı bir boyutu olarak ortaya konuyor…
Dedik ya… Kim neyi neden destekliyor ile kim neye niçin karşı çıkıyor soruları bazen karmaşık resimler ortaya koyabiliyor…
Facebook geçmişe sünger çekebilecek mi?
İnsanın kendini koyun yerine konduğunu hissetmesi için teknolojik gelişmeleri takip etmeye çalışması yeterli… Tam bir şeye alışıyor, onu anlıyorsunuz, bir bakmışsınız o anladığınızı sandığınız kavram ve uygulama çoktan demode olmuş, sizi bir yenisi ile yönetip yönlendiriyorlar…
Sosyal medya devi Facebook’un CEO’su Mark Zuckerberg, bünyesinde birçok sosyal medya uygulamalarını barındıran Facebook Inc. çatı kuruluşunun isminde değişikliğe gidilerek, markanın adının “Meta” olarak değiştirileceğini duyurmuştu. Zuckerberg açıklamasında, isim değişikliğinin sanal paylaşım alanı olarak adlandırılan ‘metaverse’ inşa etme isteklerini yansıttığını kaydetti.
Facebook’un son yıllarda şirket hakkında ortaya atılan iddialar yüzünden başı epey bir dertteydi. Kullanıcı bilgilerinin kötüye kullanılması, gençler üzerinde oluşturduğu olumsuz etki, ABD seçimlerine, Brexit’e ve daha pek çok seçime müdahale etmesi gibi birçok suçlama ile karşı karşıya kaldı. Hatta Mark Zuckerberg, şirketin veri sızıntısı skandalıyla ilgili ABD Temsilciler Meclisi’nde verdiği ifadede özür dileyerek, kendi bilgilerinin de çalındığını söylemişti.
Markacılar, Zuckerberg’in bu değişikliğe gidişindeki temel nedenin; yukarıda bahsettiğimiz türden krizlerin yol açtığı hasarlar olduğunu düşünüyorlar. Gelelim yeni kavrama. Tanımını şöyle yapıyorlarmış:
“Metaverse, tüm sanal dünyaların, artırılmış gerçeklik ve internetin toplamı da dâhil olmak üzere, neredeyse geliştirilmiş fiziksel gerçeklik ve fiziksel olarak kalıcı sanal alanın yakınsamasıyla oluşturulan kolektif bir sanal paylaşım alanıdır. ‘Metaverse’ kelimesi, ‘meta’ (ötesinde anlam) ve ‘evren’ önekinin bir portmantosudur; terim tipik olarak algılanan bir sanal evrene bağlı kalıcı, paylaşılan, 3D sanal alanlardan oluşan, gelecekteki internet yinelemesi kavramını tanımlamak için kullanılır.”
Anladınız mı? Hayır mı? Oturun! Sıfır!.. Böyle hissediyor insan kendisini…
İletişim ve Marka Yönetiminin neresine bakarsanız bakın şu ilkelerle karşılaşırsınız: Bir markanın (hem de bu şıkta olduğu gibi muazzam başarılı bir markanın) adıyla, amblemiyle, rengiyle, oynanmaz. Çok haklı bir nedenle oynayacaksanız da (örneğin, bir miktar itibar kaybetmesi değil, piyasa değerinin dramatik şekilde düşmesi gibi) kırk kere düşünüp, kılı kırk kere yarmanız öğütlenir…
Zuckerberg’in bu kararı eğer karşılık bulur ve başarılı olursa, yani Facebook’un pabucunu dama atar ve Meta, hedef kitlesinde büyük kabul görürse, marka yöneticilerinin, tüm bildiklerini hemen unutup yeni kuramlara yönelmeleri ya da kuralsız bir dünyanın kapılarını aralamaları, marka meselesine İngilizce deyişiyle “Management by Chaos” (Kaosa dayalı yönetim) ilkesi temelinde yaklaşmaları gerekecek…
Bu arada, Güney Kore’nin başkenti Seul, geleceğin sosyal medyası olarak nitelendirilen ‘Metaverse’ dünyasına adım atacağını açıklayan ilk şehir olmuş... Belediye hizmetleri için kullanılacağı açıklanan platformun 2022 yılının sonu itibarıyla faaliyete geçeceği belirtilmiş.
Hadi bakalım…
L’Oreal’in de bir ‘varoluş nedeni’ var
Bence çok önemli ve ilginç bir bilgi notu göndermiş arkadaşımız… Belli ki sadece bana değil… Pek çok basın mensubuna… Hitaptaki soğukluğu, liderlik iddiasındaki kerameti kendinden menkul konumlamayı ve de gereğinden fazla uzunluğunu (kimsenin bu kadar uzun şeyler okuyacak vakti yok) bir kenara koyacak olursak, PR ajansı Essance İstanbul’dan Dilek Duran imzalı basın bülteni hayli dikkatimi çekti…
Web sitelerini inceledim. Belli ki 15 yıllık gayet iyi bir halkla ilişkiler ajansı var ortada; iyi müşterilere, iyi hizmetler sunuyorlar. Bir müşterileri de L’Oreal Grup…
Bültenin giriş cümlesi yakalayıverdi beni: “L’Oréal Grup, global ölçekteki ilk kurumsal iletişim kampanyasını başlatıyor. Grup, ‘Var Oluş Amacımız’ kampanyasıyla ‘Dünyayı Harekete Geçiren Güzelliği Yaratmak’ vizyonunu tüm dünyayla paylaşıyor.”
Sonrasında ayrıntı verilmiş:”L’Oréal Grup’un dünya çapında başlattığı yeni var oluş amacı kampanyası; şirketin çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık, kadınların güçlendirilmesi, Tekno-Güzellik, yeşil bilimler, geri dönüşüm ve ambalajlama, iklim değişikliği, biyo-çeşitlilik, sürdürülebilirlik ve hayvan testlerine karşı bir dünya, gibi alanlarda uzun yıllardır yürüttüğü çalışmaların altını güçlü bir şekilde doldurarak, tek bir mesaj altında topluyor: Dünyayı Harekete Geçiren Güzelliği Yaratmak!”
110 yılı aşkın süredir toplumsal fayda adına faaliyetlerde bulunan L’Oréal Grup, “Var Oluş Amacı” kampanyasında hedefleri kadar köklü geçmişinden de yararlanıyormuş. Grup’un karar ve eylemlerine yönelik bir rehber niteliği taşıyan “Var Oluş Amacı” şeffaf, kapsayıcı, cömert, sorumlu, hem insanlara hem de dünyaya katkı sunan güzellik yaklaşımını ortaya koyuyormuş...
İşte yıllardır üzerinde çalıştığımız ve patenti Bersay İletişim Danışmanlığı’na ait ‘5+1’ adlı iletişim uygulama modelinin içindeki ‘1’de ifadesini bulan ‘Varoluş Nedeni’nin (Reason of Existence - Raison D’être) uluslararası bir kuruluş tarafından kurumsal iletişiminin ana eksenine yerleştirildiğini görmek çok heyecan vericiydi…
Varoluş Nedeni (ya da amacı) tüm iş süreçlerine damgasını vurması gereken bir kurumsal ideolojidir aslında. Anlaşılması çok kolaydır… “Coca-Cola niçin var ya da ne satar?” diye sorduğunuzda, insanların aklına ‘mutluluk’ kavramının gelmesidir. Ya da “Eczacıbaşı” dendiğinde, ‘Kültür, sanat, spor, bilişim’ kavramlarının gelmesi… Tabii bu ideolojinin ‘içeride’ de çalışması gerekir.
L’oreal bu doğrultuda bazı kararlar almış.
• 2025’e kadar dünyadaki tüm L’Oréal Grup tesisleri, %100 yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğinin geliştirilmesi ile karbon nötr olacakmış.
• 2030’a kadar L’Oréal Grup’un ürün ambalajlarında kullandığı plastiklerin %100’ü geri dönüştürülmüş veya biyolojik kaynaklı olacakmış.
• 2030’a kadar L’Oréal Grup, tüm sera gazı emisyonlarını 2016’ya oranla nihai ürün bazında %50 azaltacakmış.
Bu kararların yanı sıra firma pek çok sosyal sorumluluk alanına yatırımlarını sürdürmekte kararlı olduğunu açıklamış…
Özellikle iletişim profesyonellerinin L’Oreal’in resmî sitesinden gelişmelere arada sırada bakmalarında ‘Varoluş Amacı’na yönelik çalışmaları izlemelerinde yarar olabilir…
Fossil Free Media (https://fossilfree.media) ile stratejistlerin, yaratıcı çalışmalar yapanların ve sektör liderlerinin bir araya gelerek kurdukları aktivist grup Clean Creatives (https://cleancreatives.org)... Her ikisi de kâr amacı gütmüyorlar… Herhâlde bağışlarla ayakta duruyorlar…
Kampanya çerçevesinde katılımcılardan bir ‘taahhütname’ istemişler. Hem PR ve reklam ajanslarından hem de iletişim hizmeti alan şirketlerden. Ajanslar, fosil yakıt üreten, satan ya da bunlarla herhangi bir ilişkisi bulunan şirketlere hizmet vermeyeceklerini taahhüt edeceklermiş; şirketler ise fosil yakıtçılarla herhangi bir şekilde hizmet veren PR ajansları ile çalışmayacaklarını…
Son faaliyetleri ise grup üyesi 100’den fazla tasarımcı, uzman, avukat vb. aydın, dünyanın en büyük PR ajanslarından Edelman’a "İklim değişikliğini reddeden ve dünyanın en kötü ‘kirleticilerinin’ gündemini destekleyen kuruluşlarla" çalışmayı derhal bırakması için açık mektup göndermek olmuş.
Mektupta şöyle deniliyor: “Edelman dünyanın en büyük PR firmasıdır. Genellikle bizim gibi insanları müşterileri adına sürdürülebilirlik kampanyalarına katılmaya davet ederler. Değerlerimizle uyumlu markalarla çalışalar da Shell ile birlikte dünyanın en büyük kamu petrol şirketi olan ExxonMobil gibi şirketlerle ve iklim değişikliğini reddeden ve dünyanın en kötü kirleticilerinin gündemini destekleyen kuruluşlarla da yoğun şekilde çalışıyorlar.”
Kilit mesajları da şu: “Fosil yakıt şirketleri için reklam ve halkla ilişkilere son vermek, iklim adaletine doğru çok önemli bir adımdır.”
Edelman’dan buna yanıt gecikmemiş. Ajans, iklim değişikliğinin "Bugünün en önemli küresel sorunlarından biri" olduğunu doğrulamış ve çözüm olarak kurumlar ve sektörler arasında iş birliği çağrısında bulunmuş. Bir Edelman sözcüsü yaptığı açıklamada; ajansın, çeşitli sektörlerdeki müşterilerine "Kendi sürdürülebilirlik taahhütlerini ilerletmelerine" yardımcı olmaya odaklandığını söylemiş.
Bu meslek etiği meselesi PR sektörünün her zaman ayağına dolanmış, zaman zaman çalışanları için bir vicdan meselesi hâline gelmiştir…
“Ben sigaracılara hizmet vermem” deyip, CO2 emisyonu konusunda büyük sorumluluk taşıyan hava yolu şirketlerine gönül rahatlığıyla hizmet veren ne çok köklü PR ya da reklam ajansları tanırız… Ya da nükleer enerji santraline hizmet vermeyi kahramanca reddedeceğini açıklayıp, kanserojen madde içerdiği kanıtlanmış ve obeziteye neden olduğu bilinen pek çok gazlı içeceğe aslanlar gibi hizmet verenlere… Fosil yakıt kullanan ya da fosil yakıtla üretilmiş elektrik tüketen bilumum müşteriyi de reddetmek gerekiyor herhâlde… Otomotiv sektöründen müşterileri olanlar yandı mesela… Veyahut kaynağını ormanlardan alan herhangi bir kâğıt firmasıyla çalışanlar…
Yani bu konu hayli karışık… Çok iyi düşünülüp tartışılmalı… Kim neye hizmet ediyor iyice bakılmalı ve tabii ki küresel ısınma ve iklim değişikliğine neden olan unsurlar ve ülkeler sorumluluğa çağrılmalı…
Yukarıda sözü edilen kuruluşlar bana Türkiye’de altın çıkarılmasını çeşitli ‘insanî’(!) bahaneler uydurarak engellemeye çalışan ve bu uğurda yerli ‘profesyonel’ aktivistleri tahrik ve tertip etmekle suçlanan Alman Vakıflarını çağrıştırmadı desem yalan olur (Bkz. “Alman Vakıfları Bergama Dosyası”, Necip Hablemitoğlu, Pozitif Yayıncılık, 2016). Almanya’da faaliyette bulunan ve Türkiye’ye ihraç ettikleri tonlarca altın üzerinden milyarlarca euro kazanan firmaların bu vakıfları destekledikleri de işin farklı bir boyutu olarak ortaya konuyor…
Dedik ya… Kim neyi neden destekliyor ile kim neye niçin karşı çıkıyor soruları bazen karmaşık resimler ortaya koyabiliyor…
Facebook geçmişe sünger çekebilecek mi?
İnsanın kendini koyun yerine konduğunu hissetmesi için teknolojik gelişmeleri takip etmeye çalışması yeterli… Tam bir şeye alışıyor, onu anlıyorsunuz, bir bakmışsınız o anladığınızı sandığınız kavram ve uygulama çoktan demode olmuş, sizi bir yenisi ile yönetip yönlendiriyorlar…
Sosyal medya devi Facebook’un CEO’su Mark Zuckerberg, bünyesinde birçok sosyal medya uygulamalarını barındıran Facebook Inc. çatı kuruluşunun isminde değişikliğe gidilerek, markanın adının “Meta” olarak değiştirileceğini duyurmuştu. Zuckerberg açıklamasında, isim değişikliğinin sanal paylaşım alanı olarak adlandırılan ‘metaverse’ inşa etme isteklerini yansıttığını kaydetti.
Facebook’un son yıllarda şirket hakkında ortaya atılan iddialar yüzünden başı epey bir dertteydi. Kullanıcı bilgilerinin kötüye kullanılması, gençler üzerinde oluşturduğu olumsuz etki, ABD seçimlerine, Brexit’e ve daha pek çok seçime müdahale etmesi gibi birçok suçlama ile karşı karşıya kaldı. Hatta Mark Zuckerberg, şirketin veri sızıntısı skandalıyla ilgili ABD Temsilciler Meclisi’nde verdiği ifadede özür dileyerek, kendi bilgilerinin de çalındığını söylemişti.
Markacılar, Zuckerberg’in bu değişikliğe gidişindeki temel nedenin; yukarıda bahsettiğimiz türden krizlerin yol açtığı hasarlar olduğunu düşünüyorlar. Gelelim yeni kavrama. Tanımını şöyle yapıyorlarmış:
“Metaverse, tüm sanal dünyaların, artırılmış gerçeklik ve internetin toplamı da dâhil olmak üzere, neredeyse geliştirilmiş fiziksel gerçeklik ve fiziksel olarak kalıcı sanal alanın yakınsamasıyla oluşturulan kolektif bir sanal paylaşım alanıdır. ‘Metaverse’ kelimesi, ‘meta’ (ötesinde anlam) ve ‘evren’ önekinin bir portmantosudur; terim tipik olarak algılanan bir sanal evrene bağlı kalıcı, paylaşılan, 3D sanal alanlardan oluşan, gelecekteki internet yinelemesi kavramını tanımlamak için kullanılır.”
Anladınız mı? Hayır mı? Oturun! Sıfır!.. Böyle hissediyor insan kendisini…
İletişim ve Marka Yönetiminin neresine bakarsanız bakın şu ilkelerle karşılaşırsınız: Bir markanın (hem de bu şıkta olduğu gibi muazzam başarılı bir markanın) adıyla, amblemiyle, rengiyle, oynanmaz. Çok haklı bir nedenle oynayacaksanız da (örneğin, bir miktar itibar kaybetmesi değil, piyasa değerinin dramatik şekilde düşmesi gibi) kırk kere düşünüp, kılı kırk kere yarmanız öğütlenir…
Zuckerberg’in bu kararı eğer karşılık bulur ve başarılı olursa, yani Facebook’un pabucunu dama atar ve Meta, hedef kitlesinde büyük kabul görürse, marka yöneticilerinin, tüm bildiklerini hemen unutup yeni kuramlara yönelmeleri ya da kuralsız bir dünyanın kapılarını aralamaları, marka meselesine İngilizce deyişiyle “Management by Chaos” (Kaosa dayalı yönetim) ilkesi temelinde yaklaşmaları gerekecek…
Bu arada, Güney Kore’nin başkenti Seul, geleceğin sosyal medyası olarak nitelendirilen ‘Metaverse’ dünyasına adım atacağını açıklayan ilk şehir olmuş... Belediye hizmetleri için kullanılacağı açıklanan platformun 2022 yılının sonu itibarıyla faaliyete geçeceği belirtilmiş.
Hadi bakalım…
L’Oreal’in de bir ‘varoluş nedeni’ var
Bence çok önemli ve ilginç bir bilgi notu göndermiş arkadaşımız… Belli ki sadece bana değil… Pek çok basın mensubuna… Hitaptaki soğukluğu, liderlik iddiasındaki kerameti kendinden menkul konumlamayı ve de gereğinden fazla uzunluğunu (kimsenin bu kadar uzun şeyler okuyacak vakti yok) bir kenara koyacak olursak, PR ajansı Essance İstanbul’dan Dilek Duran imzalı basın bülteni hayli dikkatimi çekti…
Web sitelerini inceledim. Belli ki 15 yıllık gayet iyi bir halkla ilişkiler ajansı var ortada; iyi müşterilere, iyi hizmetler sunuyorlar. Bir müşterileri de L’Oreal Grup…
Bültenin giriş cümlesi yakalayıverdi beni: “L’Oréal Grup, global ölçekteki ilk kurumsal iletişim kampanyasını başlatıyor. Grup, ‘Var Oluş Amacımız’ kampanyasıyla ‘Dünyayı Harekete Geçiren Güzelliği Yaratmak’ vizyonunu tüm dünyayla paylaşıyor.”
Sonrasında ayrıntı verilmiş:”L’Oréal Grup’un dünya çapında başlattığı yeni var oluş amacı kampanyası; şirketin çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık, kadınların güçlendirilmesi, Tekno-Güzellik, yeşil bilimler, geri dönüşüm ve ambalajlama, iklim değişikliği, biyo-çeşitlilik, sürdürülebilirlik ve hayvan testlerine karşı bir dünya, gibi alanlarda uzun yıllardır yürüttüğü çalışmaların altını güçlü bir şekilde doldurarak, tek bir mesaj altında topluyor: Dünyayı Harekete Geçiren Güzelliği Yaratmak!”
110 yılı aşkın süredir toplumsal fayda adına faaliyetlerde bulunan L’Oréal Grup, “Var Oluş Amacı” kampanyasında hedefleri kadar köklü geçmişinden de yararlanıyormuş. Grup’un karar ve eylemlerine yönelik bir rehber niteliği taşıyan “Var Oluş Amacı” şeffaf, kapsayıcı, cömert, sorumlu, hem insanlara hem de dünyaya katkı sunan güzellik yaklaşımını ortaya koyuyormuş...
İşte yıllardır üzerinde çalıştığımız ve patenti Bersay İletişim Danışmanlığı’na ait ‘5+1’ adlı iletişim uygulama modelinin içindeki ‘1’de ifadesini bulan ‘Varoluş Nedeni’nin (Reason of Existence - Raison D’être) uluslararası bir kuruluş tarafından kurumsal iletişiminin ana eksenine yerleştirildiğini görmek çok heyecan vericiydi…
Varoluş Nedeni (ya da amacı) tüm iş süreçlerine damgasını vurması gereken bir kurumsal ideolojidir aslında. Anlaşılması çok kolaydır… “Coca-Cola niçin var ya da ne satar?” diye sorduğunuzda, insanların aklına ‘mutluluk’ kavramının gelmesidir. Ya da “Eczacıbaşı” dendiğinde, ‘Kültür, sanat, spor, bilişim’ kavramlarının gelmesi… Tabii bu ideolojinin ‘içeride’ de çalışması gerekir.
L’oreal bu doğrultuda bazı kararlar almış.
• 2025’e kadar dünyadaki tüm L’Oréal Grup tesisleri, %100 yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğinin geliştirilmesi ile karbon nötr olacakmış.
• 2030’a kadar L’Oréal Grup’un ürün ambalajlarında kullandığı plastiklerin %100’ü geri dönüştürülmüş veya biyolojik kaynaklı olacakmış.
• 2030’a kadar L’Oréal Grup, tüm sera gazı emisyonlarını 2016’ya oranla nihai ürün bazında %50 azaltacakmış.
Bu kararların yanı sıra firma pek çok sosyal sorumluluk alanına yatırımlarını sürdürmekte kararlı olduğunu açıklamış…
Özellikle iletişim profesyonellerinin L’Oreal’in resmî sitesinden gelişmelere arada sırada bakmalarında ‘Varoluş Amacı’na yönelik çalışmaları izlemelerinde yarar olabilir…