Suçlu ‘Oruç’ değil, Başbakan...
18 EKİM 2006
Japonya’ya yaptığı bir seyahatte zamanın ABD Başkanı Baba Bush önemli bir krize neden olmuştu. Onuruna verilen yemekte boğazına tavuk kemiği takılan Başkan, öksürüp dururken birden sandalyeden aşağıya doğru kaymış; kısa bir müdahaleden sonra Bush ayağa kalkmıştı... Ama gelin görün ki, Bush’un masanın altına doğru kaydığı sahne dünya TV’lerine çoktan erişmişti. İşte o anda New York Borsası anında reaksiyon verdi. Bir anda alt üst oldu... Tartışılan konu şuydu: ABD Başkanı içinden geldiği gibi hareket edebilir miydi, yoksa davranışlarına dikkat etmeli; böyle talihsiz durumların oluşmasına izin vermemeli miydi?..
Dün haberleri izlerken Başkan Bush’un yarattığı uluslararası finans krizini anımsadım. Sayın Başbakan hem memlekete hizmeti hem de Cenabı Allah’a ibadeti gereken dengede götürmeyi bilmesi gerekirdi... Hekimler açıkladı; Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül doğruladı: Başbakan gece sahurda doğru dürüst bir şey yememişti... TV’de haberler geçmeye başladığında Prof. Dr. Osman Müftüoğlu’yla beraberdik. Benim gibi zor bir ‘obez’le uğraşmayı yıllardır inatla sürdürüyor. Sigarayı bırakmamdaki katkısından yola çıkıp kilomu da halledeceğine inancını hiç yitirmedi. Osman Hoca da katılıyor: “Oruç usulü gereği tutulur, öğün kaydırmasına uyulursa, sağlığa hiç bir zararı yok, tam tersine yararı var!” dediler. O nedenle Başhekim yardımcısının açıklaması doğru değildi... Yani, “Oruca bağlı kan şekeri düşüklüğü” değildi neden... Orucun gereklerini yerine getirmemiş olmaya bağlı kan şekeri düşüklüğü idi... Nefsi terbiye edip, zihnin ve duyguların daha da zenginleşmesine hizmet ettiği ifade edilen orucu, bu olayda suçluymuş gibi göstermek yanlış yani...
Bu arada hem Başbakanlık Danışmanı Akif Beki, hem de Hastane yetkililerinin krizin iletişim boyutunu gayet iyi yönettiklerini söyleyebiliriz. Hem açıklama frekansı hem de içerik zenginliği, hayli tatmin ediciydi. Nitekim, Bush krizinde sallanan borsalar, bu kez fazla etkilenmeden normal seyrini izledi... Sayın Başbakan’a acil şifalar diliyor; sağlığına daha da profesyonelce özen göstereceğini ümit ediyoruz...
Roche kapılarını açmış
Dün nihayet bir basın toplantısı düzenlemişler. Roche’un Genel Müdürü George N. Hadjiev çıkmış medya mensuplarının karşısına. Çatır çatır sormuşlar çatır çatır yanıtlamış soruları. Roche’un iletişiminden sorumlu arkadaşlarla görüştüm. Uzun zamandır ilk defa yüzleri gülüyordu. Deve kuşu kafasını kumdan nihayet çıkarmıştı. Geçmişiyle hesaplaşmaya hazır olduğunu ifade ediyor; geleceğini de nasıl planladığını anlatıyordu.
Açık iletişim, ne hikmetse ilaç sektörünün çok zor uygulayabildiği bir kurumsal reflekstir. Hele Roche... Başına ne geldiyse biraz da bu yüzden gelmiştir. Kapalı kapılar arkasından iş görme alışkanlığından. Neyse görünen o ki, Roche bu huyundan vazgeçmiş; ya da en azından vazgeçmeye niyetli...
Genel Müdür çok ciddi değişikliklerden dem vurmuş. Kadroların değiştiğini, yeni bir anlayış gelmekte olduğunu vurgulamış... Sonuçlarını göreceğiz. Roche’un iletişimcileri tek basın toplantısı aracılığıyla firma ile ilgili algılamanın tamamen değişmesini beklemiyorlar. Ama bu yaklaşımın çok önemli bir başlangıç olduğunu ifade ediyorlar.
Biz de bekleyelim görelim diyoruz. Başta Sanofi-Aventis, sektör ilaç satmak için hastalık uydurma krizini de atlatırsa zaten artık karada ölüm yok, demektir...
İstanbul Modern’den korkmayın!
İstanbul’da kıvanç duyduğum köşelerden bir hiç şüphesiz İstanbul Modern... Önceleri gidemedim. Korktum. Beni aşar, korkusu... Entelektüel birikimim yaya kalır endişesi. Plastik sanatlardan çok anlamam ya; ya anlamadığım anlaşılırsa kompleksi...
Sonunda bütün cesaretimi toplayım gittim. Küçük bir numara da yaptım. Gökşin Sipahioğlu’nun fotoğraf sergisi vardı. Ondan anlıyordum tabii ki. Ne de olsa gazete – dergi fotoğrafçılığı idi işin özü... O arada çaktırmadan yukarıdaki tematik sergiyi ve aşağı kattaki Fahrünisa Zeyd ve oğlu Nejat Devrim’in karşılıklı yaşam öyküleri ve eserlerini içeren sergiyi gezdim... Tek kelimeyle muhteşemdi. Anladığımdan değil. Hissettiğimden hoşlandım. Hele sonrasında Loft’un Cafe’sinde Marmara’dan Boğaz girişine bakıp içilen çayın tadını neye değişirim bilemem...
Şimdi yepyeni bir etkinlik başlıyor İstanbul Modern’de. Venedik Bienali’nde sergilenmiş eserlerden bir derleme... İstanbul Modern’deki işlerden tat almak için uzman olmak gerekmediğini ben çözdüm. Artık korkmuyorum. Siz de korkmayın. Bekliyorum...
Dün haberleri izlerken Başkan Bush’un yarattığı uluslararası finans krizini anımsadım. Sayın Başbakan hem memlekete hizmeti hem de Cenabı Allah’a ibadeti gereken dengede götürmeyi bilmesi gerekirdi... Hekimler açıkladı; Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül doğruladı: Başbakan gece sahurda doğru dürüst bir şey yememişti... TV’de haberler geçmeye başladığında Prof. Dr. Osman Müftüoğlu’yla beraberdik. Benim gibi zor bir ‘obez’le uğraşmayı yıllardır inatla sürdürüyor. Sigarayı bırakmamdaki katkısından yola çıkıp kilomu da halledeceğine inancını hiç yitirmedi. Osman Hoca da katılıyor: “Oruç usulü gereği tutulur, öğün kaydırmasına uyulursa, sağlığa hiç bir zararı yok, tam tersine yararı var!” dediler. O nedenle Başhekim yardımcısının açıklaması doğru değildi... Yani, “Oruca bağlı kan şekeri düşüklüğü” değildi neden... Orucun gereklerini yerine getirmemiş olmaya bağlı kan şekeri düşüklüğü idi... Nefsi terbiye edip, zihnin ve duyguların daha da zenginleşmesine hizmet ettiği ifade edilen orucu, bu olayda suçluymuş gibi göstermek yanlış yani...
Bu arada hem Başbakanlık Danışmanı Akif Beki, hem de Hastane yetkililerinin krizin iletişim boyutunu gayet iyi yönettiklerini söyleyebiliriz. Hem açıklama frekansı hem de içerik zenginliği, hayli tatmin ediciydi. Nitekim, Bush krizinde sallanan borsalar, bu kez fazla etkilenmeden normal seyrini izledi... Sayın Başbakan’a acil şifalar diliyor; sağlığına daha da profesyonelce özen göstereceğini ümit ediyoruz...
Roche kapılarını açmış
Dün nihayet bir basın toplantısı düzenlemişler. Roche’un Genel Müdürü George N. Hadjiev çıkmış medya mensuplarının karşısına. Çatır çatır sormuşlar çatır çatır yanıtlamış soruları. Roche’un iletişiminden sorumlu arkadaşlarla görüştüm. Uzun zamandır ilk defa yüzleri gülüyordu. Deve kuşu kafasını kumdan nihayet çıkarmıştı. Geçmişiyle hesaplaşmaya hazır olduğunu ifade ediyor; geleceğini de nasıl planladığını anlatıyordu.
Açık iletişim, ne hikmetse ilaç sektörünün çok zor uygulayabildiği bir kurumsal reflekstir. Hele Roche... Başına ne geldiyse biraz da bu yüzden gelmiştir. Kapalı kapılar arkasından iş görme alışkanlığından. Neyse görünen o ki, Roche bu huyundan vazgeçmiş; ya da en azından vazgeçmeye niyetli...
Genel Müdür çok ciddi değişikliklerden dem vurmuş. Kadroların değiştiğini, yeni bir anlayış gelmekte olduğunu vurgulamış... Sonuçlarını göreceğiz. Roche’un iletişimcileri tek basın toplantısı aracılığıyla firma ile ilgili algılamanın tamamen değişmesini beklemiyorlar. Ama bu yaklaşımın çok önemli bir başlangıç olduğunu ifade ediyorlar.
Biz de bekleyelim görelim diyoruz. Başta Sanofi-Aventis, sektör ilaç satmak için hastalık uydurma krizini de atlatırsa zaten artık karada ölüm yok, demektir...
İstanbul Modern’den korkmayın!
İstanbul’da kıvanç duyduğum köşelerden bir hiç şüphesiz İstanbul Modern... Önceleri gidemedim. Korktum. Beni aşar, korkusu... Entelektüel birikimim yaya kalır endişesi. Plastik sanatlardan çok anlamam ya; ya anlamadığım anlaşılırsa kompleksi...
Sonunda bütün cesaretimi toplayım gittim. Küçük bir numara da yaptım. Gökşin Sipahioğlu’nun fotoğraf sergisi vardı. Ondan anlıyordum tabii ki. Ne de olsa gazete – dergi fotoğrafçılığı idi işin özü... O arada çaktırmadan yukarıdaki tematik sergiyi ve aşağı kattaki Fahrünisa Zeyd ve oğlu Nejat Devrim’in karşılıklı yaşam öyküleri ve eserlerini içeren sergiyi gezdim... Tek kelimeyle muhteşemdi. Anladığımdan değil. Hissettiğimden hoşlandım. Hele sonrasında Loft’un Cafe’sinde Marmara’dan Boğaz girişine bakıp içilen çayın tadını neye değişirim bilemem...
Şimdi yepyeni bir etkinlik başlıyor İstanbul Modern’de. Venedik Bienali’nde sergilenmiş eserlerden bir derleme... İstanbul Modern’deki işlerden tat almak için uzman olmak gerekmediğini ben çözdüm. Artık korkmuyorum. Siz de korkmayın. Bekliyorum...