Suçlular, kurbanlar ve 31 Mart
23 mart 2024 yeni şafak
“Bodrum’da yine CHP kazanacak. Ama istemeden vereceğiz. Kesinlikle istemiyoruz! Kesinlikle istemiyoruz ama mecburen vereceğiz. Zaten bunu da bildikleri için böyle aday gösteriyorlar…”
Bu sözler, CHP’li olduğunu söyleyen Bodrumlu bir hanımefendiye ait. Sokak röportajı sırasında 31 Mart seçimleriyle ilgili fikri soruluyor; o da içinden geldiği gibi konuşuyor… Hanımefendi pek yalnız sayılmaz. İzmir ve İstanbul’da da benzer ifadelerle çokça karşılaşılıyor…
Amin Maalouf, “Hiçbir şeye şaşırma, hakikatin de insanların da iki yüzü vardır” demiş. Sadece hakikat ve insanların mı?! Tüm olayların ve olguların en az iki yüzü olabilir… Bu olayda da birden fazla boyut söz konusu…
Birinci boyutun başlığı “İslamofobi ve Erdoğan düşmanlığı” olabilir… Batı’dan başlayıp bizde rahmetli Ömer Lütfi Mete’nin deyişiyle ‘zihnen vaftizlenmiş’ Türk entelijansiyası tarafından yaygınlaştırılmış İslam ve Erdoğan düşmanlığı…
Kamu diplomasisinin araçları kullanılarak ‘yumuşak gücün imhası’ yolunda atılan planlı adımlar içindeki en çarpıcı örnek, hiç şüphesiz, İslamofobi (İslam düşmanlığı) konusunda yürütülen sistematik iletişim ve algılama yönetimi çalışmalarıdır.
Sovyetler Birliği’nin çökmesinin hemen ardından Batı, yeni bir düşman arayışına girmişti ve bu uzun olmayan arayışın sonundaki keşifleri İslam olmuştu. İslam’ın yeni düşman ilan edildiğinin işaret fişeği ise Samuel Huntington’ın “Clash of Civilisation” (Medeniyetler Çatışması) adlı kitabında yakılmıştı.
Viyana Üniversitesi’nde felsefe yüksek lisansı yapan Mariam El-Sehiti, tezinde (2009, s. 33); Huntington’ın İslam’ı, Batı demokrasisi için ‘en büyük tehdit’ olarak ortaya koyduğunu dile getiriliyordu. El-Sehiti’nin akademik çalışmasının yayınlanmasından 16, ABD’deki İkiz Kuleler’e düzenlenen saldırıdan ise 8 sene önce, 25 Mart 1993’te, Avusturya’nın haftalık gazetesi “Die Furche”, Khalid Duran imzalı bir makale yayınladı. Başlık şöyleydi: “Der Neue Feind Islam” (Yeni Düşman İslam).
O tarihlerden günümüze kadar bu düşmanlığın merkezine oturtulmak ve nefret objesi hâline getirilmek istenen Sayın Cumhurbaşkanı’na saldıran uluslararası yayınların kapaklarında Erdoğan’a ve Türkiye’ye sık sık yer verildi.
Ülkemizde ise başta CHP olmak üzere muhalif siyasi partiler, Batılı ustalarının peşine takılarak İslam’a ve Erdoğan’a saldırmayı bir ‘siyasi iletişim aracı’ olarak kullanmaya başladılar. Bunlara sadece iki güç direndi: Millî irade ve kamu vicdanı.
Bodrumlu hanımefendinin istemeye istemeye de olsa CHP’ye oy vermesinin ikinci boyutu ise çuvaldızdan önce iğneyi batırmamız gereken yer; yani kendimiz…
Öncelikle, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın İslamofobi karşısında iyi niyetle yürüttüğü mücadelenin hakkını vermek gerekir. Ancak bunun, bakanlıklar, resmî ve özel kurumlar ile sivil toplum kuruluşları, sanat ve spor elçilerinin geniş katılımıyla topyekûn bir mücadele hâlinde yürütülmesi gerekirdi... Oysa gerekli önkoşullar sağlanmış olsa da, ortaya çıkan tablo kesinlikle yeterli değildir…
Uluslararası ve ulusal boyutta İslamofobiye karşı mücadele ve Sayın Cumhurbaşkanımızı koruma ve kollama yönünde hangi stratejik iletişim modelini uyguladık?! Sorgulamamız gereken budur…
Kaç film yaptık; kaç belgesel?! Kaç kitap yayınladık?! Hangi uluslararası sergileri, seminerleri düzenledik?! Algılamayı ne zaman ölçümledik?! İletişim modelini ne zaman bu sonuçlara göre güncelledik?!
“Putin Söyleşisi” adlı olağanüstü çalışmaya imza atan dünyaca ünlü yönetmen Oliver Stone’un “Erdoğan Interview” (Erdoğan söyleşisi) adıyla önerdiği projeyi neden reddettik?!
TİKA, Maarif Vakfı Okulları, Yunus Emre Enstitüsü ve elçiliklerimizde görevli bakanlık ataşeleri bu anlamda kamu diplomasisi gereği hangi stratejik adımları planladılar, attılar, ölçtüler ve yeniden düzenleyerek yola devam ettiler?..
Ülke içinde hangi kurum ve kişilerle benzer çalışmaları yürüttük?!
Bertolt Brecht demiş ki; “İnsan, yarı suçlu yarı kurbandır.”
Bizce Bodrumlu hanımefendi suçludan ziyade kurbandır… İzmirli hanımefendi, İstanbullu delikanlı gibi…
Günün sözü
‘‘Herkes hata yapabilir, yalnız ahmaklar hatalarında ısrar ederler.”
Cicero
Gözümüze takılanlar…
Bu sözler, CHP’li olduğunu söyleyen Bodrumlu bir hanımefendiye ait. Sokak röportajı sırasında 31 Mart seçimleriyle ilgili fikri soruluyor; o da içinden geldiği gibi konuşuyor… Hanımefendi pek yalnız sayılmaz. İzmir ve İstanbul’da da benzer ifadelerle çokça karşılaşılıyor…
Amin Maalouf, “Hiçbir şeye şaşırma, hakikatin de insanların da iki yüzü vardır” demiş. Sadece hakikat ve insanların mı?! Tüm olayların ve olguların en az iki yüzü olabilir… Bu olayda da birden fazla boyut söz konusu…
Birinci boyutun başlığı “İslamofobi ve Erdoğan düşmanlığı” olabilir… Batı’dan başlayıp bizde rahmetli Ömer Lütfi Mete’nin deyişiyle ‘zihnen vaftizlenmiş’ Türk entelijansiyası tarafından yaygınlaştırılmış İslam ve Erdoğan düşmanlığı…
Kamu diplomasisinin araçları kullanılarak ‘yumuşak gücün imhası’ yolunda atılan planlı adımlar içindeki en çarpıcı örnek, hiç şüphesiz, İslamofobi (İslam düşmanlığı) konusunda yürütülen sistematik iletişim ve algılama yönetimi çalışmalarıdır.
Sovyetler Birliği’nin çökmesinin hemen ardından Batı, yeni bir düşman arayışına girmişti ve bu uzun olmayan arayışın sonundaki keşifleri İslam olmuştu. İslam’ın yeni düşman ilan edildiğinin işaret fişeği ise Samuel Huntington’ın “Clash of Civilisation” (Medeniyetler Çatışması) adlı kitabında yakılmıştı.
Viyana Üniversitesi’nde felsefe yüksek lisansı yapan Mariam El-Sehiti, tezinde (2009, s. 33); Huntington’ın İslam’ı, Batı demokrasisi için ‘en büyük tehdit’ olarak ortaya koyduğunu dile getiriliyordu. El-Sehiti’nin akademik çalışmasının yayınlanmasından 16, ABD’deki İkiz Kuleler’e düzenlenen saldırıdan ise 8 sene önce, 25 Mart 1993’te, Avusturya’nın haftalık gazetesi “Die Furche”, Khalid Duran imzalı bir makale yayınladı. Başlık şöyleydi: “Der Neue Feind Islam” (Yeni Düşman İslam).
O tarihlerden günümüze kadar bu düşmanlığın merkezine oturtulmak ve nefret objesi hâline getirilmek istenen Sayın Cumhurbaşkanı’na saldıran uluslararası yayınların kapaklarında Erdoğan’a ve Türkiye’ye sık sık yer verildi.
Ülkemizde ise başta CHP olmak üzere muhalif siyasi partiler, Batılı ustalarının peşine takılarak İslam’a ve Erdoğan’a saldırmayı bir ‘siyasi iletişim aracı’ olarak kullanmaya başladılar. Bunlara sadece iki güç direndi: Millî irade ve kamu vicdanı.
Bodrumlu hanımefendinin istemeye istemeye de olsa CHP’ye oy vermesinin ikinci boyutu ise çuvaldızdan önce iğneyi batırmamız gereken yer; yani kendimiz…
Öncelikle, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın İslamofobi karşısında iyi niyetle yürüttüğü mücadelenin hakkını vermek gerekir. Ancak bunun, bakanlıklar, resmî ve özel kurumlar ile sivil toplum kuruluşları, sanat ve spor elçilerinin geniş katılımıyla topyekûn bir mücadele hâlinde yürütülmesi gerekirdi... Oysa gerekli önkoşullar sağlanmış olsa da, ortaya çıkan tablo kesinlikle yeterli değildir…
Uluslararası ve ulusal boyutta İslamofobiye karşı mücadele ve Sayın Cumhurbaşkanımızı koruma ve kollama yönünde hangi stratejik iletişim modelini uyguladık?! Sorgulamamız gereken budur…
Kaç film yaptık; kaç belgesel?! Kaç kitap yayınladık?! Hangi uluslararası sergileri, seminerleri düzenledik?! Algılamayı ne zaman ölçümledik?! İletişim modelini ne zaman bu sonuçlara göre güncelledik?!
“Putin Söyleşisi” adlı olağanüstü çalışmaya imza atan dünyaca ünlü yönetmen Oliver Stone’un “Erdoğan Interview” (Erdoğan söyleşisi) adıyla önerdiği projeyi neden reddettik?!
TİKA, Maarif Vakfı Okulları, Yunus Emre Enstitüsü ve elçiliklerimizde görevli bakanlık ataşeleri bu anlamda kamu diplomasisi gereği hangi stratejik adımları planladılar, attılar, ölçtüler ve yeniden düzenleyerek yola devam ettiler?..
Ülke içinde hangi kurum ve kişilerle benzer çalışmaları yürüttük?!
Bertolt Brecht demiş ki; “İnsan, yarı suçlu yarı kurbandır.”
Bizce Bodrumlu hanımefendi suçludan ziyade kurbandır… İzmirli hanımefendi, İstanbullu delikanlı gibi…
Günün sözü
‘‘Herkes hata yapabilir, yalnız ahmaklar hatalarında ısrar ederler.”
Cicero
Gözümüze takılanlar…
- İsviçreli lüks saat markası TAG Heuer, Universal Pictures’ın “The Fall Guy” filmiyle ortaklığını duyurmuş. Firmanın resmî saat sponsorluğunu üstlendiği filmin başrolünde yine aynı firmanın marka elçisi Ryan Gosling oynuyormuş. Gosling’in karakterinin TAG Heuer’in “Baskı Altında Kırılmama” mottosunu yansıttığı duyurulmuş (Eda Türkmen Akça, Nuvo Collectif). ‘Ürün yerleştirme’, farkındalık ve beğeni sağlama/artırma amacıyla bir bedel karşılığında devreye alınan yöntemdir. Çoğunlukla sinemada kullanıldığı düşünülse de televizyonun yanı sıra bilgisayar, video oyunları, müzik ve hatta tiyatro eserlerinde de kullanılır. Hedef kitle ile ürün özellikleri buluşuyorsa gayet de iyi çalışan bir yöntemdir.
- Türkiye’nin ilk kurye eğitim merkezi olduğunu ifade eden fiyuu Kurye Akademisi, güvenli taşıma ve verimli operasyonlar için teorik ve uygulamalı eğitimler veriyormuş. Akademi’den mezun olan kurye adayları Uluslararası Mavi Sertifika ile yurt dışında iş imkânı buluyorlarmış (Aytekin Batmaz, Media Point). İstanbul’da motosikletli terörü almış yürümüş durumda. Kaldırımdan gideni mi istersiniz, ters yönde ilerleyeni, iki araba arasından zırt diye fırlayanı mı?! Yani, bu ve benzeri akademiler çok hayırlı... Keşke mevcut İBB Başkanı’nın da bu konuda bir vaadi olsaydı da 5 yılda biraz yol alınsaydı. Gerçi onu da unuturdu ya…
- “Eğitimde Fırsat Eşitliği” misyonuyla 160 yıldır annesi ve/veya babası hayatta olmayan, maddi olanakları yetersiz öğrencilere nitelikli eğitim imkânı sağlayan Darüşşafaka Cemiyeti, bine yakın öğrencinin yanı sıra deprem bölgesinde 100 öğrenciye eğitim fırsatı sunuyormuş. Bu misyona katkıda bulunmak isteyenler fitre, zekât ve bayram için bağışlarını kuruma iletebiliyorlarmış (Erhan Tosun).