Sucular hiç değilse iletişimde su koymamalı
05 AĞUSTOS 2012
Bir kere hemen belirtmekte yarar var: Eğer A Haber, onun başarılı haber programı Deşifre ve programın yapımcısı, yönetmeni ve sunucusu bu yılın bütün iletişim ve gazetecilik ödüllerini toplayıp müzesine götürmezse, ortada ciddi haksızlık olacak demektir.
Her şey programın 55 damacanadan numune aldırıp 10 laboratuarda tahlil ettirmesiyle başlamadı mı?.. 55’te 41 marka bozuk çıkmıştı. Bakanlık bunu ihbar kabul etti. Sonra da olaylar çorap söküğü gibi gelişti. Daha ne yapsaydı Deşifre?..
Burada tabii bir de kriz iletişimi yönetimi çalışmalarına tanık olacağız. En azından olmalıyız. Çünkü tahmin edilen o ki, kurunun yanında yaş da yanmakta. Yani sular bulanık… Ayrıca kusurlu bile olunsa, yapılmış onca yatırım, onca çalışan ve nihayet ‘kirlenmekte olan’ sektör adına kriz yönetimi şart.
Hasar gören taraflar haklı da olsalar, haksız da, mutlaka iletişime geçmeliler. Yapacakları ya özür dilemek (hatalılarsa), hatalarını nasıl telafi edeceklerini belirtmek ve yeniden güven ve nikah tazelemektir; ya da en sağlam, hızlı ve sert bir şekilde gerçekleri ortaya koyarak yasal haklarını arayıp hedef kitlelerini birinci elden bilgilendirmek. Bu arada iki şey çok daha fazla hasar verir. Bir: Susmak… İki: Gazeteye tam safta ‘Kamuoyuna Duyuru’ ilanı vermek…
Adam gibi boşanmak zor iştir…
Bizde evlenmek çok kolaydır… Her seferinde silahların patladığı, itiş kakışın çıktığı, hiç kimsenin kendisine ayrılan yeri beğenmediği, dedikodunun alıp başını gittiği ilkel ‘insanımsıların’ düğünlerini bir kenara bırakırsak; bizde genellikle evlenme işi şıpın işi hallolur…
Peki ya boşanma?..
Sorunsuz, adam gibi, kimsenin birbirine zarar vermediği, minimum hasarla atlatılmış boşanma sayısı ne kadar azdır.
Düşük kültür seviyelerinde psikopatolojik travma (örseleme), bireysel şiddet devreye girer; kültürleri gelişmiş ancak ruhları tekâmül etmemiş, varlıklı, şöhretli kesimlerde ise sosyopatolojik travma yaratma isteği ve “Seni medya önünde rezil edeceğim” refleksi, yanıp tutuşan “gösterme”, “intikam alma” arzusu ve aşırı agresif tavırlar ortaya çıkar.
Sonuçta herkes rezil olur, herkes hasar görür.
Genelde ‘pespaye’ boşanmalar medyada daha çok yer bulur. Kötünün haber değeri daha çoktur nedense… Oysa adam gibi bir örnek yakalandığında, ibreti alem için altını çizmek, “Bakın çok ender olsa da böylesi de var” demek yararlı olabilir…
Ülke finans sektörünün ve iş dünyasının en başarılı ailelerinden Özyeğinlerin oğlu Murat Özyeğin ve 11 yıllık eşi birbirlerinden kimselerin ruhu duymadan sessiz sedasız boşanmışlar. Hayli popüler olmaları nedeniyle, doğal olarak bu olayın haber değeri taşıdığını ve bir şekilde medyaya sızacağını biliyorlar. Haberin abuk subuk kaynaklardan kontrolsüz sızmasını engellemek için iki satırlık bir kurumsal açıklamayla medyaya durumu ifade eden bir bülten geçiyorlar:
“Fiba Holding Yönetim Kurulu Üyesi sayın Murat Özyeğin ve eşi sayın Edvina Özyeğin, 2001 senesinde gerçekleşmiş olan evliliklerini karşılıklı olarak sona erdirme kararı almışlardır. Boşanma işlemi gerçekleşmiştir.”
Bu mudur? Evet, budur… Tabii bundan sonra herkes susmayı bilirse…
İran’dan hiçbir zaman umut kesilmez...
Sansür nedeniyle Tahran Çağdaş Sanat Müzesi’nin depolarında tozlara ve havasızlığa terk edilen tabloları 30 yıl sonra sergileniyormuş… ‘Felsefe ve sanat’ başlığı altında Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde efsanevi dersler vermiş olan dostum Dücane Cündioğlu’nun kulaklarını epeyce çınlattım. Az mı emek verdi, özellikle plastik sanatlardaki ‘yüksek’ olanın kıymetini anlamlandırma konusunda ‘farkındalık’ yaratabilmek için.
İran’da Kraliçe Farah Pehlevi’nin çabalarıyla toplandıktan sonra 30 yıl boyunca depolarda saklı kalan ve aralarında Van Gogh, Picasso, Rene Magritte, Jackson Pollock, Edvard Munch, Andy Warhol gibi sanatçıların eserlerinin bulunduğu sergiye ev sahipliği yapan Tahran Çağdaş Sanat Müzesi, sanki ülkedeki sansür zihniyetinin kalıcı olmayacağı yolunda önemli işaretlerden birini veriyor. Müzenin direktörü Hasan Noferesti, biraz da kendini korumaya almak adına olsa gerek, ‘Pop Art & Op Art’ adını taşıyan serginin amacının ‘sanatsal hareketlerin evrimini incelemek’ (!) olduğunu söylemiş.
İran’daki devrimden (1979) bu yana ABD’de yaşayan Farah Pehlevi Tahran’da açılan sergiyle ilgili olarak Guardian gazetesine yaptığı açıklamada, bu muhteşem koleksiyonun ‘70’li yıllardaki petrol satışı patlaması sırasında kendisinin önerisiyle alındığını söylemiş ve demiş ki:
“Çağdaş sanatçılarımızın eserlerini koyacağımız bir müzeye sahip olmanın ne kadar iyi olacağını düşündüm. Sonra da neden yabancı sanatçıların eserlerini dahil etmiyoruz ki diye düşündüm. Her şey böyle başladı… O dönemde küratörlerimiz ve koleksiyonerlerimiz çağdaş sanatla değil, geleneksel sanatla ilgileniyordu.”
Kendimize bakmadan başkası hakkında konuşmamız söz konusu olamayacağına göre, Cumhuriyet’in kazanımlarının önemini ve bizim kültür ve irfan geleneğimizin içindeki kıymetini bir kez daha hatırlamamıza vesile olabilir İran’daki bu sergi… Yine bu sergi vesilesiyle, komşumuzda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde varolduğunu bildiğimiz çok değerli düşünce ve kültür adamlarının Şah dönemindeki ‘kazanımları’ da görmezden gelmeyeceklerine olan umudumuzun tazelendiğini ifade edelim.
Her şey programın 55 damacanadan numune aldırıp 10 laboratuarda tahlil ettirmesiyle başlamadı mı?.. 55’te 41 marka bozuk çıkmıştı. Bakanlık bunu ihbar kabul etti. Sonra da olaylar çorap söküğü gibi gelişti. Daha ne yapsaydı Deşifre?..
Burada tabii bir de kriz iletişimi yönetimi çalışmalarına tanık olacağız. En azından olmalıyız. Çünkü tahmin edilen o ki, kurunun yanında yaş da yanmakta. Yani sular bulanık… Ayrıca kusurlu bile olunsa, yapılmış onca yatırım, onca çalışan ve nihayet ‘kirlenmekte olan’ sektör adına kriz yönetimi şart.
Hasar gören taraflar haklı da olsalar, haksız da, mutlaka iletişime geçmeliler. Yapacakları ya özür dilemek (hatalılarsa), hatalarını nasıl telafi edeceklerini belirtmek ve yeniden güven ve nikah tazelemektir; ya da en sağlam, hızlı ve sert bir şekilde gerçekleri ortaya koyarak yasal haklarını arayıp hedef kitlelerini birinci elden bilgilendirmek. Bu arada iki şey çok daha fazla hasar verir. Bir: Susmak… İki: Gazeteye tam safta ‘Kamuoyuna Duyuru’ ilanı vermek…
Adam gibi boşanmak zor iştir…
Bizde evlenmek çok kolaydır… Her seferinde silahların patladığı, itiş kakışın çıktığı, hiç kimsenin kendisine ayrılan yeri beğenmediği, dedikodunun alıp başını gittiği ilkel ‘insanımsıların’ düğünlerini bir kenara bırakırsak; bizde genellikle evlenme işi şıpın işi hallolur…
Peki ya boşanma?..
Sorunsuz, adam gibi, kimsenin birbirine zarar vermediği, minimum hasarla atlatılmış boşanma sayısı ne kadar azdır.
Düşük kültür seviyelerinde psikopatolojik travma (örseleme), bireysel şiddet devreye girer; kültürleri gelişmiş ancak ruhları tekâmül etmemiş, varlıklı, şöhretli kesimlerde ise sosyopatolojik travma yaratma isteği ve “Seni medya önünde rezil edeceğim” refleksi, yanıp tutuşan “gösterme”, “intikam alma” arzusu ve aşırı agresif tavırlar ortaya çıkar.
Sonuçta herkes rezil olur, herkes hasar görür.
Genelde ‘pespaye’ boşanmalar medyada daha çok yer bulur. Kötünün haber değeri daha çoktur nedense… Oysa adam gibi bir örnek yakalandığında, ibreti alem için altını çizmek, “Bakın çok ender olsa da böylesi de var” demek yararlı olabilir…
Ülke finans sektörünün ve iş dünyasının en başarılı ailelerinden Özyeğinlerin oğlu Murat Özyeğin ve 11 yıllık eşi birbirlerinden kimselerin ruhu duymadan sessiz sedasız boşanmışlar. Hayli popüler olmaları nedeniyle, doğal olarak bu olayın haber değeri taşıdığını ve bir şekilde medyaya sızacağını biliyorlar. Haberin abuk subuk kaynaklardan kontrolsüz sızmasını engellemek için iki satırlık bir kurumsal açıklamayla medyaya durumu ifade eden bir bülten geçiyorlar:
“Fiba Holding Yönetim Kurulu Üyesi sayın Murat Özyeğin ve eşi sayın Edvina Özyeğin, 2001 senesinde gerçekleşmiş olan evliliklerini karşılıklı olarak sona erdirme kararı almışlardır. Boşanma işlemi gerçekleşmiştir.”
Bu mudur? Evet, budur… Tabii bundan sonra herkes susmayı bilirse…
İran’dan hiçbir zaman umut kesilmez...
Sansür nedeniyle Tahran Çağdaş Sanat Müzesi’nin depolarında tozlara ve havasızlığa terk edilen tabloları 30 yıl sonra sergileniyormuş… ‘Felsefe ve sanat’ başlığı altında Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde efsanevi dersler vermiş olan dostum Dücane Cündioğlu’nun kulaklarını epeyce çınlattım. Az mı emek verdi, özellikle plastik sanatlardaki ‘yüksek’ olanın kıymetini anlamlandırma konusunda ‘farkındalık’ yaratabilmek için.
İran’da Kraliçe Farah Pehlevi’nin çabalarıyla toplandıktan sonra 30 yıl boyunca depolarda saklı kalan ve aralarında Van Gogh, Picasso, Rene Magritte, Jackson Pollock, Edvard Munch, Andy Warhol gibi sanatçıların eserlerinin bulunduğu sergiye ev sahipliği yapan Tahran Çağdaş Sanat Müzesi, sanki ülkedeki sansür zihniyetinin kalıcı olmayacağı yolunda önemli işaretlerden birini veriyor. Müzenin direktörü Hasan Noferesti, biraz da kendini korumaya almak adına olsa gerek, ‘Pop Art & Op Art’ adını taşıyan serginin amacının ‘sanatsal hareketlerin evrimini incelemek’ (!) olduğunu söylemiş.
İran’daki devrimden (1979) bu yana ABD’de yaşayan Farah Pehlevi Tahran’da açılan sergiyle ilgili olarak Guardian gazetesine yaptığı açıklamada, bu muhteşem koleksiyonun ‘70’li yıllardaki petrol satışı patlaması sırasında kendisinin önerisiyle alındığını söylemiş ve demiş ki:
“Çağdaş sanatçılarımızın eserlerini koyacağımız bir müzeye sahip olmanın ne kadar iyi olacağını düşündüm. Sonra da neden yabancı sanatçıların eserlerini dahil etmiyoruz ki diye düşündüm. Her şey böyle başladı… O dönemde küratörlerimiz ve koleksiyonerlerimiz çağdaş sanatla değil, geleneksel sanatla ilgileniyordu.”
Kendimize bakmadan başkası hakkında konuşmamız söz konusu olamayacağına göre, Cumhuriyet’in kazanımlarının önemini ve bizim kültür ve irfan geleneğimizin içindeki kıymetini bir kez daha hatırlamamıza vesile olabilir İran’daki bu sergi… Yine bu sergi vesilesiyle, komşumuzda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde varolduğunu bildiğimiz çok değerli düşünce ve kültür adamlarının Şah dönemindeki ‘kazanımları’ da görmezden gelmeyeceklerine olan umudumuzun tazelendiğini ifade edelim.