Suriye’ye ne yapalım?..
24 HAZİRAN 2012
Allah’tan elektronik ortamda oylama ve referandum yapılmıyor… Atina demokrasisine geçildiğini bir düşünsenize… Her şeyin halka sorulduğunu… “Kandil’e nükleer bomba atalım mı?”… “Yıllık tatil günlerinin sayısı 90’a çıkarılsın mı?”… “Her türlü alkol yasaklansın mı?”… “Kadınların çalışmak için kocalarından izin almaları, yasal olarak zorunlu kılınsın mı?”, “Memurlara yüzde 300 zam yapılsın mı?”… Daha neler…
Bugün de “Suriye’ye ne yapalım?” diye sorsak mesele… Allah muhafaza… Dağlara taşlara… Nihat Doğan vermiş yanıtı, sosyal medyada…
Allah’tan sosyal medya yönetmiyor Türkiye’nin dış siyasetini…
Aslında yaman çelişkilerden biri. Hani, “kamu vicdanı, kamu oyu, milletin özgür iradesi” gibi iri lafları çok beğeniriz ya… Hadi gidelim ‘millet iradesine’…Bu gibi durumlarda zor değil mi?..
O halde ne yapmak lazım?.. Kamuoyunun algısını yönetmek, kriz yönetiminin ilkelerini yerine getirmek lazım… Ben bu yazıyı yazarken “Gereken yapılacaktır!” açıklamalarının üzerinden 14 saat geçmişti ve resmi makamlardan hiçbir ses çıkmıyordu… Dün öğlen 12.00 Haberlerinde NTV’de Gökhan Gerçek “Ankara’da sessizlik devam ediyor!” diyordu… İşte bu olmaz…
Bu bir ‘kriz’ durumudur. Kriz durumunda ‘Kriz İletişimi’ kuralları uygulanır. Nedir bunlar: 1. Hızlı reaksiyon. Geçen her an algılamayı bozma lehine çalışır 2. Saat başı bilgilendirme 3. Bilgilendirmenin birinci elden yapılması.
Daha fazlası da sıralanabilir. Ancak bu ilk üçü hayati öneme sahiptir. Olmazsa ne olur? İletişim boşluğu sevmez. Boşluk, dedikodu ve medyanın kafasına göre takılıp bir dolu uzmanla yaptığı programlarla, yaratacağı algı kaosu ve hiç istenmeyen bir kamu vicdanı yönlendirmesiyle dolabilir…
Bunu da hiç istemeyiz değil mi?..
Koç doğrusunu yapar…
Dün gazetelerde bir haber vardı. “Koç, meslek lisesi projesini özel sektöre devretti. Koç Holding elde ettiği birikimi Özel Sektör Gönüllüler Derneği ve 21 şirketle paylaşacak”… Koç Topluluğu ile ilgili genel algım şudur: Koç ne yaparsa iyi yapar… Uzun boylu düşünür, planlar, neredeyse sıfır hata ile uygular. ‘Meslek Lisesi Memleket Meselesi’ projesi de böyle bir işti. Bu nedenle son atılan adımı anlamakta güçlük çektiğimi itiraf etmeliyim. Belki de beklentim çok yüksekti ondan anlamakta zorlanıyorum…
Geçen yıl heyecanlanıp şöyle yazmışım:
“Meslek Lisesi Memleket Meselesi, Koç Holding’in yüzakı projelerinden biridir. ‘Sosyal sorumluluk projeleri ve bu projelerin iletişimi anlamında son 10 yılın en etkili işleri hangileridir?’ diye şöyle bir düşünecek olsam, gönül rahatlığıyla ilk sıraya koyabileceğim örnek çalışmalardan ilki...
… Avrupa Komisyonu’nca desteklenen ve Business in the Community tarafından düzenlenen Avrupa Çalışan Gönüllülüğü 2011 Programı’nda büyük ödülün sahibi olan proje, 2010’da 28 ülkeden 2 bine yakın başvuru arasından ‘Kurumsal Sosyal Sorumluluk’ kategorisinde ‘Sabre Ödülü’ne layık görüldü. Geçen yıl, ayrıca dünyanın en prestijli iş ödüllerinden biri olan Stevie Awards kapsamında da ödül alan proje, 2009’da Magellan Ödülleri’nde ‘Toplumla İlişkiler’ kategorisinde gümüş madalya almaya hak kazanmıştı. Projenin bir ödülü daha var: Özel Sektör Gönüllüler Derneği’nin ‘En Başarılı Gönüllülük Projesi’ ödülü…”
Yapılan bütün araştırmalarda Meslek Lisesi kavramı ile Koç Topluluğu adı bir arada anılmaktadır. Hem de toplumun tüm katmanları ve kesimlerince… Bundan iyisi Şam’da kayısı… Bu kadar sağlam bir kenetlenmeyi belki bir de Eczacıbaşı – Kültür Sanat eşlemesinde, ya da Garanti – Caz, Efes – Blues, Borusan – Filarmoni, Sabancı – Özürlülerin Desteklenmesi gibi ‘kavramsal bütünleşmeler’de görmek mümkün…
Hal böyleyken, Koç eline geçirdiği bu büyük avantajı neden bıraktı acaba… Yetkililere cepten ulaşmaya çalıştım. Olmadı. Cumartesiydi tabii. Ancak yapılan resmi açıklamalar işin arka planı hakkında yeterince fikir vermedi…
Ne diyelim. Hayırlısı olsun… Mutlaka bir bildikleri vardır. Bu kadar büyük bir iletişim avantajını bir derneğe bırakıyorlarsa, bundan da sonunda olumlu bir algı değişikliği bekliyor olmalılar. Koç yaparsa mutlaka doğrusunu yapar değil mi?..
Seda’ya Kırmızı yakışmış
Seda Kaya Güler ile tanışalı kaç yıl oldu söylemeyeceğim. Çünkü o ilk tanıştığımız günkü gibi, hoş ve çekici… Hiç yaş almamış gibi… Son kitabının promosyonu için çektirdiği fotoğraflara, ya da bizim Elif Aktuğ’un 27 Mayıs Pazar günü yayınlanan röportajındaki görüntülere bakınca, başarılı bir ‘genç kızdan’ başkasını göremiyorum…
‘Kıpkırmızı’ adlı kitabı kadar pazarlama iletişimindeki başarısından dolayı da kutluyorum Seda’yı. Ben edebiyat ve sanatçıların köşelerinde oturup keşfedilmeyi beklemelerine karşı oldum hep.
Kitap tanıtımında şöyle deniliyor:
“Kırmızı, cinselliğini yaşamak isteyen genç bir kadının hezeyanlarından doğdu. Evlenmiş ayrılmış bu genç kadının üzerindeki baba ve aile baskısı o kadar yoğundu ki, 36 yaşında olmasına karşın bir türlü flört edemiyor, gece bir yemek yemek için ayaküstü ailesine kırk yalan söylemek zorunda kalıyordu. Yeniden evlenmek isteyen bu kadın, adamı tanımak, yemeğe çıkmak, hatta sevişmekten yanaydı ki, ilk evliliğinde yaşadığı hayal kırıklığını yaşamasın! Çünkü cinsellikten hiç bir şey anlamamıştı bu evlilikten.”
Vaat yerinde… Kutluyorum Seda’yı… ‘Popüler edebiyat’, ancak doğru pazarlama iletişimi ile gelişir… Klasikler ve zor edebiyat metinleri de ancak popüler edebiyattan geçilerek hazmedilebilir…
Bugün de “Suriye’ye ne yapalım?” diye sorsak mesele… Allah muhafaza… Dağlara taşlara… Nihat Doğan vermiş yanıtı, sosyal medyada…
Allah’tan sosyal medya yönetmiyor Türkiye’nin dış siyasetini…
Aslında yaman çelişkilerden biri. Hani, “kamu vicdanı, kamu oyu, milletin özgür iradesi” gibi iri lafları çok beğeniriz ya… Hadi gidelim ‘millet iradesine’…Bu gibi durumlarda zor değil mi?..
O halde ne yapmak lazım?.. Kamuoyunun algısını yönetmek, kriz yönetiminin ilkelerini yerine getirmek lazım… Ben bu yazıyı yazarken “Gereken yapılacaktır!” açıklamalarının üzerinden 14 saat geçmişti ve resmi makamlardan hiçbir ses çıkmıyordu… Dün öğlen 12.00 Haberlerinde NTV’de Gökhan Gerçek “Ankara’da sessizlik devam ediyor!” diyordu… İşte bu olmaz…
Bu bir ‘kriz’ durumudur. Kriz durumunda ‘Kriz İletişimi’ kuralları uygulanır. Nedir bunlar: 1. Hızlı reaksiyon. Geçen her an algılamayı bozma lehine çalışır 2. Saat başı bilgilendirme 3. Bilgilendirmenin birinci elden yapılması.
Daha fazlası da sıralanabilir. Ancak bu ilk üçü hayati öneme sahiptir. Olmazsa ne olur? İletişim boşluğu sevmez. Boşluk, dedikodu ve medyanın kafasına göre takılıp bir dolu uzmanla yaptığı programlarla, yaratacağı algı kaosu ve hiç istenmeyen bir kamu vicdanı yönlendirmesiyle dolabilir…
Bunu da hiç istemeyiz değil mi?..
Koç doğrusunu yapar…
Dün gazetelerde bir haber vardı. “Koç, meslek lisesi projesini özel sektöre devretti. Koç Holding elde ettiği birikimi Özel Sektör Gönüllüler Derneği ve 21 şirketle paylaşacak”… Koç Topluluğu ile ilgili genel algım şudur: Koç ne yaparsa iyi yapar… Uzun boylu düşünür, planlar, neredeyse sıfır hata ile uygular. ‘Meslek Lisesi Memleket Meselesi’ projesi de böyle bir işti. Bu nedenle son atılan adımı anlamakta güçlük çektiğimi itiraf etmeliyim. Belki de beklentim çok yüksekti ondan anlamakta zorlanıyorum…
Geçen yıl heyecanlanıp şöyle yazmışım:
“Meslek Lisesi Memleket Meselesi, Koç Holding’in yüzakı projelerinden biridir. ‘Sosyal sorumluluk projeleri ve bu projelerin iletişimi anlamında son 10 yılın en etkili işleri hangileridir?’ diye şöyle bir düşünecek olsam, gönül rahatlığıyla ilk sıraya koyabileceğim örnek çalışmalardan ilki...
… Avrupa Komisyonu’nca desteklenen ve Business in the Community tarafından düzenlenen Avrupa Çalışan Gönüllülüğü 2011 Programı’nda büyük ödülün sahibi olan proje, 2010’da 28 ülkeden 2 bine yakın başvuru arasından ‘Kurumsal Sosyal Sorumluluk’ kategorisinde ‘Sabre Ödülü’ne layık görüldü. Geçen yıl, ayrıca dünyanın en prestijli iş ödüllerinden biri olan Stevie Awards kapsamında da ödül alan proje, 2009’da Magellan Ödülleri’nde ‘Toplumla İlişkiler’ kategorisinde gümüş madalya almaya hak kazanmıştı. Projenin bir ödülü daha var: Özel Sektör Gönüllüler Derneği’nin ‘En Başarılı Gönüllülük Projesi’ ödülü…”
Yapılan bütün araştırmalarda Meslek Lisesi kavramı ile Koç Topluluğu adı bir arada anılmaktadır. Hem de toplumun tüm katmanları ve kesimlerince… Bundan iyisi Şam’da kayısı… Bu kadar sağlam bir kenetlenmeyi belki bir de Eczacıbaşı – Kültür Sanat eşlemesinde, ya da Garanti – Caz, Efes – Blues, Borusan – Filarmoni, Sabancı – Özürlülerin Desteklenmesi gibi ‘kavramsal bütünleşmeler’de görmek mümkün…
Hal böyleyken, Koç eline geçirdiği bu büyük avantajı neden bıraktı acaba… Yetkililere cepten ulaşmaya çalıştım. Olmadı. Cumartesiydi tabii. Ancak yapılan resmi açıklamalar işin arka planı hakkında yeterince fikir vermedi…
Ne diyelim. Hayırlısı olsun… Mutlaka bir bildikleri vardır. Bu kadar büyük bir iletişim avantajını bir derneğe bırakıyorlarsa, bundan da sonunda olumlu bir algı değişikliği bekliyor olmalılar. Koç yaparsa mutlaka doğrusunu yapar değil mi?..
Seda’ya Kırmızı yakışmış
Seda Kaya Güler ile tanışalı kaç yıl oldu söylemeyeceğim. Çünkü o ilk tanıştığımız günkü gibi, hoş ve çekici… Hiç yaş almamış gibi… Son kitabının promosyonu için çektirdiği fotoğraflara, ya da bizim Elif Aktuğ’un 27 Mayıs Pazar günü yayınlanan röportajındaki görüntülere bakınca, başarılı bir ‘genç kızdan’ başkasını göremiyorum…
‘Kıpkırmızı’ adlı kitabı kadar pazarlama iletişimindeki başarısından dolayı da kutluyorum Seda’yı. Ben edebiyat ve sanatçıların köşelerinde oturup keşfedilmeyi beklemelerine karşı oldum hep.
Kitap tanıtımında şöyle deniliyor:
“Kırmızı, cinselliğini yaşamak isteyen genç bir kadının hezeyanlarından doğdu. Evlenmiş ayrılmış bu genç kadının üzerindeki baba ve aile baskısı o kadar yoğundu ki, 36 yaşında olmasına karşın bir türlü flört edemiyor, gece bir yemek yemek için ayaküstü ailesine kırk yalan söylemek zorunda kalıyordu. Yeniden evlenmek isteyen bu kadın, adamı tanımak, yemeğe çıkmak, hatta sevişmekten yanaydı ki, ilk evliliğinde yaşadığı hayal kırıklığını yaşamasın! Çünkü cinsellikten hiç bir şey anlamamıştı bu evlilikten.”
Vaat yerinde… Kutluyorum Seda’yı… ‘Popüler edebiyat’, ancak doğru pazarlama iletişimi ile gelişir… Klasikler ve zor edebiyat metinleri de ancak popüler edebiyattan geçilerek hazmedilebilir…