Tahrifat Cumhuriyet Gazetesi'ne yakışmaz
13 Aralık 2009 Akşam Gazetesi
Bu yazının yeri ve zamanı bugün müdür, tam emin olamadım... Aslında gün yüzüne dün çıkacaktı. Ancak Anayasa Mahkemesi kararı yüzünden son anda başka bir yazıya yerini terk etmek zorunda kaldı. Yani yeterince düşünecek zamanım vardı. Düşündüm ve görüşlerimi sizlerle paylaşmaya karar verdim...
***
Bende var olan marka sadakat duygusuna en belirgin örnek hiç şüphesiz Cumhuriyet Gazetesi'dir. Kendimi bildim bileli Cumhuriyet alırım.
Okur musun? Hayır her yerini okumam...
İçindeki görüşlerle tamamen mutabık mısın? Hayır değilim. Ama yaşamasını isterim. Ve bunun için de elimden geleni yaparım. Belki de sadece adı Cumhuriyet olduğu için... Görüşleriyle mutabık olmasam da İlhan Selçuk'u uzun yıllar öncesinden tanıyıp bir aile büyüğüm gibi sevdiğim için... Belki de bünyesinde Ümit Zileli gibi, çok sevmekle birlikte anlaşamadığımız konusunda mükemmelen anlaştığımız dostlarım bulunduğu için... Ya da hepsi birden...
Marka sadakati başka nasıl açıklanabilir ki, zaten?...
Biraz da bu sadakat yüzünden olsa gerek Cumhuriyet'in neyi nasıl yazdığına çok dikkat ederim. Gazetenin ortalama okuyucusu da böyledir zaten...
Örneğin cuma günkü Cumhuriyet'te 'Pe Ke Ke' vurgusuna bu nedenle takılmış olabilirim...
***
Bilindiği gibi Türkçe'de sessiz harfler 'e' harfiyle okunur. Be, Ce, De, Fe, Ge, He, Je, Ke, Le, Me, Ne, Pe, Re, Se, Şe, Te, Ve, Ye, Ze...
Yani He'yi Ha diye okuyup, örneğin Cumhuriyet Halk Partisi'nin baş harflerini Ce Ha Pe (ya da Ce Aş Pe) diye telaffuz etmenin veya bir zamanların en etkili sol örgütlerinden THKP'yi, 'Te Aş Ka Pe' diye okumanın dayandığı bir Türkçe imla kuralı yoktur.
Ama buna rağmen, her iki kullanıma da sık sık rastlamak mümkündür.
PKK'ya gelince, durum farklıdır. Türkçe yazım kuralına uygun olmasa da 'PKK karşıtları', terör örgütünün adını imla kurallarımıza aykırı olmasına rağmen 'Pe Ka Ka' diye dile getirmeye başladılar ve bu söyleyiş biçimi 'galatımeşhur' (TDK'ye göre: Genelleştiği için yanlışlığına önem verilmeden kullanılagelen söz, deyim, terim, yaygın yanlış) haline geldi. PKK sempatizanları ise örgüte, yazım kurallarına daha uygun bir şekilde 'Pe Ke Ke' demeyi tercih ettiler. Sonuçta kamuoyunda ve kamu vicdanında söyleyişe göre duruş farklılıkları algılanmaya başlandı.
***
Cumhuriyet Gazetesi belli ki 'Pe Ke Ke' demeyi tercih etmiş. Sorsak, niye böyle yapıyorsunuz diye; büyük bir olasılıkla diyeceklerdir ki, 'Türk Dil Kurumu'na (TDK) göre kural bu. Te De Ke'ye göre Pe Ke Ke denmesi gerekiyor.'
İşte tipik bir 'Algılama Yönetimi' örneği... Haklı olmak, haklı olarak algılanmayı 'zorunlu' kılmıyor... (Bu laf A. Saydam'a ait demekten rahatsız olanlar, 'John Smith demiş ki...' diye söze başlayabilirler. Hiç alınmam. Alıştım, çünkü...)
Kurallar dünyasında yüzde yüz haklı olunduğu durumlarda iletişim konusunda çok büyük hasar görülebileceği gerçeğini burada bir kez daha hatırlatalım. Onca sadakatle bağlı olduğum markam, beni bile tedirgin etti. Hadi kırk yıllık milli takıma, sizin dışınızda kimseler kullanmasa da, ulusal takım diyorsunuz. 'Tarzları bu', deyip geçiyorum... Ama şu PeKeKe işini bir kez daha düşünmenizde yarar var sanki?
Gazete içinde haber kullanımında Pe Ke Ke diye yazmanızı bile bir miktar hazmetmek yukarıdaki kurallar nedeniyle mümkün olabilir belki, ancak cuma günkü gazetede Deniz Baykal'dan ve Bülent Arınç'tan, bir tanesi birinci sayfadan olmak üzere nal gibi kullandığınız alıntıları ne yapacağız?.. Önce düzeltmenin gözünden kaçmış bir hata sandım. Sonra baktım ki, her iki atıfta da birkaç kez kullanılmış. Yani Baykal da Arınç da size göre 'Pe Ke Ke' diyorlar.
***
İşte bu olmaz. Buna hangi ülkeye giderseniz gidin medya dilinde 'tahrifat' denir. Ve de tahrifat Cumhuriyet Gazetesi'ne yakışmaz.
Ben böyle yazdım diye düzelteceklerini zannetmiyorum ama en azından Baykal'a ve Arınç'a bir özür borçlu olduklarını bilecekler ve hiç değilse konuyu aralarında tartışacaklardır. Bu da benim markamı yönetenlere yakışır.
Ali Taran'dan vefa örneği
Filmlerin jeneriklerini seyretmeyi sevmem yadırganabilir... Bu yüzden sinemadan en son çıkmamı garipseyenler de olabilir. Ancak ben çok severim jenerik izlemeyi. Ve bazen hayli ilginç şeyler öğrenirim o notlardan.
Tıpkı Ali Taran'ın 'No Ofsayt' adını verdiği filminde olduğu gibi... Film bitti... Jenerik... Sonunda bir not... İthaf notu. Ali Taran filmi üç kişiye ithaf etmiş: Annesine, Babasına ve Ali Tara'ya... Yıllarca onun reklam filmlerinin yönetmenliği yapmış, Bay Pardon (Kaan Girgin), 'Banka şubelerini hiç sevmem' (Güven Kıraç), 'Haydi hayırlı tıraşlar' (Ali Desidero - Yıldırım Memişoğlu, No Ofsayt'ın da starı...) gibi tiplemeleri ekrana taşımış olan, benim hayattaki en yakın dostlarımdan rahmetli Ali Tara'ya...
Duygulanmamak elde değil. Ali Taran bir anda gözümde büyüdü. Onun bu vefa duygusu ve 'hakikatliliği' karşısında saygıyla eğildim. Ve seyirciden çok kendisi için çekmiş olduğunu düşündüğüm filmi, çok daha sıcak gelmeye başladı gözüme...
Bu yazının yeri ve zamanı bugün müdür, tam emin olamadım... Aslında gün yüzüne dün çıkacaktı. Ancak Anayasa Mahkemesi kararı yüzünden son anda başka bir yazıya yerini terk etmek zorunda kaldı. Yani yeterince düşünecek zamanım vardı. Düşündüm ve görüşlerimi sizlerle paylaşmaya karar verdim...
***
Bende var olan marka sadakat duygusuna en belirgin örnek hiç şüphesiz Cumhuriyet Gazetesi'dir. Kendimi bildim bileli Cumhuriyet alırım.
Okur musun? Hayır her yerini okumam...
İçindeki görüşlerle tamamen mutabık mısın? Hayır değilim. Ama yaşamasını isterim. Ve bunun için de elimden geleni yaparım. Belki de sadece adı Cumhuriyet olduğu için... Görüşleriyle mutabık olmasam da İlhan Selçuk'u uzun yıllar öncesinden tanıyıp bir aile büyüğüm gibi sevdiğim için... Belki de bünyesinde Ümit Zileli gibi, çok sevmekle birlikte anlaşamadığımız konusunda mükemmelen anlaştığımız dostlarım bulunduğu için... Ya da hepsi birden...
Marka sadakati başka nasıl açıklanabilir ki, zaten?...
Biraz da bu sadakat yüzünden olsa gerek Cumhuriyet'in neyi nasıl yazdığına çok dikkat ederim. Gazetenin ortalama okuyucusu da böyledir zaten...
Örneğin cuma günkü Cumhuriyet'te 'Pe Ke Ke' vurgusuna bu nedenle takılmış olabilirim...
***
Bilindiği gibi Türkçe'de sessiz harfler 'e' harfiyle okunur. Be, Ce, De, Fe, Ge, He, Je, Ke, Le, Me, Ne, Pe, Re, Se, Şe, Te, Ve, Ye, Ze...
Yani He'yi Ha diye okuyup, örneğin Cumhuriyet Halk Partisi'nin baş harflerini Ce Ha Pe (ya da Ce Aş Pe) diye telaffuz etmenin veya bir zamanların en etkili sol örgütlerinden THKP'yi, 'Te Aş Ka Pe' diye okumanın dayandığı bir Türkçe imla kuralı yoktur.
Ama buna rağmen, her iki kullanıma da sık sık rastlamak mümkündür.
PKK'ya gelince, durum farklıdır. Türkçe yazım kuralına uygun olmasa da 'PKK karşıtları', terör örgütünün adını imla kurallarımıza aykırı olmasına rağmen 'Pe Ka Ka' diye dile getirmeye başladılar ve bu söyleyiş biçimi 'galatımeşhur' (TDK'ye göre: Genelleştiği için yanlışlığına önem verilmeden kullanılagelen söz, deyim, terim, yaygın yanlış) haline geldi. PKK sempatizanları ise örgüte, yazım kurallarına daha uygun bir şekilde 'Pe Ke Ke' demeyi tercih ettiler. Sonuçta kamuoyunda ve kamu vicdanında söyleyişe göre duruş farklılıkları algılanmaya başlandı.
***
Cumhuriyet Gazetesi belli ki 'Pe Ke Ke' demeyi tercih etmiş. Sorsak, niye böyle yapıyorsunuz diye; büyük bir olasılıkla diyeceklerdir ki, 'Türk Dil Kurumu'na (TDK) göre kural bu. Te De Ke'ye göre Pe Ke Ke denmesi gerekiyor.'
İşte tipik bir 'Algılama Yönetimi' örneği... Haklı olmak, haklı olarak algılanmayı 'zorunlu' kılmıyor... (Bu laf A. Saydam'a ait demekten rahatsız olanlar, 'John Smith demiş ki...' diye söze başlayabilirler. Hiç alınmam. Alıştım, çünkü...)
Kurallar dünyasında yüzde yüz haklı olunduğu durumlarda iletişim konusunda çok büyük hasar görülebileceği gerçeğini burada bir kez daha hatırlatalım. Onca sadakatle bağlı olduğum markam, beni bile tedirgin etti. Hadi kırk yıllık milli takıma, sizin dışınızda kimseler kullanmasa da, ulusal takım diyorsunuz. 'Tarzları bu', deyip geçiyorum... Ama şu PeKeKe işini bir kez daha düşünmenizde yarar var sanki?
Gazete içinde haber kullanımında Pe Ke Ke diye yazmanızı bile bir miktar hazmetmek yukarıdaki kurallar nedeniyle mümkün olabilir belki, ancak cuma günkü gazetede Deniz Baykal'dan ve Bülent Arınç'tan, bir tanesi birinci sayfadan olmak üzere nal gibi kullandığınız alıntıları ne yapacağız?.. Önce düzeltmenin gözünden kaçmış bir hata sandım. Sonra baktım ki, her iki atıfta da birkaç kez kullanılmış. Yani Baykal da Arınç da size göre 'Pe Ke Ke' diyorlar.
***
İşte bu olmaz. Buna hangi ülkeye giderseniz gidin medya dilinde 'tahrifat' denir. Ve de tahrifat Cumhuriyet Gazetesi'ne yakışmaz.
Ben böyle yazdım diye düzelteceklerini zannetmiyorum ama en azından Baykal'a ve Arınç'a bir özür borçlu olduklarını bilecekler ve hiç değilse konuyu aralarında tartışacaklardır. Bu da benim markamı yönetenlere yakışır.
Ali Taran'dan vefa örneği
Filmlerin jeneriklerini seyretmeyi sevmem yadırganabilir... Bu yüzden sinemadan en son çıkmamı garipseyenler de olabilir. Ancak ben çok severim jenerik izlemeyi. Ve bazen hayli ilginç şeyler öğrenirim o notlardan.
Tıpkı Ali Taran'ın 'No Ofsayt' adını verdiği filminde olduğu gibi... Film bitti... Jenerik... Sonunda bir not... İthaf notu. Ali Taran filmi üç kişiye ithaf etmiş: Annesine, Babasına ve Ali Tara'ya... Yıllarca onun reklam filmlerinin yönetmenliği yapmış, Bay Pardon (Kaan Girgin), 'Banka şubelerini hiç sevmem' (Güven Kıraç), 'Haydi hayırlı tıraşlar' (Ali Desidero - Yıldırım Memişoğlu, No Ofsayt'ın da starı...) gibi tiplemeleri ekrana taşımış olan, benim hayattaki en yakın dostlarımdan rahmetli Ali Tara'ya...
Duygulanmamak elde değil. Ali Taran bir anda gözümde büyüdü. Onun bu vefa duygusu ve 'hakikatliliği' karşısında saygıyla eğildim. Ve seyirciden çok kendisi için çekmiş olduğunu düşündüğüm filmi, çok daha sıcak gelmeye başladı gözüme...