Takılacak bir ‘kulp’ mutlaka bulunur
10 Şubat 2018 - Yeni Şafak
Neyin nasıl olmayacağını söylemekten başka bir şey yapmaya aklı ve zekası pek yetmeyenler eminiz ki şu habere de mutlaka bir kulp takacaklardır. Yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye 564,80 tonluk altın rezervi ile dünya altın rezervi ülke sıralamasına 10. sıradan giriş yaparak, Hindistan’ın önüne geçmiş…
Sıralamada birinciliği ise 8 bin 133 ton altın rezervine sahip ABD alırken, ikinci sırada 3 bin 373 ton ile Almanya, üçüncü sırada 2 bin 451 ton ile İtalya, dördüncü sırada 2 bin 436 ton ile Fransa yer almış. Bu listede Türkiye’nin çabasının ayan beyan ortada olduğunu görüp ifade etmek yerine, süslü ama alengirli sorularla işin aslında sanıldığı gibi olmadığı şüphesini uyandırabilecek yetenekte, çözümden çok kaynayan kazanı karıştırmayı seven, iflah olmaz müzmin muhalif damardan ilhamlanan pek çok analistimiz var; eksik olmasınlar.
Türkiye çok ciddi bir mücadele içine girmiş bulunuyor. Terör belasından kurtulmak için canını dişine takmış savaşıyor. Bu arada Dolar bir türlü yükselmiyor… Buna da bir kulp bulunur tabii ki. Küresel piyasalardaki borsa çöküşlerini örnek göstererek, “Efendim, Dolar her yerde değer kaybediyor,” şeklinde görüş serdedenlerimiz, boğayı boynuzlarından tutup oturtmaya çalışan ekonomi yönetiminin çabasını da hafifletme gayreti içinde olduklarını saklamazlar da zaten.
Ekonomide üretim çarkının döndüğünü gösteren önemli bir veri olan Türkiye İmalat PMI (Satın Alma Yöneticileri Endeksi), ocakta 55,7’ye seviyesine yükselerek son 7 yılın zirvesini görmüş. İSO Başkanı Erdal Bahçıvan, demiş ki: "PMI'deki iyileşme hızlanan üretim büyümesinden geliyor". Kulp hazır: Bunlar yandaş… Rakamlar uyduma…
Enerjisa’nın halka açılmasında yabancı yatırımcıların büyük talebiyle karşılaşılmış… Bu arada Airbus Yönetim Kurulu Üyesi Thierry Baril, Türkiye'nin yatırım için stratejik bir yer olduğunu belirterek, "Türkiye'ye yatırım yaptık, yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Türkiye, dünyada en etkin, verimli ve performans gösteren yerlerden biri" demiş...
Bu haberlerin hepsine nasılsa takılacak kulplar hazırdır. İçlerinden biri çıkıp da “Baksanıza Londra'da lüks apartmanlar tozlandı; binlerce daire boş duruyormuş... Beş benzemez konumundaki beş büyüklerde derdin bini bir para” falan da demez.
Yeter ki, sorunların içinden çıkmaya çalışanlar bizimkiler olsun. Onların becerisi kadar, başta ekonomi alanında olmak üzere pek çok konuda kulp takmakta, kusur ve bahane bulmakta ustalaşmış, ağzı da pekala lâf yapan nice yorumcumuz var… Allah başımızdan eksik etmesin. Sayelerinde sabrı öğrenmek mümkün. Bu da az şey mi?
İki müthiş konser…
Biri bir albüm lansmanıydı. Muhteşem bir akşamdı yaşadığımız. Kısaydı. 19.00’da başladı. 21.00’de bitti. Ancak hem katılım çok iyiydi hem de ziyafet…
Bir müzik ziyafetinden söz ediyoruz. Dilek Türkan hanımın yeni albümü ‘An’ı takdimi. İki bölümden söz etti Dilek hanım. Biri 1918. Diğeri de 100 sene sonrası. Yani 2018…
Kendi anılarıyla buluşan, örtüşen ve toplumun aslında tüm kesimlerini kültürel anlamda dikine kesebilen şarkıları ve bazı orijinal besteleri seslendirdi.
Dilek hanıma eşlik eden orkestra, bir başka deyişle saz heyeti, başta uluslararası düzeyde işlere de imza atan kemençe virtüözü Derya Türkan olmak üzere her biri kendi alanında büyük usta sanatçılardan oluşmuştu…
‘An’ şu anda müzik portallerinde var. Derya hanım ve arkadaşları gerek arkadaki dev ekrana da yansıyan, müziklerine eşlik eden, renk cümbüşü soyut görüntülerle, gerekse parçaların arasındaki geçişlerdeki hikâyelerle birbirlerine bağlanan parçaların ahengiyle ve nihayet Dilek hanımın billur gibi sesiyle bu ülkede yalnız ve yabancı olmadığımızı bir kez daha hatırlattılar bize…
Sözünü etmek istediğimiz ikinci konserde ise İtalyan besteci ve piyano ustası Ludovico Einaudi ve orkestrasını izledik. Yaptığı sinema müzikleriyle de tanınan Einaudi gösterisinde de salon doluydu. Özellikle de gençlerin aslında dinlemesi pek de kolay olmayan bu müziğe ilgi göstermeleri hayli dikkat çekiciydi.
Yeni Şafak’ta 5 Şubat günü hakkında hayli uzun bir yazı yayınlanmış olan Einaudi, müziklerini, matematik karşılığını bir besteci titizliğiyle aradığı izlenimini yaratan olağanüstü bir görsellikle sundu. Belki o görsellik olmasa, bir tür fraktal yapıyı çağrıştıran parçalarını konser ortamında dinlemek daha da zorlayıcı olabilirdi.
Her iki gösterinin ortak yanı var mıydı? Bence vardı. Üç kelime ile özetlemek gerekirse ortak yanlarını ortaya koyabilecek şu üç kavramı hatırlayabiliriz:
Cesaret, ciddiyet ve derinlik…
Sıralamada birinciliği ise 8 bin 133 ton altın rezervine sahip ABD alırken, ikinci sırada 3 bin 373 ton ile Almanya, üçüncü sırada 2 bin 451 ton ile İtalya, dördüncü sırada 2 bin 436 ton ile Fransa yer almış. Bu listede Türkiye’nin çabasının ayan beyan ortada olduğunu görüp ifade etmek yerine, süslü ama alengirli sorularla işin aslında sanıldığı gibi olmadığı şüphesini uyandırabilecek yetenekte, çözümden çok kaynayan kazanı karıştırmayı seven, iflah olmaz müzmin muhalif damardan ilhamlanan pek çok analistimiz var; eksik olmasınlar.
Türkiye çok ciddi bir mücadele içine girmiş bulunuyor. Terör belasından kurtulmak için canını dişine takmış savaşıyor. Bu arada Dolar bir türlü yükselmiyor… Buna da bir kulp bulunur tabii ki. Küresel piyasalardaki borsa çöküşlerini örnek göstererek, “Efendim, Dolar her yerde değer kaybediyor,” şeklinde görüş serdedenlerimiz, boğayı boynuzlarından tutup oturtmaya çalışan ekonomi yönetiminin çabasını da hafifletme gayreti içinde olduklarını saklamazlar da zaten.
Ekonomide üretim çarkının döndüğünü gösteren önemli bir veri olan Türkiye İmalat PMI (Satın Alma Yöneticileri Endeksi), ocakta 55,7’ye seviyesine yükselerek son 7 yılın zirvesini görmüş. İSO Başkanı Erdal Bahçıvan, demiş ki: "PMI'deki iyileşme hızlanan üretim büyümesinden geliyor". Kulp hazır: Bunlar yandaş… Rakamlar uyduma…
Enerjisa’nın halka açılmasında yabancı yatırımcıların büyük talebiyle karşılaşılmış… Bu arada Airbus Yönetim Kurulu Üyesi Thierry Baril, Türkiye'nin yatırım için stratejik bir yer olduğunu belirterek, "Türkiye'ye yatırım yaptık, yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Türkiye, dünyada en etkin, verimli ve performans gösteren yerlerden biri" demiş...
Bu haberlerin hepsine nasılsa takılacak kulplar hazırdır. İçlerinden biri çıkıp da “Baksanıza Londra'da lüks apartmanlar tozlandı; binlerce daire boş duruyormuş... Beş benzemez konumundaki beş büyüklerde derdin bini bir para” falan da demez.
Yeter ki, sorunların içinden çıkmaya çalışanlar bizimkiler olsun. Onların becerisi kadar, başta ekonomi alanında olmak üzere pek çok konuda kulp takmakta, kusur ve bahane bulmakta ustalaşmış, ağzı da pekala lâf yapan nice yorumcumuz var… Allah başımızdan eksik etmesin. Sayelerinde sabrı öğrenmek mümkün. Bu da az şey mi?
İki müthiş konser…
Biri bir albüm lansmanıydı. Muhteşem bir akşamdı yaşadığımız. Kısaydı. 19.00’da başladı. 21.00’de bitti. Ancak hem katılım çok iyiydi hem de ziyafet…
Bir müzik ziyafetinden söz ediyoruz. Dilek Türkan hanımın yeni albümü ‘An’ı takdimi. İki bölümden söz etti Dilek hanım. Biri 1918. Diğeri de 100 sene sonrası. Yani 2018…
Kendi anılarıyla buluşan, örtüşen ve toplumun aslında tüm kesimlerini kültürel anlamda dikine kesebilen şarkıları ve bazı orijinal besteleri seslendirdi.
Dilek hanıma eşlik eden orkestra, bir başka deyişle saz heyeti, başta uluslararası düzeyde işlere de imza atan kemençe virtüözü Derya Türkan olmak üzere her biri kendi alanında büyük usta sanatçılardan oluşmuştu…
‘An’ şu anda müzik portallerinde var. Derya hanım ve arkadaşları gerek arkadaki dev ekrana da yansıyan, müziklerine eşlik eden, renk cümbüşü soyut görüntülerle, gerekse parçaların arasındaki geçişlerdeki hikâyelerle birbirlerine bağlanan parçaların ahengiyle ve nihayet Dilek hanımın billur gibi sesiyle bu ülkede yalnız ve yabancı olmadığımızı bir kez daha hatırlattılar bize…
Sözünü etmek istediğimiz ikinci konserde ise İtalyan besteci ve piyano ustası Ludovico Einaudi ve orkestrasını izledik. Yaptığı sinema müzikleriyle de tanınan Einaudi gösterisinde de salon doluydu. Özellikle de gençlerin aslında dinlemesi pek de kolay olmayan bu müziğe ilgi göstermeleri hayli dikkat çekiciydi.
Yeni Şafak’ta 5 Şubat günü hakkında hayli uzun bir yazı yayınlanmış olan Einaudi, müziklerini, matematik karşılığını bir besteci titizliğiyle aradığı izlenimini yaratan olağanüstü bir görsellikle sundu. Belki o görsellik olmasa, bir tür fraktal yapıyı çağrıştıran parçalarını konser ortamında dinlemek daha da zorlayıcı olabilirdi.
Her iki gösterinin ortak yanı var mıydı? Bence vardı. Üç kelime ile özetlemek gerekirse ortak yanlarını ortaya koyabilecek şu üç kavramı hatırlayabiliriz:
Cesaret, ciddiyet ve derinlik…