Tam da Cumhurbaşkanlığı’nın işi
23 NİSAN 2010
Bugün 23 Nisan. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı… Dünyada kaç ülkede bir ulusal bayram çocuklara armağan edilmiştir? Hem de halkı temsil eden meclisin kuruluşunun yıldönümünde... Hangi ülke çocuk bayramı kutlar?..
Ben bilmiyorum. Herhalde ilk biziz…
Peki, işte size sınav sorusu: Neden bu durumu bir uluslar arası ‘konu yönetimi’ haline getiremiyoruz? Neden 23 Nisan’ı bir ‘Küresel bir Marka’ yapamıyoruz?…
TRT’nin dünyadaki pek çok ülkenin TV kanallarıyla işbirliği içinde düzenlediği ve diğer ülkelerin çocuklarının folklorik giysi ve danslarıyla katılarak bir şenlik haline getirdikleri olay çok sempatik ancak bir küresel marka girişimi değil.
Bu soruların yanıtı bir tane: Ülke markası için gereken ‘entegre iletişim’ modelini henüz yaratamadık ondan… O model ki, Türkiye markasının vaadini doğru olarak koyacak, ülkeye güveni ve talebi artıracak ve doğal olarak pek çok lokal markamızın dünya piyasalarında itibar kazanması sürecinde çarpan etkisi yapacak… Bu model aynı zamanda da 23 Nisan Çocuk, 19 Mayıs Gençlik gibi odağında tüm toplum katmanlarını dikine kesen duyarlılıkların olduğu kavramların da birer marka haline gelmelerini sağlayacaktır…
Çalışmanın bir adresi olduğunu artık biliyoruz. Sahibi var bu konunun: Cumhurbaşkanlığı… Uzun zamandır ilk kez devletin en üst makamı ülke markasının adam gibi yönetilmesi için çaba harcamaya, bir model geliştirilmesini desteklemeye başlamıştır… Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu ile (Tour of Turkey 2010) çok başarılı bir sınav verdiler mesela (Nihayet TRT, bisikletçilerin orasına burasına mozaik atıp, sponsor işini kösteklemeye çalışmıyor)…
Aynı anlayışla, bünyesinde sağlamaya başladığı birikimle Cumhurbaşkanlığı’nın bütün yıla yayılan faaliyetler zinciriyle 23 Nisan Bayramı’nın esas sahibi TBMM’ye yardımcı olması işleri hızlandırıp kolaylaştıracaktır…
Sinan Çetin Doğuş Çay’ın yüzü olmalı
Elektronik mesajları da kısacıktır, aynen telefon konuşmaları gibi. Attilâ İlhan ustanın deyişiyle, “Dur, çişim var!” dedirtir adama… Sürekli bir telaş… Sürekli karşısındakine “Boş konuşuyorsun, kısa kes!” mesajı…
Sinan Çetin’i her konuda anlaşamasak da çok severim… Sanırım o da aynı duygularla benden söz edecektir… Bugün yeni tanıştıklarımla 30 – 40 yıllık dostluklarım olamayacağını biliyorum. Uzun zamandır bu arkadaşlarımın ‘kıymetini bilmeyi’ öğrenmeye çalışıyorum; üstümden salak sübjektivizmi, sersem tarafsızlığı, gerzek doğrucu davutluğu silkelemeye çaba harcayarak… Hayatımdaki ‘asarıatika’lara daha sıkı sarılır oldum… Bu nedenle Sinan bir şey rica etti mi; iki elim kanda olsa bırakıp koşarım…
Yine öyle yaptım… “İzlemeni istedim. Sevgiler. Sinan Çetin” diye yazmış… Ekinde de bir film var. Doğuş Çay için çektiği son reklam filmi… Hemen izledim. Hem de birkaç kere…
Sinan bu kez yüreğini koymuş işe. Sadece kendini değil. Bildiğim kadarıyla Doğuş Çay’ın iletişim alanında neredeyse her şeyi… Bugün Doğuş Çay’ın algılama boyutunda geldiği noktada çok emeği vardır…
Bu kez ağzından Doğuş Çay çıkmıyor… Kendi yaptıklarını ve Anadolu halkını nasıl gözlemlediğini anlatıyor… Sinemacı olarak geziyor ya; izlenimler oralardan… Doğuş Çay’ı anlatmıyor; ancak bütün ‘deyişler’ Doğuş Çay’a çıkıyor…
Ben çok sevdim filmi… İki nedenle. Bir: Beni markaya yakınlaştırmasıyla… İki: Mesajının yalınlığıyla… İnandırıcılığıyla… İçtenliğiyle…
Kafama yatmayan bir, iki husus vardı tabii… Bir: Sinan Çetin ismini yazmalıydı bir yere: ‘Sinan Çetin – Yönetmen’… Şöhret iletişimi yönetiminde esastır. Şöhretin yıpratılmasını en aza indirmek… Yıpratılması kaçınılmaz ise bunu ya ücretle ya da başka jestlerle karşılamak…
İki: Gazete ve dergi reklamı entegrasyonu bana yokmuş gibi geldi… Olmazsa olmaz…
Üç: PR eksik geldi… Sinan Çetin’in eski filmlerinden (anlaşılır olanlarından) bir setin Doğuş Çay’la ilişkilendirilerek promosyonda kullanılması… Karadeniz’de geçen bir aşk hikayesinin gönül tellerini titretmeyi beceren bir kadın yazar tarafından kaleme Sinan Çetin tarafından da filme alınması; buna da Volkan Konak’ın müzik yapması vb…
Şimdiki de iyi ya… Ama biraz eksik…
Ben bilmiyorum. Herhalde ilk biziz…
Peki, işte size sınav sorusu: Neden bu durumu bir uluslar arası ‘konu yönetimi’ haline getiremiyoruz? Neden 23 Nisan’ı bir ‘Küresel bir Marka’ yapamıyoruz?…
TRT’nin dünyadaki pek çok ülkenin TV kanallarıyla işbirliği içinde düzenlediği ve diğer ülkelerin çocuklarının folklorik giysi ve danslarıyla katılarak bir şenlik haline getirdikleri olay çok sempatik ancak bir küresel marka girişimi değil.
Bu soruların yanıtı bir tane: Ülke markası için gereken ‘entegre iletişim’ modelini henüz yaratamadık ondan… O model ki, Türkiye markasının vaadini doğru olarak koyacak, ülkeye güveni ve talebi artıracak ve doğal olarak pek çok lokal markamızın dünya piyasalarında itibar kazanması sürecinde çarpan etkisi yapacak… Bu model aynı zamanda da 23 Nisan Çocuk, 19 Mayıs Gençlik gibi odağında tüm toplum katmanlarını dikine kesen duyarlılıkların olduğu kavramların da birer marka haline gelmelerini sağlayacaktır…
Çalışmanın bir adresi olduğunu artık biliyoruz. Sahibi var bu konunun: Cumhurbaşkanlığı… Uzun zamandır ilk kez devletin en üst makamı ülke markasının adam gibi yönetilmesi için çaba harcamaya, bir model geliştirilmesini desteklemeye başlamıştır… Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu ile (Tour of Turkey 2010) çok başarılı bir sınav verdiler mesela (Nihayet TRT, bisikletçilerin orasına burasına mozaik atıp, sponsor işini kösteklemeye çalışmıyor)…
Aynı anlayışla, bünyesinde sağlamaya başladığı birikimle Cumhurbaşkanlığı’nın bütün yıla yayılan faaliyetler zinciriyle 23 Nisan Bayramı’nın esas sahibi TBMM’ye yardımcı olması işleri hızlandırıp kolaylaştıracaktır…
Sinan Çetin Doğuş Çay’ın yüzü olmalı
Elektronik mesajları da kısacıktır, aynen telefon konuşmaları gibi. Attilâ İlhan ustanın deyişiyle, “Dur, çişim var!” dedirtir adama… Sürekli bir telaş… Sürekli karşısındakine “Boş konuşuyorsun, kısa kes!” mesajı…
Sinan Çetin’i her konuda anlaşamasak da çok severim… Sanırım o da aynı duygularla benden söz edecektir… Bugün yeni tanıştıklarımla 30 – 40 yıllık dostluklarım olamayacağını biliyorum. Uzun zamandır bu arkadaşlarımın ‘kıymetini bilmeyi’ öğrenmeye çalışıyorum; üstümden salak sübjektivizmi, sersem tarafsızlığı, gerzek doğrucu davutluğu silkelemeye çaba harcayarak… Hayatımdaki ‘asarıatika’lara daha sıkı sarılır oldum… Bu nedenle Sinan bir şey rica etti mi; iki elim kanda olsa bırakıp koşarım…
Yine öyle yaptım… “İzlemeni istedim. Sevgiler. Sinan Çetin” diye yazmış… Ekinde de bir film var. Doğuş Çay için çektiği son reklam filmi… Hemen izledim. Hem de birkaç kere…
Sinan bu kez yüreğini koymuş işe. Sadece kendini değil. Bildiğim kadarıyla Doğuş Çay’ın iletişim alanında neredeyse her şeyi… Bugün Doğuş Çay’ın algılama boyutunda geldiği noktada çok emeği vardır…
Bu kez ağzından Doğuş Çay çıkmıyor… Kendi yaptıklarını ve Anadolu halkını nasıl gözlemlediğini anlatıyor… Sinemacı olarak geziyor ya; izlenimler oralardan… Doğuş Çay’ı anlatmıyor; ancak bütün ‘deyişler’ Doğuş Çay’a çıkıyor…
Ben çok sevdim filmi… İki nedenle. Bir: Beni markaya yakınlaştırmasıyla… İki: Mesajının yalınlığıyla… İnandırıcılığıyla… İçtenliğiyle…
Kafama yatmayan bir, iki husus vardı tabii… Bir: Sinan Çetin ismini yazmalıydı bir yere: ‘Sinan Çetin – Yönetmen’… Şöhret iletişimi yönetiminde esastır. Şöhretin yıpratılmasını en aza indirmek… Yıpratılması kaçınılmaz ise bunu ya ücretle ya da başka jestlerle karşılamak…
İki: Gazete ve dergi reklamı entegrasyonu bana yokmuş gibi geldi… Olmazsa olmaz…
Üç: PR eksik geldi… Sinan Çetin’in eski filmlerinden (anlaşılır olanlarından) bir setin Doğuş Çay’la ilişkilendirilerek promosyonda kullanılması… Karadeniz’de geçen bir aşk hikayesinin gönül tellerini titretmeyi beceren bir kadın yazar tarafından kaleme Sinan Çetin tarafından da filme alınması; buna da Volkan Konak’ın müzik yapması vb…
Şimdiki de iyi ya… Ama biraz eksik…