'Tanrı yoksa her şey mübahtır...'
13 Şubat 2009 Akşam Gazetesi
Ne kadar çok şey anlatır bu laf... Dostoyevski, 'Suç ve Ceza'da romanın kahramanı Raskolnikov'a söyletir bunu. Özellikle bizimki gibi 'ortak ruhi şekillenmesi' içinde 'kaos'a pek yer olmayan, dirlik ve düzenliğin her zaman arandığı milletlerde çok büyük anlamı vardır... Halk deyişiyle 'Körün tuttuğunu öptüğü' ortamları sevmeyiz biz...
Aynı şey dil için de geçerlidir... Milli kültürün en önemli birleştirici unsurudur dil... Her ülkede o ülke dilinin raconunu kesen bir kurum vardır... Almanya Duden, Fransa'da Academie Française gibi... Bizde de Türk Dil Kurumu bu göreve sahiptir.
Bu kurumlar, dilin kendi dinamikleri içinde kullanıma yeni kavramlar önerir; bunlardan bazıları kullanımda kalır, bazıları da kullanılmaya kullanılmaya atrofiye uğrar ve yok olur giderler... Örneğin 'bilgisayar' tutmuş bir 'yeni kelime'dir... Atölye için önerilen 'işlik' ise tutmamış. Kampüs yerine 'yerleşke' yavaş yavaş 'yerleşirken', 'anahtarcı' yerine önerilmiş olan 'açkıcı'nın hiçbir şansı olmamıştır...
En önemlisi de hükümet bu otodinamik gelişmeye kesinlikle müdahale etmez, işi halkın, üniversitenin, özel sektörün, edebiyat ve sanat dünyasının kendi dinamiklerine bırakır; onlara güvenir...
Dün haberlerde vardı: Mili Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Türk Dil Kurumu'nun (TDK), 'informal eğitim' için önerdiği 'sargın eğitim' kavramını eleştirmiş. 'Bunu tek kelime ile saçma buluyorum' demiş... Çelik, 'Plaket yerine 'onurluk', sempozyum yerine, 'bilgi şöleni' diyorlar. Verem bilgi şöleni olmaz. Şölen dediğimizde akla, eğlence gelir. Gayrı ciddi olmayalım' şeklinde konuşmuş...
Bakanın herkesin içindeki bu müdahalesi uzamış gitmiş...
Ben önerilen kelimeleri çok beğendim... Hiç de gayrı ciddi bulmadım... Bakalım tutacak mı?
Marka sadece yasalarla korunmaz...
Şu Nursace konusunu daha önce de yazmıştım. Dileyenler arama motorlarından birine 'Ali Saydam Akşam Nursace' yazarlarsa, karşılarına hem benim 'Üzgünüm ama, Nursace ne yazık ki marka değildir...' başlıklı yazım, hem de Nursace ürünlerini satan şirketin patronu Sayın Nurettin Sabri Çelik'in (Nursace, üç ismin ilk ikişer harfinden oluşmuş) bana yazdıkları gelecektir... Bursa'dan bize yazan Erdem Akbaş kardeşimizin e-postası Nursace'nin bir kez daha gündemimize gelmesine neden oldu. Şöyle demiş Erdem:
'Belki duymuşsunuzdur son iki yıldır dünyada çok popüler olan UGG isimli Avustralya kökenli botlar var. Türkiye'de ilk kez geçen sene satılmaya başlanmıştı.
Bu sene Ankara'dan bir girişimci, İstanbul'da aynı zamanda Kanyon'daki Via Pella isimli ayakkabı mağazasının da sahipleri olan bir firma ile ortak olarak bu botların ABD'den ithalatına başladı. Biz de kendilerinin Bursa bayii olduk. İstanbul Kanyon Via Pella, İstinye Park Shoe City ve Deriden gibi noktalarda satışa başladı. Biz de de satışları gayet iyi gidiyordu. Fiyatları geçen sene Home Store'da 800 TL civarında iken, bu sene bu bahsettiğim ithalatçılar 495 olarak belirlediler.
Gelin görin ki, bundan 15-20 gün kadar önce bizim bulunduğumuz AVM'de de mağazası olan Nursace bunların Türkiye'de benzerlerini yaptırıp 195 TL'den satmaya başladı.
Maalesef kanunlardaki boşluklardan ve bu ürünün Türkiye'de resmi bir distribütörü henüz olmadığı için yasal olarak bir şey yapamıyoruz. Ben de bir e-mail yazıp medyada daha önce UGG botlar ya da Nursace ile ilgili yazı yazmış olan kişilere göndermeye başladım. Sabah'tan Ayşe Özyılmazel'e, Hürriyet'ten de Cengiz Semercioğlu'na gönderdik. Sizinle de konuyu paylaşmak istedim.
Nursace bu sefer işi daha da ileri götürüp sahtesine orijinal etiket koymuş. ABD'de 160 USD olan bir ürünün Türkiye'de 199 TL olamayacağını müşterilere anlatmaya çalışıyoruz. Ayrıca ürünlerin dikiş yerleri ve içinde kullanılan malzemelerden kesinlikle orijinal olmadığı anlaşılıyor.
Benim çabam sizce bir işe yarar mı?'
Sevgili Erdem kardeşimizin bireysel çabasının kısa zamanda bir işe yarayacağı konusunda ciddi endişem var. Bu gibi durumlarda uğraşması gereken iki kuruluş UGG ve onun Türkiye'deki ortağıdır... Türkiye'de fikri haklar, son yasal düzenlemelerle çok sıkı bir şekilde koruma altına alınmıştır. Mehmet Gün Hukuk Bürosu gibi (mutlaka başkaları da vardır) özellikle fikri haklar konusunda uzmanlaşmış hukuk büroları vardır...
Nursace yetkilileri dilerlerse bu sütunlarda tabii ki cevap haklarını kullanabilirler...
Marka, kapitalist sistemin en karmaşık, en entelektüel ürünüdür... Korunması da benzer bir yapısal yaklaşım gerektirir. Bu, sadece yasal yollarla gerçekleşmez. İletişimi adam gibi yönetmek de gerekir... Örneğin Coca-Cola'nın niye sahtesi çıkmaz? Ya da diğer pek çok markanın?.. UGG ve ortağının iletişimlerini hakkaniyetle yürüttüklerini iddia edebilir miyiz?..
Sanmıyorum...
Ne kadar çok şey anlatır bu laf... Dostoyevski, 'Suç ve Ceza'da romanın kahramanı Raskolnikov'a söyletir bunu. Özellikle bizimki gibi 'ortak ruhi şekillenmesi' içinde 'kaos'a pek yer olmayan, dirlik ve düzenliğin her zaman arandığı milletlerde çok büyük anlamı vardır... Halk deyişiyle 'Körün tuttuğunu öptüğü' ortamları sevmeyiz biz...
Aynı şey dil için de geçerlidir... Milli kültürün en önemli birleştirici unsurudur dil... Her ülkede o ülke dilinin raconunu kesen bir kurum vardır... Almanya Duden, Fransa'da Academie Française gibi... Bizde de Türk Dil Kurumu bu göreve sahiptir.
Bu kurumlar, dilin kendi dinamikleri içinde kullanıma yeni kavramlar önerir; bunlardan bazıları kullanımda kalır, bazıları da kullanılmaya kullanılmaya atrofiye uğrar ve yok olur giderler... Örneğin 'bilgisayar' tutmuş bir 'yeni kelime'dir... Atölye için önerilen 'işlik' ise tutmamış. Kampüs yerine 'yerleşke' yavaş yavaş 'yerleşirken', 'anahtarcı' yerine önerilmiş olan 'açkıcı'nın hiçbir şansı olmamıştır...
En önemlisi de hükümet bu otodinamik gelişmeye kesinlikle müdahale etmez, işi halkın, üniversitenin, özel sektörün, edebiyat ve sanat dünyasının kendi dinamiklerine bırakır; onlara güvenir...
Dün haberlerde vardı: Mili Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Türk Dil Kurumu'nun (TDK), 'informal eğitim' için önerdiği 'sargın eğitim' kavramını eleştirmiş. 'Bunu tek kelime ile saçma buluyorum' demiş... Çelik, 'Plaket yerine 'onurluk', sempozyum yerine, 'bilgi şöleni' diyorlar. Verem bilgi şöleni olmaz. Şölen dediğimizde akla, eğlence gelir. Gayrı ciddi olmayalım' şeklinde konuşmuş...
Bakanın herkesin içindeki bu müdahalesi uzamış gitmiş...
Ben önerilen kelimeleri çok beğendim... Hiç de gayrı ciddi bulmadım... Bakalım tutacak mı?
Marka sadece yasalarla korunmaz...
Şu Nursace konusunu daha önce de yazmıştım. Dileyenler arama motorlarından birine 'Ali Saydam Akşam Nursace' yazarlarsa, karşılarına hem benim 'Üzgünüm ama, Nursace ne yazık ki marka değildir...' başlıklı yazım, hem de Nursace ürünlerini satan şirketin patronu Sayın Nurettin Sabri Çelik'in (Nursace, üç ismin ilk ikişer harfinden oluşmuş) bana yazdıkları gelecektir... Bursa'dan bize yazan Erdem Akbaş kardeşimizin e-postası Nursace'nin bir kez daha gündemimize gelmesine neden oldu. Şöyle demiş Erdem:
'Belki duymuşsunuzdur son iki yıldır dünyada çok popüler olan UGG isimli Avustralya kökenli botlar var. Türkiye'de ilk kez geçen sene satılmaya başlanmıştı.
Bu sene Ankara'dan bir girişimci, İstanbul'da aynı zamanda Kanyon'daki Via Pella isimli ayakkabı mağazasının da sahipleri olan bir firma ile ortak olarak bu botların ABD'den ithalatına başladı. Biz de kendilerinin Bursa bayii olduk. İstanbul Kanyon Via Pella, İstinye Park Shoe City ve Deriden gibi noktalarda satışa başladı. Biz de de satışları gayet iyi gidiyordu. Fiyatları geçen sene Home Store'da 800 TL civarında iken, bu sene bu bahsettiğim ithalatçılar 495 olarak belirlediler.
Gelin görin ki, bundan 15-20 gün kadar önce bizim bulunduğumuz AVM'de de mağazası olan Nursace bunların Türkiye'de benzerlerini yaptırıp 195 TL'den satmaya başladı.
Maalesef kanunlardaki boşluklardan ve bu ürünün Türkiye'de resmi bir distribütörü henüz olmadığı için yasal olarak bir şey yapamıyoruz. Ben de bir e-mail yazıp medyada daha önce UGG botlar ya da Nursace ile ilgili yazı yazmış olan kişilere göndermeye başladım. Sabah'tan Ayşe Özyılmazel'e, Hürriyet'ten de Cengiz Semercioğlu'na gönderdik. Sizinle de konuyu paylaşmak istedim.
Nursace bu sefer işi daha da ileri götürüp sahtesine orijinal etiket koymuş. ABD'de 160 USD olan bir ürünün Türkiye'de 199 TL olamayacağını müşterilere anlatmaya çalışıyoruz. Ayrıca ürünlerin dikiş yerleri ve içinde kullanılan malzemelerden kesinlikle orijinal olmadığı anlaşılıyor.
Benim çabam sizce bir işe yarar mı?'
Sevgili Erdem kardeşimizin bireysel çabasının kısa zamanda bir işe yarayacağı konusunda ciddi endişem var. Bu gibi durumlarda uğraşması gereken iki kuruluş UGG ve onun Türkiye'deki ortağıdır... Türkiye'de fikri haklar, son yasal düzenlemelerle çok sıkı bir şekilde koruma altına alınmıştır. Mehmet Gün Hukuk Bürosu gibi (mutlaka başkaları da vardır) özellikle fikri haklar konusunda uzmanlaşmış hukuk büroları vardır...
Nursace yetkilileri dilerlerse bu sütunlarda tabii ki cevap haklarını kullanabilirler...
Marka, kapitalist sistemin en karmaşık, en entelektüel ürünüdür... Korunması da benzer bir yapısal yaklaşım gerektirir. Bu, sadece yasal yollarla gerçekleşmez. İletişimi adam gibi yönetmek de gerekir... Örneğin Coca-Cola'nın niye sahtesi çıkmaz? Ya da diğer pek çok markanın?.. UGG ve ortağının iletişimlerini hakkaniyetle yürüttüklerini iddia edebilir miyiz?..
Sanmıyorum...