Tarkan pek çok şirketten daha tutarlı
23 Temmuz 2019 - Yeni Şafak
Hiç şüphesiz, ülkemizde şöhret yönetimini (marka yönetimi değil) en iyi yapan sanatçılardan biridir. Bu bağlamda çeşitli sosyal sorumluluk çalışmalarına katılan Tarkan, bu sefer de İzmir’deki flamingolarıyla meşhur Gediz Deltası’nın UNESCO Dünya Doğa Mirası ilan edilmesi için çağrıda bulunmuş. Daha önce de Burdur Gölü ve Hasankeyf gibi önemli doğal ve kültürel alanların korunmasıyla ilgili kampanyalara destek vermişti.
National Geographic’in ünlü belgeseli Büyük Göçler ülkemizde Tarkan’ın seslendirmesiyle yayınlanmıştı. 2010 yılında National Geographic dergisi, Kasım sayısında Tarkan’ın Kenya’da çektiği safari fotoğraflarından özel bir konu yapmıştı.
Instagram hesabından da Dünya ile, küresel ısınma ile ilgili belgeselleri, soyu tükenme tehlikesi altındaki ya da sayısı azalan hayvanlarla ilgili bilgi verici içerikleri takipçileriyle paylaşmış. 2017 yılında zeytin ağaçlarını unutmamış, dünya çevre gününü kutlamış. Biraz daha araştıranlar Tarkan’ın doğa için yaptığı başka çağrılara, işlere rastlayabilirler.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi de Tarkan’ın zaman zaman çağrıda bulunduğu, ‘mesaj’ verdiği konulardan biri. Mesela 2013 yılında, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle yaptığı açıklama müthiş, her cümlesinin altına imza atılacak türdendi.
O zaman da konu etmiştik. Şöyle diyordu Tarkan:
“Bence kutlanacak bir gün de değildir… Anneyi, anneliği kutsal sayan bu toplumda erkekler ne yazık ki hâlâ kadınları öldürüyor. Bu çelişkiyi anlamak mümkün değil. Bir yandan annesini, anneliği kutsuyor; diğer yandan başka annelere, anne adaylarına işkence ediyor, dövüyor. Hatta emeklerini sonuna kadar sömürüyor.
(…)
Erkek zulmüne uğramakta olan bütün kadınların acılarının dinmesi, ölüm ve şiddet riskinden kurtulmaları, çocuk gelinlerin kurtarılmaları ve bütün kadınların özgürleşmeleri gerekir. Hukukun, şiddete maruz kalan kadınları daha fazla desteklemesi gerekir. Hepimizin, kadınlara uygulanan şiddete karşı bilinçlenmesi ve sonuna kadar savaşması gerekir. 8 Mart, ancak o zaman kutlanacak bir gün olur.”
Tarkan bunları 2013’te söylemiş… O zamandan önce ve sonra sorunun çözümü için pek çok yasal değişiklik yapıldı. Kadınların yasal değişikliklerden çok uygulamadaki sorunlardan şikayetçi olduğunu gözlemliyoruz. Maalesef böyle…
Tarkan’ın sosyal sorumluluk alanında yaptığı açıklamalarla ilgili 12 Mart 2013’te Yeni Şafak’ta, yine aynı ay Marketing Türkiye’de yazılar yazmış ve iletişimin ‘3C kuralı’nın burada kilit öneme sahip olduğunu söylemiştik:
“Akla hemen bizim 3C kuralı geliyor: Creativity-Yaratıcılık, Consistency-Tutarlılık, Continuity-Sürdürülebilirlik…
Kapitalizm ve liberalizm bizim şöhret ekonomimize, dolayısıyla şöhret iletişimine bir türlü giremediği için Tarkan çapında bir starımızın hareket alanını tahkim edebilecek payandaların oluşması yolunda atılacak her adım desteklenmelidir. Yeter ki bu arada ‘süreklilik’ sağlanabilsin.”
Benim hatırladığım kadarıyla bu konuda süreklilik sağlayabilmiş tek sanatçımız Ediz Hun’dur. Şimdi Tarkan’ın da endişemizi giderdiğini, 3C kuralı’ndaki her C’nin hakkını verdiğini görüyoruz. Sosyal sorumluluk çalışmaları konusunda Tarkan’ın gösterdiği tutarlılık ve sürekliliği koca koca şirketlerin gösteremediğine şahit oluyoruz.
Güç kirlenmesine çok dikkat eden bir sanatçıdır Tarkan… Ne güç zehirlenmesi yaşar ne de güç kirlenmesi. Tatile çıkarken “gelin beni yakalayın” diye magazin gazetecilerine haber vermez. Saygınlığını korur. Sosyal sorumluluk konularında da atılması gereken adımları atması, bunu sürekli kılabilmesi ve bunlar gibi pek çok konudaki titiz davranışları nedeniyle ‘şöhret yönetimi’ konusunda çok başarılıdır.
Oysa aynı başarıyı marka yönetimi konusunda gösterdiğini söylemek zordur. 2003 yılında kendi çıkardığı parfümün lansmanına gitmemesi belki de Tarkan’ın marka meselesine pek itibar etmediğini gösteriyordur. Yazımızın girişinde şöhret ve marka yönetimi ayrımı yapmamızın nedenine gelince… Ünlü kişilerin markalaşmasından bahsedebilmemiz için gereken en önemli kriter, ‘marka genişlemesi’ne müsait olmaları... Yani tek başına adlarının bile, birincil para kazanma alanlarının dışında kıymet ifade etmesi…
Jennifer Lopez’in adını bir parfüme verdiğiniz an satışlarının fırlaması, Michael Jordan markalı spor giyim ürünlerinin pazarı kasıp kavurması gibi… Çıkardığı makyaj ürünleriyle dakikada 14.4 milyon dolarlık sipariş alan Kim Kardashian gibi…
Marka olmak için teknik başka detaylara ihtiyaç vardır… Tekrar edelim… Şöhret olmadan marka olunmaz; ama her şöhret de marka olamaz. Bunun için kapitalizmin oyun kurallarını dibine kadar bilmek ve uygulamak gerekir… Ortaya sermaye konulmalı, iş bölümü yaparak uzmanlarla çalışılmalı, sağlam ve işler bir organizasyon yapısı kurulmalıdır. Her işi kendi yapmaya kalkan, “adım yeter”ciler maalesef bu yolda kaybetmeye mahkûm oluyorlar.
National Geographic’in ünlü belgeseli Büyük Göçler ülkemizde Tarkan’ın seslendirmesiyle yayınlanmıştı. 2010 yılında National Geographic dergisi, Kasım sayısında Tarkan’ın Kenya’da çektiği safari fotoğraflarından özel bir konu yapmıştı.
Instagram hesabından da Dünya ile, küresel ısınma ile ilgili belgeselleri, soyu tükenme tehlikesi altındaki ya da sayısı azalan hayvanlarla ilgili bilgi verici içerikleri takipçileriyle paylaşmış. 2017 yılında zeytin ağaçlarını unutmamış, dünya çevre gününü kutlamış. Biraz daha araştıranlar Tarkan’ın doğa için yaptığı başka çağrılara, işlere rastlayabilirler.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi de Tarkan’ın zaman zaman çağrıda bulunduğu, ‘mesaj’ verdiği konulardan biri. Mesela 2013 yılında, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle yaptığı açıklama müthiş, her cümlesinin altına imza atılacak türdendi.
O zaman da konu etmiştik. Şöyle diyordu Tarkan:
“Bence kutlanacak bir gün de değildir… Anneyi, anneliği kutsal sayan bu toplumda erkekler ne yazık ki hâlâ kadınları öldürüyor. Bu çelişkiyi anlamak mümkün değil. Bir yandan annesini, anneliği kutsuyor; diğer yandan başka annelere, anne adaylarına işkence ediyor, dövüyor. Hatta emeklerini sonuna kadar sömürüyor.
(…)
Erkek zulmüne uğramakta olan bütün kadınların acılarının dinmesi, ölüm ve şiddet riskinden kurtulmaları, çocuk gelinlerin kurtarılmaları ve bütün kadınların özgürleşmeleri gerekir. Hukukun, şiddete maruz kalan kadınları daha fazla desteklemesi gerekir. Hepimizin, kadınlara uygulanan şiddete karşı bilinçlenmesi ve sonuna kadar savaşması gerekir. 8 Mart, ancak o zaman kutlanacak bir gün olur.”
Tarkan bunları 2013’te söylemiş… O zamandan önce ve sonra sorunun çözümü için pek çok yasal değişiklik yapıldı. Kadınların yasal değişikliklerden çok uygulamadaki sorunlardan şikayetçi olduğunu gözlemliyoruz. Maalesef böyle…
Tarkan’ın sosyal sorumluluk alanında yaptığı açıklamalarla ilgili 12 Mart 2013’te Yeni Şafak’ta, yine aynı ay Marketing Türkiye’de yazılar yazmış ve iletişimin ‘3C kuralı’nın burada kilit öneme sahip olduğunu söylemiştik:
“Akla hemen bizim 3C kuralı geliyor: Creativity-Yaratıcılık, Consistency-Tutarlılık, Continuity-Sürdürülebilirlik…
Kapitalizm ve liberalizm bizim şöhret ekonomimize, dolayısıyla şöhret iletişimine bir türlü giremediği için Tarkan çapında bir starımızın hareket alanını tahkim edebilecek payandaların oluşması yolunda atılacak her adım desteklenmelidir. Yeter ki bu arada ‘süreklilik’ sağlanabilsin.”
Benim hatırladığım kadarıyla bu konuda süreklilik sağlayabilmiş tek sanatçımız Ediz Hun’dur. Şimdi Tarkan’ın da endişemizi giderdiğini, 3C kuralı’ndaki her C’nin hakkını verdiğini görüyoruz. Sosyal sorumluluk çalışmaları konusunda Tarkan’ın gösterdiği tutarlılık ve sürekliliği koca koca şirketlerin gösteremediğine şahit oluyoruz.
Güç kirlenmesine çok dikkat eden bir sanatçıdır Tarkan… Ne güç zehirlenmesi yaşar ne de güç kirlenmesi. Tatile çıkarken “gelin beni yakalayın” diye magazin gazetecilerine haber vermez. Saygınlığını korur. Sosyal sorumluluk konularında da atılması gereken adımları atması, bunu sürekli kılabilmesi ve bunlar gibi pek çok konudaki titiz davranışları nedeniyle ‘şöhret yönetimi’ konusunda çok başarılıdır.
Oysa aynı başarıyı marka yönetimi konusunda gösterdiğini söylemek zordur. 2003 yılında kendi çıkardığı parfümün lansmanına gitmemesi belki de Tarkan’ın marka meselesine pek itibar etmediğini gösteriyordur. Yazımızın girişinde şöhret ve marka yönetimi ayrımı yapmamızın nedenine gelince… Ünlü kişilerin markalaşmasından bahsedebilmemiz için gereken en önemli kriter, ‘marka genişlemesi’ne müsait olmaları... Yani tek başına adlarının bile, birincil para kazanma alanlarının dışında kıymet ifade etmesi…
Jennifer Lopez’in adını bir parfüme verdiğiniz an satışlarının fırlaması, Michael Jordan markalı spor giyim ürünlerinin pazarı kasıp kavurması gibi… Çıkardığı makyaj ürünleriyle dakikada 14.4 milyon dolarlık sipariş alan Kim Kardashian gibi…
Marka olmak için teknik başka detaylara ihtiyaç vardır… Tekrar edelim… Şöhret olmadan marka olunmaz; ama her şöhret de marka olamaz. Bunun için kapitalizmin oyun kurallarını dibine kadar bilmek ve uygulamak gerekir… Ortaya sermaye konulmalı, iş bölümü yaparak uzmanlarla çalışılmalı, sağlam ve işler bir organizasyon yapısı kurulmalıdır. Her işi kendi yapmaya kalkan, “adım yeter”ciler maalesef bu yolda kaybetmeye mahkûm oluyorlar.