Temeldeki bilimler kuvvetliyse, korkmayın!..
15 Kasım 2010 - Marketin Türkiye
Geçen ay bu sayfada yayınlanan yazılarımdan birinin başlığı şu idi: “İlim ilim bilmektir. İlim kendini bilmektir.”
Benim yönetiminde bunduğum şirketlerdeki iletişim mezunu arkadaşların sayılarının yıllar içindeki artışını İletişim Fakültelerinin eğitimindeki kalitenin artışına bağlamıştım. Oranları 10 – 15 yılda yüzde 10’lardan yüzde 60’lara tırmanmıştı.
Halkla ilişkiler sektörünün ustalarından, ajansını ülkenin en başarılı PR şirketlerinden biri haline getirmeyi başarmış olan sevgili Necla Zarakol, o yazımızın üzerine bir mektup yazmış. Meseleyi bambaşka bir açıdan ele alıyor ve tecrübesini katarak tartışıyor. Önce ne dediklerine bakalım:
“Marketing Türkiye’deki yazını okudum, ama görüşlerine katılıp katılmama konusunda karar veremedim. Bu yazdığın konuyu nerdeyse 10 yıldır zaman zaman düşünüyorum.
Önce şunu söylemeliyim, Türkiye’nin ilk dört yıllık iletişim fakültesinin (o zamanki adıyla Basın Yayın Yüksek Okulu) ikinci yıl mezunlarından biri olarak ‘iletişim fakülteli’ olmanın önemini belirtmenden memnuniyet ve gurur duydum.
Benim okuduğum dönemde okulumuz gerçekten bize olağanüstü fırsatlar sundu. Çünkü Mektep-i Mülkiye’nin en değerli hocaları (Muammer Aksoy Hukuk, Turan Güneş Anayasa’ya Giriş, Mümtaz Soysal Anayasa, Nermin Abadan Unat Siyaset Bilimi, Şerif Mardin Siyasi Tarih, Seha Meray Devletler Hukuku, Metin And Müzik, Ünsal Oskay Haberleşme Teorileri gibi) temel dersleri vermek için okulumuzdaydı. Meslek derslerimizi ise Fransa, İngiltere ve ABD’den davet edilen televizyonculardan aldık. 40 kişilik bir sınıftık…
Okulumla gurur duyduğum için, şirket kurduğumda istedim ki, iletişim fakültelerinden, olabilirse özellikle kendi okulumdan öğrencilerle büyüsün şirketim… Kurduğum dönemde 5 kişilik şirkette 4 iletişim fakültesi mezunuyduk. Sadece sekreterimiz liseyi bitirmişti. Şirket büyürken de aman iletişim fakültelerinden gelenleri alayım diye bir telaş içinde oldum. Nitekim bugün bile 40 kişilik şirketimizin destek elemanları dışında 32 kişisinin tam yarısı yani 16 kişi iletişim fakültesi mezunudur. Bu durum sana göre şirkete bir derinlik katıyor... Bana göre ise bir soruna işaret ediyor...
Maalesef, ben bugün geldiğimiz noktada, müşterilerimizin iletişim ihtiyaçlarını çözmeye çalışırken iletişim fakültesi mezunu bazı arkadaşların ekonomi, sosyoloji, siyaset gibi alanlardaki bilgi derinliklerinin çoğu zaman yetersiz kaldığını saptıyorum.
Bir bankanın tepe yöneticileri için metin yazmak gerektiğinde, bir ilaç firmasının uymak zorunda olduğu kısıtları anlamaya çalışırken, bir FMCG şirketinin rekabet kurulu ile sorunlarını düşünürken ya da bir pazar araştırmasını yorumlarken iletişim fakültesi mezunu olmak yetmeyebiliyor.
O kişi, eğer kendiliğinden bu konulara meraklı, araştırmış, üzerinde düşünmüşse sorun yok. Ama standart iletişim eğitimi ile yetinmişse, ne yukarıda sözünü ettiğim tipteki özel müşterileri sunduğu hizmet üretimiyle memnun etmesi mümkün; ne de sektördeki kendi rakipleriyle eşit bir yarışta başarılı olması…
Yani klasik ‘iletişim fakültesi eğitimi’ kalitesi hususunda seninle ayni fikirde olamıyorum. Bizim ekibin kalan yarısında 5 ekonomi/isletme, 2 uluslararası ilişkiler, 2 sosyoloji, 2 turizm, 1 psikoloji, 1 mütercim tercümanlık, 2 felsefe eğitimi görmüş arkadaşımız var, hatta biri de mühendis. Bizim iletişimciler dengeyi kurmuşlar. Ya sektördeki diğerleri?..
Öte yandan en temel sorun yabancı dil... Yaptığımız işin temeli dünyayı yakından izlemeye dayanıyor. İletişim fakültesi mezunları geldiklerinde soruyoruz, ‘Yabancı dil ne durumda?’ Hemen boyunları bükülüveriyor.
Su anda bizim müşteri portföyümüzün % 70’i yabancı sermayeli şirket ve iletişimimizin % 60’ı iki dilli. Birçok müşterimiz için haber takibi, makale yorumları vs. gibi işler yapıyoruz. Bunları dışarıya gönderip önce İngilizceye çevirtiyoruz. Doğal olarak yaptığımız hizmetin müşteriye maliyeti yükseliyor. Çeviri bürolarının yavaşlığı, yetersizliği de işin cabası…
Bu tartışmayı aslında bu okulları açma kararı verenlerle yapmak gerekir. Geçenlerde gözüme çarptı. Türkiye’deki iletişim fakültelerinin sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Herhalde Ankara’daki bakanlıkların halkla ilişkiler bölümlerini de katsan, bu okul mezunları için her yıl doğacak açık pozisyon sayısı 500’ü geçmez. Ama sanıyorum her yıl 4.000’in üzerinde halkla ilişkiler bölümü mezunu piyasada iş aramaya koyuluyor. Her yıl bir sonrakine, bir yıl önce iş bulamamış yüzlerce fakülte mezunu devrediyor. Sonra yeniden 4.000 kişi daha…
Bu kadar okul olunca bunlara kaliteli eğitim vermek mümkün mü bilemiyorum. İstanbul’daki birkaç fakülte sektörle göreceli olarak yakın ilişkide? Onların programlarını ve eğitmenlerini az çok tanıyoruz. Onlar herhalde senin yazında konu ettiğin okullar. Ama çoğunluk aynı düzeyde değil. Bu mektubu yazarken beni rahatsız eden konu, ‘Bu okullara rağbet çok hemen bir tane daha açalım’ anlayışı. Her devlet ya da vakıf üniversitesinin içinde bir iletişim fakültesi olması şart mıdır?
İletişim fakültelerinin ‘halkla ilişkiler’ bölümleri yerine Batı’daki gibi, ‘liberal arts’ olarak anılan alanda temel eğitim almış kişiler için bir yüksek lisans hatta doktora programının devreye alınması amaca çok daha fazla hizmet edecektir.
Aslında, konuyu iletişim fakültelerinin hocaları ile tartışacağımız bir yuvarlak masa toplantısı düzenlesek, ihtiyaçlarımızı anlatmaya çalışsak, hayli ilgi çeker diye düşünüyorum. İşe de yarar belki…”
İletişim fakültelerinin yetiştirdiği gençlerin çalışmak için hedeflerinde bulunan şirketlerden birinin patronunu dinledik…
Sevgili Zarakol benimle mutabık olmadığını düşünüyor; ancak ben onunla mutabıkım… Çok yakın bir tarihte Bersay İletişim Enstitüsü’nde –umarız sektör sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği içinde- bir ‘Temel Bilimler Eğitim Programı’ başlatmayı planlamamızın nedeni de bu zaten… Bir de teşvik yaklaşımıyla programı destekleyeceğiz… Çalışarak izlenecek ve yaklaşık bir yıl sürecek olan programdan sertifika almış olanları Bersay şirketleri öncelikle işe alacak. Bu programa katılanlar katılmayanlara oranlara daha yüksek maaş alacaklar ve daha hızlı terfi edecekler.
Programda hangi dersler olacak? Necla Hanım’ın Siyasal’da okuduğu dersler. Onlara ilaveten Tarih, Coğrafya, Antropoloji, Finans, Ekonomi, Sanat Tarihi gibi dersler de …
Sizi anladığımızı sanıyorum, Necla Hanım…
TÜHİD Burslarına başvuru 22 Kasım’a kadar
Eğer Bersay İletişim Enstitüsü (BİE) kanalıyla kurumsal olarak yüksek lisans ve doktora öğrencilerine burs veriyor ve bütün kaynaklarımızı oraya aktarıyor olmasaydık, mutlaka bu projede TÜHİD’in yanında olmak isterdik.
Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD), Geleceğin Profesyonel Halkla İlişkiler Uzmanlarını desteklemek amacıyla “TÜHİD Genç İletişimcilere Destek Bursu” projesini başlatmış.
Burstan, İletişim Fakültelerinin Halkla İlişkiler Bölümünde öğrenim gören üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencileri 9 ay süreyle yararlandırılacakmış. 2010 yılı için 15 gence burs verilmesi planlanmış.
Burs Yönetmeliği www.tuhid.org adresinde yer alıyor. Adaylar bu siteden online başvurularını 22 Kasım’a kadar yapabileceklermiş… TÜHİD yönetimi puan sıralamasına göre 5 bursiyeri belirleyecekmiş.
Bu önemli bir başlangıç… TÜHİD’i kutlamak gerek. Ve tabii ki bu sayıyı önümüzdeki yıllarda üç haneli sayılara taşımasını dilemek…
İletişim öğrencilerine verilecek burslarda ikinci hedef yaşam ve kültürel gelişimlerini güçlendirmek üzere verilmekte olan bursun miktarını en azından asgari ücret düzeylerine çekmek olmalı… Son derece etkili çalışmalar sergileyen TÜHİD mutlaka bu konuda da bir yaklaşım sergileyecektir… Şimdi sıra, yıllardır bu sektörden para kazananlara gelmiştir. Hani müşterilerine “Halktan aldığınızın bir kısmını halka vermeniz gerekir!” diye sosyal sorumluluk projeleri sunan PR ajanslarımıza… Bakalım kaç şirket çıkıp, en azından ilave birer öğrenciye burs vererek 15 rakamını yukarıya çekmek için çaba harcayacak?
Mahsun’dan yine bir görsel şölen ve bol mesaj
Gereğinden fazla mesaj, gereğinden çok kavramın ve her şeyi aynı anda söyleme hasletinin iletişim boyutunda oluşturduğu etkiyi görmek için ‘New York’ta Beş Minare’ filmini mutlaka izlemek lazım.
Her iletişimciye vaciptir…
Mahsun Kırmızıgül’ün “bir filmde çok şey söyleme” yaklaşımı, sanatçının ‘üslubu’ haline gelmeye başladı sanki. Çok risklidir aslında… Bir anda bütün mesajlar birbirleri üzerinde bölen etkisi yapmaya başlayıverir ve algı sıfıra inebilir… Filmde böyle oluyor mu? Hayır olmuyor…
“Beyaz Melek" ve "Güneşi Gördüm" de aynı durum söz konusu idi aslında. Bildiğimiz için bu filmde de saydık… Tam 9 tane Dramatik ‘çatışma odaklı yapıtaşı’ bulduk:
1. Taassup-Hoşgörü, 2. Hayat-Ölüm, 3. Memleket Sevgisi-Memleket Hasreti, 4. Terör-Barış, 5. Farklı inançların birarada, saygı ve sevgiyle yaşayabileceği, 5. İnançta farklı - değerlerde ortak zeminde bir evlilik, 6. 11 Eylül mağduru FBI yöneticisi, 7. Doğu-Batı ikilemi, 8. Mesleki rekabet, 9. Kan davası…
Peki, bu kadar ‘mesaj kirliliği’ varsa, film yine de iş yapabilir mi? Kesinlikle yapabilir… Çünkü Mahsun Kırmızıgül’ün öteki filmlerinde de olduğu gibi, odaklandığı olağanüstü görsel şölen ve aksiyon sahnelerinin profesyonelliği insanları çekecektir…
Kıssadan hisse: İlle de çok az mesaj vereceksin, diye bir ilke olamaz demek ki… Mesajın sadece sayısı değil, biraz da onu nasıl verdiğin önemli…
Benim yönetiminde bunduğum şirketlerdeki iletişim mezunu arkadaşların sayılarının yıllar içindeki artışını İletişim Fakültelerinin eğitimindeki kalitenin artışına bağlamıştım. Oranları 10 – 15 yılda yüzde 10’lardan yüzde 60’lara tırmanmıştı.
Halkla ilişkiler sektörünün ustalarından, ajansını ülkenin en başarılı PR şirketlerinden biri haline getirmeyi başarmış olan sevgili Necla Zarakol, o yazımızın üzerine bir mektup yazmış. Meseleyi bambaşka bir açıdan ele alıyor ve tecrübesini katarak tartışıyor. Önce ne dediklerine bakalım:
“Marketing Türkiye’deki yazını okudum, ama görüşlerine katılıp katılmama konusunda karar veremedim. Bu yazdığın konuyu nerdeyse 10 yıldır zaman zaman düşünüyorum.
Önce şunu söylemeliyim, Türkiye’nin ilk dört yıllık iletişim fakültesinin (o zamanki adıyla Basın Yayın Yüksek Okulu) ikinci yıl mezunlarından biri olarak ‘iletişim fakülteli’ olmanın önemini belirtmenden memnuniyet ve gurur duydum.
Benim okuduğum dönemde okulumuz gerçekten bize olağanüstü fırsatlar sundu. Çünkü Mektep-i Mülkiye’nin en değerli hocaları (Muammer Aksoy Hukuk, Turan Güneş Anayasa’ya Giriş, Mümtaz Soysal Anayasa, Nermin Abadan Unat Siyaset Bilimi, Şerif Mardin Siyasi Tarih, Seha Meray Devletler Hukuku, Metin And Müzik, Ünsal Oskay Haberleşme Teorileri gibi) temel dersleri vermek için okulumuzdaydı. Meslek derslerimizi ise Fransa, İngiltere ve ABD’den davet edilen televizyonculardan aldık. 40 kişilik bir sınıftık…
Okulumla gurur duyduğum için, şirket kurduğumda istedim ki, iletişim fakültelerinden, olabilirse özellikle kendi okulumdan öğrencilerle büyüsün şirketim… Kurduğum dönemde 5 kişilik şirkette 4 iletişim fakültesi mezunuyduk. Sadece sekreterimiz liseyi bitirmişti. Şirket büyürken de aman iletişim fakültelerinden gelenleri alayım diye bir telaş içinde oldum. Nitekim bugün bile 40 kişilik şirketimizin destek elemanları dışında 32 kişisinin tam yarısı yani 16 kişi iletişim fakültesi mezunudur. Bu durum sana göre şirkete bir derinlik katıyor... Bana göre ise bir soruna işaret ediyor...
Maalesef, ben bugün geldiğimiz noktada, müşterilerimizin iletişim ihtiyaçlarını çözmeye çalışırken iletişim fakültesi mezunu bazı arkadaşların ekonomi, sosyoloji, siyaset gibi alanlardaki bilgi derinliklerinin çoğu zaman yetersiz kaldığını saptıyorum.
Bir bankanın tepe yöneticileri için metin yazmak gerektiğinde, bir ilaç firmasının uymak zorunda olduğu kısıtları anlamaya çalışırken, bir FMCG şirketinin rekabet kurulu ile sorunlarını düşünürken ya da bir pazar araştırmasını yorumlarken iletişim fakültesi mezunu olmak yetmeyebiliyor.
O kişi, eğer kendiliğinden bu konulara meraklı, araştırmış, üzerinde düşünmüşse sorun yok. Ama standart iletişim eğitimi ile yetinmişse, ne yukarıda sözünü ettiğim tipteki özel müşterileri sunduğu hizmet üretimiyle memnun etmesi mümkün; ne de sektördeki kendi rakipleriyle eşit bir yarışta başarılı olması…
Yani klasik ‘iletişim fakültesi eğitimi’ kalitesi hususunda seninle ayni fikirde olamıyorum. Bizim ekibin kalan yarısında 5 ekonomi/isletme, 2 uluslararası ilişkiler, 2 sosyoloji, 2 turizm, 1 psikoloji, 1 mütercim tercümanlık, 2 felsefe eğitimi görmüş arkadaşımız var, hatta biri de mühendis. Bizim iletişimciler dengeyi kurmuşlar. Ya sektördeki diğerleri?..
Öte yandan en temel sorun yabancı dil... Yaptığımız işin temeli dünyayı yakından izlemeye dayanıyor. İletişim fakültesi mezunları geldiklerinde soruyoruz, ‘Yabancı dil ne durumda?’ Hemen boyunları bükülüveriyor.
Su anda bizim müşteri portföyümüzün % 70’i yabancı sermayeli şirket ve iletişimimizin % 60’ı iki dilli. Birçok müşterimiz için haber takibi, makale yorumları vs. gibi işler yapıyoruz. Bunları dışarıya gönderip önce İngilizceye çevirtiyoruz. Doğal olarak yaptığımız hizmetin müşteriye maliyeti yükseliyor. Çeviri bürolarının yavaşlığı, yetersizliği de işin cabası…
Bu tartışmayı aslında bu okulları açma kararı verenlerle yapmak gerekir. Geçenlerde gözüme çarptı. Türkiye’deki iletişim fakültelerinin sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Herhalde Ankara’daki bakanlıkların halkla ilişkiler bölümlerini de katsan, bu okul mezunları için her yıl doğacak açık pozisyon sayısı 500’ü geçmez. Ama sanıyorum her yıl 4.000’in üzerinde halkla ilişkiler bölümü mezunu piyasada iş aramaya koyuluyor. Her yıl bir sonrakine, bir yıl önce iş bulamamış yüzlerce fakülte mezunu devrediyor. Sonra yeniden 4.000 kişi daha…
Bu kadar okul olunca bunlara kaliteli eğitim vermek mümkün mü bilemiyorum. İstanbul’daki birkaç fakülte sektörle göreceli olarak yakın ilişkide? Onların programlarını ve eğitmenlerini az çok tanıyoruz. Onlar herhalde senin yazında konu ettiğin okullar. Ama çoğunluk aynı düzeyde değil. Bu mektubu yazarken beni rahatsız eden konu, ‘Bu okullara rağbet çok hemen bir tane daha açalım’ anlayışı. Her devlet ya da vakıf üniversitesinin içinde bir iletişim fakültesi olması şart mıdır?
İletişim fakültelerinin ‘halkla ilişkiler’ bölümleri yerine Batı’daki gibi, ‘liberal arts’ olarak anılan alanda temel eğitim almış kişiler için bir yüksek lisans hatta doktora programının devreye alınması amaca çok daha fazla hizmet edecektir.
Aslında, konuyu iletişim fakültelerinin hocaları ile tartışacağımız bir yuvarlak masa toplantısı düzenlesek, ihtiyaçlarımızı anlatmaya çalışsak, hayli ilgi çeker diye düşünüyorum. İşe de yarar belki…”
İletişim fakültelerinin yetiştirdiği gençlerin çalışmak için hedeflerinde bulunan şirketlerden birinin patronunu dinledik…
Sevgili Zarakol benimle mutabık olmadığını düşünüyor; ancak ben onunla mutabıkım… Çok yakın bir tarihte Bersay İletişim Enstitüsü’nde –umarız sektör sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği içinde- bir ‘Temel Bilimler Eğitim Programı’ başlatmayı planlamamızın nedeni de bu zaten… Bir de teşvik yaklaşımıyla programı destekleyeceğiz… Çalışarak izlenecek ve yaklaşık bir yıl sürecek olan programdan sertifika almış olanları Bersay şirketleri öncelikle işe alacak. Bu programa katılanlar katılmayanlara oranlara daha yüksek maaş alacaklar ve daha hızlı terfi edecekler.
Programda hangi dersler olacak? Necla Hanım’ın Siyasal’da okuduğu dersler. Onlara ilaveten Tarih, Coğrafya, Antropoloji, Finans, Ekonomi, Sanat Tarihi gibi dersler de …
Sizi anladığımızı sanıyorum, Necla Hanım…
TÜHİD Burslarına başvuru 22 Kasım’a kadar
Eğer Bersay İletişim Enstitüsü (BİE) kanalıyla kurumsal olarak yüksek lisans ve doktora öğrencilerine burs veriyor ve bütün kaynaklarımızı oraya aktarıyor olmasaydık, mutlaka bu projede TÜHİD’in yanında olmak isterdik.
Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD), Geleceğin Profesyonel Halkla İlişkiler Uzmanlarını desteklemek amacıyla “TÜHİD Genç İletişimcilere Destek Bursu” projesini başlatmış.
Burstan, İletişim Fakültelerinin Halkla İlişkiler Bölümünde öğrenim gören üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencileri 9 ay süreyle yararlandırılacakmış. 2010 yılı için 15 gence burs verilmesi planlanmış.
Burs Yönetmeliği www.tuhid.org adresinde yer alıyor. Adaylar bu siteden online başvurularını 22 Kasım’a kadar yapabileceklermiş… TÜHİD yönetimi puan sıralamasına göre 5 bursiyeri belirleyecekmiş.
Bu önemli bir başlangıç… TÜHİD’i kutlamak gerek. Ve tabii ki bu sayıyı önümüzdeki yıllarda üç haneli sayılara taşımasını dilemek…
İletişim öğrencilerine verilecek burslarda ikinci hedef yaşam ve kültürel gelişimlerini güçlendirmek üzere verilmekte olan bursun miktarını en azından asgari ücret düzeylerine çekmek olmalı… Son derece etkili çalışmalar sergileyen TÜHİD mutlaka bu konuda da bir yaklaşım sergileyecektir… Şimdi sıra, yıllardır bu sektörden para kazananlara gelmiştir. Hani müşterilerine “Halktan aldığınızın bir kısmını halka vermeniz gerekir!” diye sosyal sorumluluk projeleri sunan PR ajanslarımıza… Bakalım kaç şirket çıkıp, en azından ilave birer öğrenciye burs vererek 15 rakamını yukarıya çekmek için çaba harcayacak?
Mahsun’dan yine bir görsel şölen ve bol mesaj
Gereğinden fazla mesaj, gereğinden çok kavramın ve her şeyi aynı anda söyleme hasletinin iletişim boyutunda oluşturduğu etkiyi görmek için ‘New York’ta Beş Minare’ filmini mutlaka izlemek lazım.
Her iletişimciye vaciptir…
Mahsun Kırmızıgül’ün “bir filmde çok şey söyleme” yaklaşımı, sanatçının ‘üslubu’ haline gelmeye başladı sanki. Çok risklidir aslında… Bir anda bütün mesajlar birbirleri üzerinde bölen etkisi yapmaya başlayıverir ve algı sıfıra inebilir… Filmde böyle oluyor mu? Hayır olmuyor…
“Beyaz Melek" ve "Güneşi Gördüm" de aynı durum söz konusu idi aslında. Bildiğimiz için bu filmde de saydık… Tam 9 tane Dramatik ‘çatışma odaklı yapıtaşı’ bulduk:
1. Taassup-Hoşgörü, 2. Hayat-Ölüm, 3. Memleket Sevgisi-Memleket Hasreti, 4. Terör-Barış, 5. Farklı inançların birarada, saygı ve sevgiyle yaşayabileceği, 5. İnançta farklı - değerlerde ortak zeminde bir evlilik, 6. 11 Eylül mağduru FBI yöneticisi, 7. Doğu-Batı ikilemi, 8. Mesleki rekabet, 9. Kan davası…
Peki, bu kadar ‘mesaj kirliliği’ varsa, film yine de iş yapabilir mi? Kesinlikle yapabilir… Çünkü Mahsun Kırmızıgül’ün öteki filmlerinde de olduğu gibi, odaklandığı olağanüstü görsel şölen ve aksiyon sahnelerinin profesyonelliği insanları çekecektir…
Kıssadan hisse: İlle de çok az mesaj vereceksin, diye bir ilke olamaz demek ki… Mesajın sadece sayısı değil, biraz da onu nasıl verdiğin önemli…