Ters ‘köşeci’ köşeciler
23 ŞUBAT 2007
Hem televizyonculuğu hem de gazete köşe yazarlığını aynı anda, aynı başarıyla yürütebilmek zor iştir. Bu konudaki en istikrarlı örnekler arasında Can Dündar, Mehmet Barlas, Ali Kırca’nın yanı sıra hiç düşünmeden Ahmet Hakan’ın adını da yazabiliriz. Bu tür insanların görüşlerine katılıp katılmamak hiç önemli değildir. Mutlaka bir göz atarsınız. Ben de Ahmet Hakan’ı tanıdığım ilk günden beri heyecanla izliyorum.
Şu sıra Kanaltürk ile ilgili en ilgi çekici tavrı o alıyor. Özetle demiş ki: “Hükümet muhalifi olmak bir tür ‘dokunulmazlık zırhı’ kazanmak anlamına gelir mi?... ‘Bana baskı yapıyorlar’ demek yerine açık ve şeffaf bir şekilde kurduğu kanalın ekonomik kaynağını neden açıklamaya yanaşmaz?... Tamam kimse Tuncay Özkan’a ‘muhalefet yapıyor’ diye dokunmasın ama o da ‘bu adam parayı nereden buldu?’ sorusuna bir yanıt versin.”
Herkes, hükümetin Kanaltürk’ün hesaplarının üstüne gitmesine, bunu bir baskı unsuru olarak kullandıkları gerekçesiyle karşı çıktı. İşte tam da bu noktada farklı bir görüş savunmak meseleye ters köşeden bakmak, cesaret işidir. Bunu geçmişte işin edebi yanına iyice ağırlık vererek en mükemmel şekilde Attila İlhan usta yapardı. Son yıllarda çarpıcı örneklerini mesela Yılmaz Özdil’de, Engin Ardıç’ta görüyoruz. Bazen ters köşe ‘herkese iyi gelir’...
Kent markası böyle yönetilmez!
Yaralı kentimiz Trabzon’da ‘Her yönüyle Trabzon’ etkinlikleri düzenlenmiş. Amaç, yaraları sarmak, Papaz Santori ve Hrant Dink cinayetleriyle sarsılan itibarı iade etmek, Trabzon markası’nı güçlendirmek.
Etkinliklere beş bakan katılmış ve ‘hepimiz Trabzonluyuz’ nidalarıyla horon tepmişler. Çok da iyi yapmışlar. Bu bir kentin marka yönetimine siyasilerin verebileceği maksimum katma değerdir.
Peki, Trabzon markası algılamasını nasıl düzeltir? Bunun tek yanıtı vardır. Trabzon markalı ürünlerle... Yani iş dünyasının bu konuya el atmasıyla... Nerede Trabzon markalı ürünler? Sümela Manastırı, Trabzonspor ve bir iki yayla dışında ne var? Yok! Nerede Trabzonlu iş adamları? İstanbul’da...
Ürünler olmaz, iş adamları memkleketlerine sahip çıkmazlarsa siyasilerin çabası havada kalır.
Sponsor inek değildir
Sponsorları sağılacak inek gibi görmenin ne kadar hatalı olduğunu bütün iletişimciler yıllardır söyler durur. Buna rağmen sponsorları ikna etmek için dünyaları vaad eden etkinlik yöneticileri, iş uygulamaya gelince sponsorların adını kuş pisliği boyutlarında ve oraya buraya yazmanın marifet olduğunu zannederler.
Sponsora nasıl yaklaşılması gerektiğini Şenes Erzik mükemmel bir şekilde vurgulamış: “Biz artık UEFA’da sponsor yerine partner yani ortak diyoruz.”
Bu minicik vurgunun ne kadar önemli olduğunu bütün etkinlik yöneticilerinin iyice kavraması gerekir. Erzik bu tespiti dört büyüklerin sponsoru olan ColaTurka’nın son reklam filmini tanıtmak için düzenlediği bir gecede söylemiş. Umarız dört büyükler mesajı alır da ColaTurka’ya sağılacak inek gibi bakmazlar.
Kâr beğeni için yeterli değil!
Dün bizim gazete dahil tüm yayın organlarında yer aldı. Ziraat Bankası 2.1 milyar YTL kâr etmiş. Ali Babacan Ziraat Bankası’nı öve öve bitirememiş. Bankanın Türkiye’nin en kârlı kuruluşu olduğunu belirtmiş. 2002 yılında 156 milyon YTL olan kârın bugün bu noktalara gelmesini bir başarı öyküsü olarak sunmuş.
Ziraat Bankası’nın algılaması için de aynı başarıdan söz edebilir miyiz?
Ne yazık ki hayır!
Ziraat Bankası, tanınmada belki çok yüksek puanlara erişmektedir ama beğeni puanlarında ilk beşe gireceği bile şüphelidir. Peki işini bu kadar iyi yapan bir banka algılanmasını aynı başarıyla niçin yönetemez? ‘İletişimi yönetmeyi’ kritik başarı faktörü olarak görmediği için. Yazık değil mi?
Şu sıra Kanaltürk ile ilgili en ilgi çekici tavrı o alıyor. Özetle demiş ki: “Hükümet muhalifi olmak bir tür ‘dokunulmazlık zırhı’ kazanmak anlamına gelir mi?... ‘Bana baskı yapıyorlar’ demek yerine açık ve şeffaf bir şekilde kurduğu kanalın ekonomik kaynağını neden açıklamaya yanaşmaz?... Tamam kimse Tuncay Özkan’a ‘muhalefet yapıyor’ diye dokunmasın ama o da ‘bu adam parayı nereden buldu?’ sorusuna bir yanıt versin.”
Herkes, hükümetin Kanaltürk’ün hesaplarının üstüne gitmesine, bunu bir baskı unsuru olarak kullandıkları gerekçesiyle karşı çıktı. İşte tam da bu noktada farklı bir görüş savunmak meseleye ters köşeden bakmak, cesaret işidir. Bunu geçmişte işin edebi yanına iyice ağırlık vererek en mükemmel şekilde Attila İlhan usta yapardı. Son yıllarda çarpıcı örneklerini mesela Yılmaz Özdil’de, Engin Ardıç’ta görüyoruz. Bazen ters köşe ‘herkese iyi gelir’...
Kent markası böyle yönetilmez!
Yaralı kentimiz Trabzon’da ‘Her yönüyle Trabzon’ etkinlikleri düzenlenmiş. Amaç, yaraları sarmak, Papaz Santori ve Hrant Dink cinayetleriyle sarsılan itibarı iade etmek, Trabzon markası’nı güçlendirmek.
Etkinliklere beş bakan katılmış ve ‘hepimiz Trabzonluyuz’ nidalarıyla horon tepmişler. Çok da iyi yapmışlar. Bu bir kentin marka yönetimine siyasilerin verebileceği maksimum katma değerdir.
Peki, Trabzon markası algılamasını nasıl düzeltir? Bunun tek yanıtı vardır. Trabzon markalı ürünlerle... Yani iş dünyasının bu konuya el atmasıyla... Nerede Trabzon markalı ürünler? Sümela Manastırı, Trabzonspor ve bir iki yayla dışında ne var? Yok! Nerede Trabzonlu iş adamları? İstanbul’da...
Ürünler olmaz, iş adamları memkleketlerine sahip çıkmazlarsa siyasilerin çabası havada kalır.
Sponsor inek değildir
Sponsorları sağılacak inek gibi görmenin ne kadar hatalı olduğunu bütün iletişimciler yıllardır söyler durur. Buna rağmen sponsorları ikna etmek için dünyaları vaad eden etkinlik yöneticileri, iş uygulamaya gelince sponsorların adını kuş pisliği boyutlarında ve oraya buraya yazmanın marifet olduğunu zannederler.
Sponsora nasıl yaklaşılması gerektiğini Şenes Erzik mükemmel bir şekilde vurgulamış: “Biz artık UEFA’da sponsor yerine partner yani ortak diyoruz.”
Bu minicik vurgunun ne kadar önemli olduğunu bütün etkinlik yöneticilerinin iyice kavraması gerekir. Erzik bu tespiti dört büyüklerin sponsoru olan ColaTurka’nın son reklam filmini tanıtmak için düzenlediği bir gecede söylemiş. Umarız dört büyükler mesajı alır da ColaTurka’ya sağılacak inek gibi bakmazlar.
Kâr beğeni için yeterli değil!
Dün bizim gazete dahil tüm yayın organlarında yer aldı. Ziraat Bankası 2.1 milyar YTL kâr etmiş. Ali Babacan Ziraat Bankası’nı öve öve bitirememiş. Bankanın Türkiye’nin en kârlı kuruluşu olduğunu belirtmiş. 2002 yılında 156 milyon YTL olan kârın bugün bu noktalara gelmesini bir başarı öyküsü olarak sunmuş.
Ziraat Bankası’nın algılaması için de aynı başarıdan söz edebilir miyiz?
Ne yazık ki hayır!
Ziraat Bankası, tanınmada belki çok yüksek puanlara erişmektedir ama beğeni puanlarında ilk beşe gireceği bile şüphelidir. Peki işini bu kadar iyi yapan bir banka algılanmasını aynı başarıyla niçin yönetemez? ‘İletişimi yönetmeyi’ kritik başarı faktörü olarak görmediği için. Yazık değil mi?