‘Toksik’leri CV’ye bakıp anlayamazsınız…
1 NİSAN 2016 mARKETİNG TÜRKİYE
Harvard Business School hocalarından Dylan Minor ile Yetenek Yönetimi ve İK Destek şirketi Cornerstone OnDemand’in Şef Analisti Michael Housman bir araştırma yapmışlar. Bu araştırma için iletişim, tüketici hizmetleri, finans, sağlık, sigorta ve perakende gibi çeşitli sektörlerden 11 firmadan 60.000 çalışanla ilgili veri tabanlarını taramışlar.
Vardıkları sonuç şu: Bir kuruluşun kültürü için en ‘masraflı unsur’, çevresindekilerin ve firmanın sağlığına zarar veren, zehirli (Onlar ‘Toksik’ demişler) çalışanlarmış… Araştırmaya göre, kabalık, nadanlık bunlardan bir grip salgını gibi hızla diğer çalışanlara bulaşabilir ve herkes bir ‘portör’ (taşıyıcı) işlevi görebilir.
Ben bu bilimsel çalışmayı okuyana kadar bu tür çalışanlara ‘Mikser’ (karıştırıcı) diyordum. Ancak teslim etmeliyim ki, Türk Dil Kurumu Büyük Sözlüğü’ne de girmiş olan ‘Toksik’ kavramı, tıbbî olmasına rağmen durumu çok daha iyi anlatıyor…
Araştırmaya göre bir toksik çalışan, firmadaki ikiden fazla ‘süper starın’ getirdiğini ‘götürmeye’ yetiyormuş… Süper star çalışanlar bir kuruluş içinde yüzde birlik dilimi oluşturup, adam başı firmaya yılda ortalama en az 5.000 Dolar ek gelir getirirken, toksikler aynı zaman diliminde 12.000 Dolarlık hasar oluşturuyorlarmış… Buna bulaştırıcılık, müşteri kaybı, çalışanların moral motivasyonlarındaki azalma, yasal süreçler nedeniyle oluşan masraf ve hasarlar dahil değilmiş…
O zaman şu üç soru akla geliyor: 1. Bu toksik çalışanların kuruluşa sızmasını nasıl ‘engelleyeceksiniz’? 2. Sızmışlar varsa bunları nasıl ‘tespit’ edeceksiniz? 3. Tespit ettiğinizde bunlardan en az zararla nasıl ‘kurtulacaksınız’?..
Bertolt Brecht böylelerini de kastederek demiş ki: “Kapıdan çıkardığınız en yakınınız bile olsa, arkasından kapıyı kapatın, yoksa içerisi soğur…”
Çoğunluk müşteri bu Türkçeye ‘kıl’ oluyor
Plaza Türkçesi’ne, bazılarının deyişiyle ‘Uydurukça’ya benim bireysel olarak sinirlenmemden daha kötüsü var. O da müşterinin ‘kıl’ olması… Evyap Şirketler Grubu’nun Kurumsal İletişim Direktörü Elif Sözer Dumlu kardeşimiz internette Onedio portalında derlenmiş bir örneği yollamış…
İnsan önce espri diye bakıyor. Ancak güncel hayatta hepsiyle tek tek karşılaştığımız örneklerin sıralandığını anlamak için bizim sektörde bir süre bulunmak yetiyor…
Bakın bu Plaza Türkçesi kullananlar neler yaparmış:
4. Müşterileri push ederler. (‘Zorlarlar’)
6. Hemen bir conference call set ederler. (Ortak telefon görüşmesi düzenlerler)
7. Konuyu as soon as possible review edip, size feedback’le dönerler. (En kısa zamanda gözden geçirip size geri bildirimde bulunurlar)
8. İş başvurunuzda şöyle bir cümle dizisi çıkabilir her an karşınıza: “Background’unuz çok iyi. Biz sizi bir project’e assign ediyor olacağız. Bu yüzden bu konuya fokuslanmanızı bekliyor olacağız. Deadline’ı da forward ediyor olacağız. Gelecek hafta da bir meeting set ediyor olacağız. Bizce böyle olmasında hepimiz için benefit var. Geldiğinizde salary’inizi de konuşuyor olacağız. Biz size invitation atıyor olacağız.”
Elif Hanımın yolladığı internet bağlantısında Piyale Madra'nın nefis çizimiyle "Uydurukça" çok güzel anlatılmış:
Arda fazla ‘yüklenmemeli’…
Tabii ki Türkiye’nin medar-ı iftiharı, tabii ki Türkiye’nin gözdesi, tabii ki Türkiye’deki bir futbolcunun ulaşabildiği tüm zirveleri aşmış bir sporcu… Ahlaklı, düzgün, adam gibi bir adam… Arda Turan ulusal ve uluslararası her markanın reklam için peşinden koşacağı bir şöhret…
Kural basit aslında: İki marka yanyana geldiğinde güçlü marka nispeten daha az güçlü olan markayı yukarı çeker; daha az güçlü olan marka da diğerini aradaki fark oranında aşağıya çeker. Bu nedenle bugün formunun ve şöhretinin hem de itibarının zirvesini yaşayan Arda Turan ile her marka yanyana gelmeyi ister…
Ancak iletişimde üç kural daha var:
Clear, Nike, Turkcell, Bank of Azerbaijan, Defacto, İspanya'da Dünya Kupası tanıtım kampanyası, Simit Sarayı, Türkiye Finans, Mastercard, İstanbul Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği (İDMİB), Lassa, Opet…
Aman Arda dikkat!.. Sürantrene (Overtraining)* olma!.. Sen bize daha çok lazımsın…
* Sporda daha başarılı olmak için aşırı yüklenme sonucu performansın düşmesi
Vardıkları sonuç şu: Bir kuruluşun kültürü için en ‘masraflı unsur’, çevresindekilerin ve firmanın sağlığına zarar veren, zehirli (Onlar ‘Toksik’ demişler) çalışanlarmış… Araştırmaya göre, kabalık, nadanlık bunlardan bir grip salgını gibi hızla diğer çalışanlara bulaşabilir ve herkes bir ‘portör’ (taşıyıcı) işlevi görebilir.
Ben bu bilimsel çalışmayı okuyana kadar bu tür çalışanlara ‘Mikser’ (karıştırıcı) diyordum. Ancak teslim etmeliyim ki, Türk Dil Kurumu Büyük Sözlüğü’ne de girmiş olan ‘Toksik’ kavramı, tıbbî olmasına rağmen durumu çok daha iyi anlatıyor…
Araştırmaya göre bir toksik çalışan, firmadaki ikiden fazla ‘süper starın’ getirdiğini ‘götürmeye’ yetiyormuş… Süper star çalışanlar bir kuruluş içinde yüzde birlik dilimi oluşturup, adam başı firmaya yılda ortalama en az 5.000 Dolar ek gelir getirirken, toksikler aynı zaman diliminde 12.000 Dolarlık hasar oluşturuyorlarmış… Buna bulaştırıcılık, müşteri kaybı, çalışanların moral motivasyonlarındaki azalma, yasal süreçler nedeniyle oluşan masraf ve hasarlar dahil değilmiş…
O zaman şu üç soru akla geliyor: 1. Bu toksik çalışanların kuruluşa sızmasını nasıl ‘engelleyeceksiniz’? 2. Sızmışlar varsa bunları nasıl ‘tespit’ edeceksiniz? 3. Tespit ettiğinizde bunlardan en az zararla nasıl ‘kurtulacaksınız’?..
Bertolt Brecht böylelerini de kastederek demiş ki: “Kapıdan çıkardığınız en yakınınız bile olsa, arkasından kapıyı kapatın, yoksa içerisi soğur…”
- Sızmayı engellemek için:
- Verilecek ilanla,
- Adayla yapılacak söyleşiyle (özellikle adap, kültür ve ruhsal tekâmül düzeyini sorgulayarak),
- Referans verdiği kişilerle ve daha önce çalıştığı kuruluşlardaki ast ve üstleriyle yapılacak konuşmalarla,
- Bunlarla yetinmeyerek adayı tanıyabilecek ortak tanıdıklarınızı bizzat arayarak,
- Dış kapıdan girişten görüşmeye girdiği ana kadar vücut dilini gözlemleyerek (gözlemleterek)…
- Sızmışları tespit etmek için (Bazen beceri ve yetenek toksik etkiyi görmeyi engeller):
- Uyumuna güvendiğiniz çalışanlarınızla, yemeğe çıkmalarını, futbol, basketbol gibi spor karşılaşmalarına gitmelerini sağlayarak, oralardaki tutumlarını,
- Adaylarla firma tarafından söyleşi yapmış veya bir şekilde yakın temasa gelmiş kişiler hakkında bu sefer adayların görüşlerini,
- Firma içinde 360 derece değerlendirme sonuçlarını,
- Firma dışında, başta müşteriler, üçüncü şahısların değerlendirmelerini, reaksiyonlarını,
- Kurum içinde alınan değişim kararları konusunda takınılan tutumlarını…
- ‘Toksiklerden’ kurtulmak ise sürecin en kolay, bu nedenle de en tehlikeli bölümüdür. Bunun için
- Bunları yazılı ve sözlü sürekli uyarmak,
- Herkese zam yapıldığı bir dönemde ‘toksiklere’ herhangi bir artış yapmamak,
- Mobbing yapmadan, ‘toksiklerin’ enfeksiyon yaymalarını engellemek için diğer çalışanların bir şekilde durumun farkına varmalarını sağlamak,
- Toksiklerle yolları ayırırken, gerekli tüm yasal haklarını almaların sağlamak,
- Bunların kuruluştan ayrıldıktan sonra kuruluşla ilgili ‘tezvirat’ yapmalarını engellemek…
Çoğunluk müşteri bu Türkçeye ‘kıl’ oluyor
Plaza Türkçesi’ne, bazılarının deyişiyle ‘Uydurukça’ya benim bireysel olarak sinirlenmemden daha kötüsü var. O da müşterinin ‘kıl’ olması… Evyap Şirketler Grubu’nun Kurumsal İletişim Direktörü Elif Sözer Dumlu kardeşimiz internette Onedio portalında derlenmiş bir örneği yollamış…
İnsan önce espri diye bakıyor. Ancak güncel hayatta hepsiyle tek tek karşılaştığımız örneklerin sıralandığını anlamak için bizim sektörde bir süre bulunmak yetiyor…
Bakın bu Plaza Türkçesi kullananlar neler yaparmış:
- Türkçede olmayan '-yor olacağım' kalıbını sıklıkla kullanırlar. “Sizi yarın toplantı odasında bekliyor olacağım.” ( Türkçesi: “Bekleyeceğim”…)
- Client’lara karşı çok ilgilidirler. (Özel Müşteri denmek isteniyor)
4. Müşterileri push ederler. (‘Zorlarlar’)
6. Hemen bir conference call set ederler. (Ortak telefon görüşmesi düzenlerler)
7. Konuyu as soon as possible review edip, size feedback’le dönerler. (En kısa zamanda gözden geçirip size geri bildirimde bulunurlar)
8. İş başvurunuzda şöyle bir cümle dizisi çıkabilir her an karşınıza: “Background’unuz çok iyi. Biz sizi bir project’e assign ediyor olacağız. Bu yüzden bu konuya fokuslanmanızı bekliyor olacağız. Deadline’ı da forward ediyor olacağız. Gelecek hafta da bir meeting set ediyor olacağız. Bizce böyle olmasında hepimiz için benefit var. Geldiğinizde salary’inizi de konuşuyor olacağız. Biz size invitation atıyor olacağız.”
Elif Hanımın yolladığı internet bağlantısında Piyale Madra'nın nefis çizimiyle "Uydurukça" çok güzel anlatılmış:
Arda fazla ‘yüklenmemeli’…
Tabii ki Türkiye’nin medar-ı iftiharı, tabii ki Türkiye’nin gözdesi, tabii ki Türkiye’deki bir futbolcunun ulaşabildiği tüm zirveleri aşmış bir sporcu… Ahlaklı, düzgün, adam gibi bir adam… Arda Turan ulusal ve uluslararası her markanın reklam için peşinden koşacağı bir şöhret…
Kural basit aslında: İki marka yanyana geldiğinde güçlü marka nispeten daha az güçlü olan markayı yukarı çeker; daha az güçlü olan marka da diğerini aradaki fark oranında aşağıya çeker. Bu nedenle bugün formunun ve şöhretinin hem de itibarının zirvesini yaşayan Arda Turan ile her marka yanyana gelmeyi ister…
Ancak iletişimde üç kural daha var:
- Fazla olan yanlıştır… Fazla olan zaman içinde değerini kaybeder (Türk Dil Kurumu sözlüğü, ‘müptezellik’ sözcüğünü bu şekilde açıklıyor.)
- Güç Kirlenmesi denen bir kavram vardır. Bu da güçlünün gücünü fazla göstermesi sonucu ortaya çıkar.
- Araya gereken zamanı koymadan çok sayıda farklı marka ile yanyana gelmek, o markaların istedikleri ticarî etkiyi elde etmelerini engellediği gbi stara da zarar verebilmektedir. Hani parfüm çeşitlerini denetirken arada kahve koklatırlar ya… Bir önceki kokunun etkisini silmek adına… Reklamda da mutlaka bir önceki unutulmadan yenisine geçmenin hayli hatalı olacağını söylersek yalan olmaz.
Clear, Nike, Turkcell, Bank of Azerbaijan, Defacto, İspanya'da Dünya Kupası tanıtım kampanyası, Simit Sarayı, Türkiye Finans, Mastercard, İstanbul Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği (İDMİB), Lassa, Opet…
Aman Arda dikkat!.. Sürantrene (Overtraining)* olma!.. Sen bize daha çok lazımsın…
* Sporda daha başarılı olmak için aşırı yüklenme sonucu performansın düşmesi