Toplumsal genlerimizin ‘izleri’...
20 mAYIS 2012
Bazı kitaplar vardır ki; bir evi ‘ev’ yapan türden olurlar sanki. Bana göre Mesnevi’den başlayarak Meydan Larousse’lara, Aristo’dan Heidegger’e, İbn-i Sina’dan Gazali’ye, Naima tarihinden İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya, 10 ciltlik Polyphaen Tarihine, Doğu‘nun ve Batı’nın kallavi klasiklerine uzanan bir yelpaze içinde değerlendirilebilecek ne kadar kitap varsa, işte bu eserlerin her biri, bulundukları mekânın adını daha da belirgin kılarlar.
Ev ise içi dolu dolu bir ‘ev’, okulsa geleceği vaad eden bir ‘okul’, Sivil Toplum Kuruluşu ise altyapısı hazır bir ‘kurum’... Bulunduğu kütüphanenin rafında tarihe meraklı olsun olmasın herkesi özendirme kapasitesine sahip bir ‘koca kitap’!
‘Bir Zamanlar Osmanlı / İmparatorluğun Üç Kıtadaki İzleri.’
Çok sayıda tarih kitabına imzasını atan yazar ve Boyut Yayın Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Abdullah Özkan’ın olağanüstü emek ve bilgisiyle, İlber Ortaylı’nın sunumuyla üzerinde ‘mülkiyet hakkı’ talebini neredeyse dayatan özendirici görünümüyle bir koca kitaptan söz ediyorum. Televizyon reklamlarında da İlber Hoca’yı ‘Bir Zamanlar Osmanlı’yı takdim ederken gördüğümde, ‘Boyut’ imzasıyla birlikte bu işin ardında nasıl bir özen ve bilgi gücü yattığını sezinlemiştim. Kitabı görünce sezgilerim doğrulandı.
Abdullah Özkan, giriş yazısında güzel kitapların bir ‘tutku’ olduğuna işaret edip, koleksiyonerin gözünde böylesi eserlerin bir ‘ikon’a dönüştüğünden söz etmiş ki, tamamen haklıdır.
‘Tarih atlası’ denince aklıma hep pırıl pırıl baskılarına rağmen Osmanlı İmparatorluğu’nu bildiğimiz sınırları içinde göstermeyen ‘yabancı eserler’in ‘güzel mi güzel sayfalarını’ karıştırdığımız anlar gelir… Bu klasik ve arogan ve de aynı zamanda ‘yanıltmacı, çarpıtıcı’ Avrupalı tutumun bizim dünya görüşlerimizin oluşmasında tam da ters köşeden nasıl da önemli bir katkısı olduğunu zaman zaman hatırlarım...
Bu müthiş kitapla ‘Bir zamanlar Osmanlı kenti’ olmuş yerleşim birimlerindeki mimari ve kültürel anlamda neyimiz kaldıysa, hepsinin izlerini bulmak mümkün...
İlber Ortaylı hocanın ‘Osmanlı nasıl yönetti?’ başlığıyla yazdığı sunuş sayfasını dikkatle okumak lazım... Hoca, ‘Bir Osmanlı eyaleti’nden söz edildiğinde neyin ve nelerin anlaşılması gerektiğini bir bir sıralarken, bu kitaba neden ihtiyacımız olduğunu daha iyi anlıyoruz.
Bu tarih ve coğrafya şöleninde uğrayacağımız durakları sıralayalım: Arnavutluk, Avusturya, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Karadağ, Kıbrıs, Kosova, Macaristan, Makedonya, Malta, Moldova, Polonya, Romanya, Sırbistan, Slovakya, Ukrayna, Kırım, Yunanistan, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Irak, İran, İsrail, Filistin, Katar, Lübnan, Kuveyt, Rusya, Suriye, Suudi Arabistan, Umman, Ürdün, Yemen, Cezayir, Fas, Libya, Mısır, Tunus, Eritre, Sudan, Somali... En hoşu da kitabın sonundaki sürpriz: Osmanlı kent isimlerinin listesi, hem de diğer dillerdeki karşılıklarıyla birlikte...
Bu öylesine bir kültür hizmeti değil bana kalırsa; bu bir ayna... Katiyen bir gücün ve hamasetin aynası değil... Bilginin ve gerçekliklerin aynası... Türküleriyle, evleriyle, tarihi eserleriyle, şiirleriyle, bizim ünlülerimizle yaşayan Osmanlı kentleri bunlar... Tabii bir de ‘ortak ruhi şekillenmemizin’, milli kültürümüzün kilometre taşları… Toplumsal genlerimizin neşv-ü nemâ bulduğu muhteşem mozaik…
Bir Keskinoğlu hikâyesi…
Akhisarspor’un nasıl şampiyon olduğunu araştırmak için gitmedik Akhisar’a… Ancak 100 bin nüfuslu bu ilginç Ege ilçesinin futbol takımının Ege’nin tek temsilcisi olarak süper lige çıkmasının sırlarına ilişkin ipuçlarına rastladığımızı da belirtmeliyim.
Bir davet nedeniyle Akhisar’daydık. Bizim Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Boyu Eğitim Merkezi - Bersay İletişim Enstitüsü’nün ortaklaşa düzenledikleri eğitimlerden Güzel Sanatlar kursu, bize pek çok bilginin yanı sıra sevgili arkadaşımız Esin Keskinoğlu’nun dostluğunu da kazandırmıştı. İşte onun daveti üzerine 11 kişilik bir ekip halinde Akhisar’ın yolunu tuttuk…
Esin bize Akhisar’dan aldığını misliyle Akhisar’a vermiş olan Keskinoğlu ailesinin olağanüstü tesislerini gezdirdi. Markalı tavuk ürünlerini neden gönül rahatlığıyla yiyebileceğimizi bir kez daha anma ve zeytinyağında dünya markası olmak için neler yapılabileceğini tartışma olanağı bulduk.
Ve de en önemlisi, feodal ilişkilerden kapitalist ilişkilere doğru giden çetrefil yolda nasıl başarıyla ilerlenebileceğini izledik. Feodalizmin batağına takılıp kalan pek çok ünlü aile yok olup giderken, sürdürülebilir bir sanayileşme sürecinin nasıl yönetilebileceğine tanık olduk…
Fevzi Keskinoğlu ve Kardeşi Mehmet Bey. Fevzi Beyin Kızı Esin, oğlu Keskin, eşi Sıdıka Hanım, Mehmet Bey’in oğulları İsmail (Akhisarspor’un Asbaşkanı olarak başarıda büyük payı var) ve Hamit işin başında olmuşlar…
Ailenin 110 araçlık bir ‘eski otomobil’ parkı var. İnanılmaz. Hepsi çalışıyor. Nesli tükenmesin diye bir de kangal çiftliği kurmuşlar. 100’e yakın safkan kangal bakımda… Tesislerin kurucusu büyük babaları İsmail Keskinoğlu 101 yaşında vefat etmiş. Yunanistan’ın Ravika köyünden geliyormuş. Sen tut adını yeni çıkardıkları zeytinyağına verdikleri köyün benzerini Akhisar’da inşa et… Gidip gezmek şart…
Keskinoğlu ailesinin bu derinlikli yaşam felsefesini Akhisar’ı bir sanayi kenti haline getirmek üzere sürekli yatırım yapan pek çok iş adamında ve ailede görmek mümkün…
Bilmem Akhisarspor’un neden şampiyon olabildiğine ilişkin bazı ipuçlarına rastlayabildiniz mi?
Yaratıcılık mı inovasyon mu?
Cuma günü başlayan, bana sorarsanız Türkiye’nin en güzel dergisinin düzenlediği 1. Psikeart Günleri çerçevesinde Bahçeşehir Üniversitesi’nde bir konuşmam vardı. Konum şuydu: Yaratıcılık mı, inovasyon mu? Ne konuştuğumu uzun boylu anlatacak değilim. Sadece iki ipucu vermekle yetinelim.
Bir: İnovasyon daha ‘faydacı’, ‘toplumsal’, ‘amaç’ odaklı bir yaklaşım gereksinir, yaratıcılık ise ‘bireysel’, ‘kerameti kendinden menkul’, ‘muhayyile odaklı’, çıkarların ön planda olmadığı bir dünya görüşü…
Aradaki bağlantı, toplum için olan popüler sanatla, toplumu dikkate alması gerekmeyen ancak bir toplumun temel varlık nedeni olan yüksek sanat arasındaki bağlantı gibidir. Yaratıcılık olmadan inovasyon olmaz; ancak yaratıcılık inovatif olmak zorunda değildir. Yüksek sanat olmadan popüler sanat olmaz. Ancak yüksek sanat popüler olmak, ‘halka hizmet etmek’ zorunda değildir
Ev ise içi dolu dolu bir ‘ev’, okulsa geleceği vaad eden bir ‘okul’, Sivil Toplum Kuruluşu ise altyapısı hazır bir ‘kurum’... Bulunduğu kütüphanenin rafında tarihe meraklı olsun olmasın herkesi özendirme kapasitesine sahip bir ‘koca kitap’!
‘Bir Zamanlar Osmanlı / İmparatorluğun Üç Kıtadaki İzleri.’
Çok sayıda tarih kitabına imzasını atan yazar ve Boyut Yayın Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Abdullah Özkan’ın olağanüstü emek ve bilgisiyle, İlber Ortaylı’nın sunumuyla üzerinde ‘mülkiyet hakkı’ talebini neredeyse dayatan özendirici görünümüyle bir koca kitaptan söz ediyorum. Televizyon reklamlarında da İlber Hoca’yı ‘Bir Zamanlar Osmanlı’yı takdim ederken gördüğümde, ‘Boyut’ imzasıyla birlikte bu işin ardında nasıl bir özen ve bilgi gücü yattığını sezinlemiştim. Kitabı görünce sezgilerim doğrulandı.
Abdullah Özkan, giriş yazısında güzel kitapların bir ‘tutku’ olduğuna işaret edip, koleksiyonerin gözünde böylesi eserlerin bir ‘ikon’a dönüştüğünden söz etmiş ki, tamamen haklıdır.
‘Tarih atlası’ denince aklıma hep pırıl pırıl baskılarına rağmen Osmanlı İmparatorluğu’nu bildiğimiz sınırları içinde göstermeyen ‘yabancı eserler’in ‘güzel mi güzel sayfalarını’ karıştırdığımız anlar gelir… Bu klasik ve arogan ve de aynı zamanda ‘yanıltmacı, çarpıtıcı’ Avrupalı tutumun bizim dünya görüşlerimizin oluşmasında tam da ters köşeden nasıl da önemli bir katkısı olduğunu zaman zaman hatırlarım...
Bu müthiş kitapla ‘Bir zamanlar Osmanlı kenti’ olmuş yerleşim birimlerindeki mimari ve kültürel anlamda neyimiz kaldıysa, hepsinin izlerini bulmak mümkün...
İlber Ortaylı hocanın ‘Osmanlı nasıl yönetti?’ başlığıyla yazdığı sunuş sayfasını dikkatle okumak lazım... Hoca, ‘Bir Osmanlı eyaleti’nden söz edildiğinde neyin ve nelerin anlaşılması gerektiğini bir bir sıralarken, bu kitaba neden ihtiyacımız olduğunu daha iyi anlıyoruz.
Bu tarih ve coğrafya şöleninde uğrayacağımız durakları sıralayalım: Arnavutluk, Avusturya, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Karadağ, Kıbrıs, Kosova, Macaristan, Makedonya, Malta, Moldova, Polonya, Romanya, Sırbistan, Slovakya, Ukrayna, Kırım, Yunanistan, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Irak, İran, İsrail, Filistin, Katar, Lübnan, Kuveyt, Rusya, Suriye, Suudi Arabistan, Umman, Ürdün, Yemen, Cezayir, Fas, Libya, Mısır, Tunus, Eritre, Sudan, Somali... En hoşu da kitabın sonundaki sürpriz: Osmanlı kent isimlerinin listesi, hem de diğer dillerdeki karşılıklarıyla birlikte...
Bu öylesine bir kültür hizmeti değil bana kalırsa; bu bir ayna... Katiyen bir gücün ve hamasetin aynası değil... Bilginin ve gerçekliklerin aynası... Türküleriyle, evleriyle, tarihi eserleriyle, şiirleriyle, bizim ünlülerimizle yaşayan Osmanlı kentleri bunlar... Tabii bir de ‘ortak ruhi şekillenmemizin’, milli kültürümüzün kilometre taşları… Toplumsal genlerimizin neşv-ü nemâ bulduğu muhteşem mozaik…
Bir Keskinoğlu hikâyesi…
Akhisarspor’un nasıl şampiyon olduğunu araştırmak için gitmedik Akhisar’a… Ancak 100 bin nüfuslu bu ilginç Ege ilçesinin futbol takımının Ege’nin tek temsilcisi olarak süper lige çıkmasının sırlarına ilişkin ipuçlarına rastladığımızı da belirtmeliyim.
Bir davet nedeniyle Akhisar’daydık. Bizim Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Boyu Eğitim Merkezi - Bersay İletişim Enstitüsü’nün ortaklaşa düzenledikleri eğitimlerden Güzel Sanatlar kursu, bize pek çok bilginin yanı sıra sevgili arkadaşımız Esin Keskinoğlu’nun dostluğunu da kazandırmıştı. İşte onun daveti üzerine 11 kişilik bir ekip halinde Akhisar’ın yolunu tuttuk…
Esin bize Akhisar’dan aldığını misliyle Akhisar’a vermiş olan Keskinoğlu ailesinin olağanüstü tesislerini gezdirdi. Markalı tavuk ürünlerini neden gönül rahatlığıyla yiyebileceğimizi bir kez daha anma ve zeytinyağında dünya markası olmak için neler yapılabileceğini tartışma olanağı bulduk.
Ve de en önemlisi, feodal ilişkilerden kapitalist ilişkilere doğru giden çetrefil yolda nasıl başarıyla ilerlenebileceğini izledik. Feodalizmin batağına takılıp kalan pek çok ünlü aile yok olup giderken, sürdürülebilir bir sanayileşme sürecinin nasıl yönetilebileceğine tanık olduk…
Fevzi Keskinoğlu ve Kardeşi Mehmet Bey. Fevzi Beyin Kızı Esin, oğlu Keskin, eşi Sıdıka Hanım, Mehmet Bey’in oğulları İsmail (Akhisarspor’un Asbaşkanı olarak başarıda büyük payı var) ve Hamit işin başında olmuşlar…
Ailenin 110 araçlık bir ‘eski otomobil’ parkı var. İnanılmaz. Hepsi çalışıyor. Nesli tükenmesin diye bir de kangal çiftliği kurmuşlar. 100’e yakın safkan kangal bakımda… Tesislerin kurucusu büyük babaları İsmail Keskinoğlu 101 yaşında vefat etmiş. Yunanistan’ın Ravika köyünden geliyormuş. Sen tut adını yeni çıkardıkları zeytinyağına verdikleri köyün benzerini Akhisar’da inşa et… Gidip gezmek şart…
Keskinoğlu ailesinin bu derinlikli yaşam felsefesini Akhisar’ı bir sanayi kenti haline getirmek üzere sürekli yatırım yapan pek çok iş adamında ve ailede görmek mümkün…
Bilmem Akhisarspor’un neden şampiyon olabildiğine ilişkin bazı ipuçlarına rastlayabildiniz mi?
Yaratıcılık mı inovasyon mu?
Cuma günü başlayan, bana sorarsanız Türkiye’nin en güzel dergisinin düzenlediği 1. Psikeart Günleri çerçevesinde Bahçeşehir Üniversitesi’nde bir konuşmam vardı. Konum şuydu: Yaratıcılık mı, inovasyon mu? Ne konuştuğumu uzun boylu anlatacak değilim. Sadece iki ipucu vermekle yetinelim.
Bir: İnovasyon daha ‘faydacı’, ‘toplumsal’, ‘amaç’ odaklı bir yaklaşım gereksinir, yaratıcılık ise ‘bireysel’, ‘kerameti kendinden menkul’, ‘muhayyile odaklı’, çıkarların ön planda olmadığı bir dünya görüşü…
Aradaki bağlantı, toplum için olan popüler sanatla, toplumu dikkate alması gerekmeyen ancak bir toplumun temel varlık nedeni olan yüksek sanat arasındaki bağlantı gibidir. Yaratıcılık olmadan inovasyon olmaz; ancak yaratıcılık inovatif olmak zorunda değildir. Yüksek sanat olmadan popüler sanat olmaz. Ancak yüksek sanat popüler olmak, ‘halka hizmet etmek’ zorunda değildir