Toplumsal sorumluluk yerine oturuyor
23 HAZİRAN 2007
Sosyal sorumluluk moda oldu... Batı’dan gelen pek çok moda gibi ülkemize çarpıtılarak, ya da çarpılarak girme olasılığı kuvvetle muhtemel... Örneğin, sponsorlukla, toplumsal sorumluluk projelerinin birbirlerine karıştırılması gibi... Ya da kendi iştigal alanında hayır hasenat işi yapmanın, mesela iletişim işindeyseniz iletişim okullarını desteklemenin, elektronik işindeyseniz elektronik eğitimine koltuk çıkmanın, sosyal sorumluluk olarak algılanacağını sanmak gibi...
Batıda bu işin yayılmasının en büyük nedeni, sosyal sorumluluk bilincinin itibara doğrudan etkisi; itibarın da satın alma kararlarını birebir oranda belirlemesi... Peki bizde durum nedir? Bunun yanıtını net olarak almak ancak ölçümlemeyle mümkün...
Bu tür projeleri yapanların bir kısmı, bu işi ciddiye alıp, ölçülebilir hedefler koyup, bu hedeflere ulaşmak ve toplumsal bir soruna odaklanıp, konunun iletişimini de yaparak taçlandırma peşinde. Diğer kısmı ise halen ‘madem X firması yapıyor, bizim neyimiz eksik, üstelik dünyanın gidişatı da hiç iyi değiş, işin bir ucundan da biz tutalım, hem reklamımız olur’ anlayışı içindeler.
İkinci görüşte olanları anlıyorum. Çünkü onlar için hedef odaklılık, iletişimde süreklilik, itibar ve algılama yönetimi, ‘kısa vadede ele alınması gereken’ konular. Uzun vadede ise ne olacağı, Allah kerim...
Benim ilgimi ilk kısımdakiler çekiyor. Her moda olan şeyin arkasından gidip, demode olduğunda bırakanlardan değil onlar. Üstelik şu sıralar lig atlamak için büyük bir fırsat var önlerinde. Bu işin en önemli mihenk taşı olan ‘ölçümleme’ için büyük adım...
Dünya çapında büyük şirketleri değerlendiren AccountAbility Standartlar Başkanı Alan Knight, “AccountAbility Rating Turkey 2007” için Türkiye’ye gelmiş. 50 şirketi değerlendirip, derecelendirecekler ve Kasım ayında açıklayacaklarmış.
Her ne kadar ‘AccountAbility Rating’i sorumluluk derecelendirme olarak Türkçeleştirseler de bence ‘hesapverilebilirlik derecelendirmesi’ demek daha doğru olurdu. Ama önemli değil. Olsun da adı ne olursa olsun...
Bu listedeki firmaların başarı kriterleri ne olacak? 1- Öncelikle toplumsal konulara eğilip, bu duyarlılığı kendileri için bir fırsata çevirebilecekler 2- Satın alma kararını veren tüketici ve potansiyel tüketiciler nezdinde olumlu bir algılama yaratacaklar 3- Hangi toplumsal konuya eğildiler ise o konuyla ilgili ciddi bir gelişim ve değişim yaşanacak 4- Uzun vadede toplumsal konulara duyarlılıkları nedeniyle itibar puanları aratacak.
Daha ne olsun?
Aklım almıyor, gönlüm kabul etmiyor...
Habertürk’te yayınlanan Özlem Gürses’in ev sahibi, benim de sürekli konuk olduğum Bildiğin Gibi Değil programının yaz bölümlerini çekiyoruz. Geçen yıl Sait Halim Paşa Yalısı bize kapılarını açmıştı, bu sene ise İstanbul Deniz Otobüsleri’nin bize tahsis ettiği Zübeyde Hanım vapurunda çalışıyoruz. Temmuz’da yayın başlayacak. Karaköy İskelesi’nin yanında, Topkapı Sarayı’na bakan bir konumdayız. Uzun zamandır bu kadar dolu dolu yaşamamıştım İstanbul’u... İyi geldi. Özellikle önceleri Feneryolu’ndan Alman Lisesi’ne, babam Ankara’ya tayin olduktan sonra da İstanbul Erkek Lisesi’ne giderken benim ‘muhitim’ haline gelmiş olan bir atmosferi, arka plan olarak kullanmak çok hoştu doğrusu...
Konuklar her alandan. Gazeteciler, sanatçılar, bürokratlar.... Bir de Sultan’ımız vardı. Nilüfer Sultan. Abdülmecit’in torunu. Fransa’da yaşıyor. Alem Dergisi’nin 15. yılı için gelmiş İstanbul’a. Bizim yayında annesi de vardı yanında. Ana – kız bir kitap yazmışlar: “Benim Küçük Prensesim”... Nilüfer Sultan’ın 17 yaşında dramatik bir şekilde vefat etmiş kızı Tatiana’nın kısacık ve yürek parçalayan öyküsü...
Nilüfer Sultan ve annesi Gürcü Prensesi Irene, o gün bugün kendilerini insanlara, özellikle de çocuklar için yardım işine adamışlar. Kitaptan elde edilecek geliri de bu yolda harcayacaklarmış...
Ben çok heyecanlandım... Bir zamanlar bu toprakların sahibi olmuş bir ailenin ferdi ile görüşüyordum... İmparatorlukla en azından benim bağlarım kopmamıştı ve her zaman pay-i tahtta oturmanın, Osmanlı kökeninden gelmenin gururunu yaşıyordum...
Gelin görün ki bendeki heyecanı, merakı Sultan’da göremedim. Üç-beş kelimenin haricinde Türkçe bilmiyor olmasına inanmak için çok çaba sarf ettim. Öğretmemişler, öğrenmemiş. Tam buna alışmaya çalışıyordum ki daha acı bir gerçek çıktı ortaya... Babasının anlattığı bir kaç şey haricinde Osmanlı tarihinden bihaber... Karşınızda Osmanlı Sultanı var ancak bırakın Osmanlı’nın tarihi mirasını, kültürünü ve değerlerini bilmiyor...
İnsanın aklı şüpheye ne kadar da kolay kayıyor böyle durumlarda. Ya o gerçekten Sultan ama taşıyamıyor, ya da değil ve birileri bizi kandırıyor... Nedense aklım böyle derken, gönlüm ikisine de inanmak istemiyor.
Batıda bu işin yayılmasının en büyük nedeni, sosyal sorumluluk bilincinin itibara doğrudan etkisi; itibarın da satın alma kararlarını birebir oranda belirlemesi... Peki bizde durum nedir? Bunun yanıtını net olarak almak ancak ölçümlemeyle mümkün...
Bu tür projeleri yapanların bir kısmı, bu işi ciddiye alıp, ölçülebilir hedefler koyup, bu hedeflere ulaşmak ve toplumsal bir soruna odaklanıp, konunun iletişimini de yaparak taçlandırma peşinde. Diğer kısmı ise halen ‘madem X firması yapıyor, bizim neyimiz eksik, üstelik dünyanın gidişatı da hiç iyi değiş, işin bir ucundan da biz tutalım, hem reklamımız olur’ anlayışı içindeler.
İkinci görüşte olanları anlıyorum. Çünkü onlar için hedef odaklılık, iletişimde süreklilik, itibar ve algılama yönetimi, ‘kısa vadede ele alınması gereken’ konular. Uzun vadede ise ne olacağı, Allah kerim...
Benim ilgimi ilk kısımdakiler çekiyor. Her moda olan şeyin arkasından gidip, demode olduğunda bırakanlardan değil onlar. Üstelik şu sıralar lig atlamak için büyük bir fırsat var önlerinde. Bu işin en önemli mihenk taşı olan ‘ölçümleme’ için büyük adım...
Dünya çapında büyük şirketleri değerlendiren AccountAbility Standartlar Başkanı Alan Knight, “AccountAbility Rating Turkey 2007” için Türkiye’ye gelmiş. 50 şirketi değerlendirip, derecelendirecekler ve Kasım ayında açıklayacaklarmış.
Her ne kadar ‘AccountAbility Rating’i sorumluluk derecelendirme olarak Türkçeleştirseler de bence ‘hesapverilebilirlik derecelendirmesi’ demek daha doğru olurdu. Ama önemli değil. Olsun da adı ne olursa olsun...
Bu listedeki firmaların başarı kriterleri ne olacak? 1- Öncelikle toplumsal konulara eğilip, bu duyarlılığı kendileri için bir fırsata çevirebilecekler 2- Satın alma kararını veren tüketici ve potansiyel tüketiciler nezdinde olumlu bir algılama yaratacaklar 3- Hangi toplumsal konuya eğildiler ise o konuyla ilgili ciddi bir gelişim ve değişim yaşanacak 4- Uzun vadede toplumsal konulara duyarlılıkları nedeniyle itibar puanları aratacak.
Daha ne olsun?
Aklım almıyor, gönlüm kabul etmiyor...
Habertürk’te yayınlanan Özlem Gürses’in ev sahibi, benim de sürekli konuk olduğum Bildiğin Gibi Değil programının yaz bölümlerini çekiyoruz. Geçen yıl Sait Halim Paşa Yalısı bize kapılarını açmıştı, bu sene ise İstanbul Deniz Otobüsleri’nin bize tahsis ettiği Zübeyde Hanım vapurunda çalışıyoruz. Temmuz’da yayın başlayacak. Karaköy İskelesi’nin yanında, Topkapı Sarayı’na bakan bir konumdayız. Uzun zamandır bu kadar dolu dolu yaşamamıştım İstanbul’u... İyi geldi. Özellikle önceleri Feneryolu’ndan Alman Lisesi’ne, babam Ankara’ya tayin olduktan sonra da İstanbul Erkek Lisesi’ne giderken benim ‘muhitim’ haline gelmiş olan bir atmosferi, arka plan olarak kullanmak çok hoştu doğrusu...
Konuklar her alandan. Gazeteciler, sanatçılar, bürokratlar.... Bir de Sultan’ımız vardı. Nilüfer Sultan. Abdülmecit’in torunu. Fransa’da yaşıyor. Alem Dergisi’nin 15. yılı için gelmiş İstanbul’a. Bizim yayında annesi de vardı yanında. Ana – kız bir kitap yazmışlar: “Benim Küçük Prensesim”... Nilüfer Sultan’ın 17 yaşında dramatik bir şekilde vefat etmiş kızı Tatiana’nın kısacık ve yürek parçalayan öyküsü...
Nilüfer Sultan ve annesi Gürcü Prensesi Irene, o gün bugün kendilerini insanlara, özellikle de çocuklar için yardım işine adamışlar. Kitaptan elde edilecek geliri de bu yolda harcayacaklarmış...
Ben çok heyecanlandım... Bir zamanlar bu toprakların sahibi olmuş bir ailenin ferdi ile görüşüyordum... İmparatorlukla en azından benim bağlarım kopmamıştı ve her zaman pay-i tahtta oturmanın, Osmanlı kökeninden gelmenin gururunu yaşıyordum...
Gelin görün ki bendeki heyecanı, merakı Sultan’da göremedim. Üç-beş kelimenin haricinde Türkçe bilmiyor olmasına inanmak için çok çaba sarf ettim. Öğretmemişler, öğrenmemiş. Tam buna alışmaya çalışıyordum ki daha acı bir gerçek çıktı ortaya... Babasının anlattığı bir kaç şey haricinde Osmanlı tarihinden bihaber... Karşınızda Osmanlı Sultanı var ancak bırakın Osmanlı’nın tarihi mirasını, kültürünü ve değerlerini bilmiyor...
İnsanın aklı şüpheye ne kadar da kolay kayıyor böyle durumlarda. Ya o gerçekten Sultan ama taşıyamıyor, ya da değil ve birileri bizi kandırıyor... Nedense aklım böyle derken, gönlüm ikisine de inanmak istemiyor.