Turkish Delight, Cyprus Delight olmaz; yeter ki…
03 KASIM 2007
Haber şu: Rum Tarım Bakanı Fotis Fotiu, lokumun isim tescilinin yapılması için aylar önce başvuruda bulunduklarını ve itiraz süresinin 21 Ekim’de sona erdiğini belirterek, “Bundan böyle AB toprakları içinde lokum Kıbrıs Lokumu olarak bilinecek. Turkish Delight yerine Cyprus Delight olarak anılacak” dedi. Avrupa Birliği, bu süre içinde itirazda bulunulmadığı için tüm dünyada Türk lokumu olarak bilinen tatlıyı “Lokumi” adıyla tescil etti.
Bizimkilerde bir telaş bir telaş… Kızmışlar ve üzülmüşler. Marka yönetiminden uzaksanız durduk yerde böyle telaşa kapılırsınız işte. Öteki ürünler için bir şey diyemem. Örneğin Türk Kahvesi’ne bazı ülkelerde Cafe Greek dendiğine tanık olmuşumdur.
Ama bu kez durum farklı. Kavram, ciddi bir çaba harcamamış olsak da dünya kamuoyunda bize tescillenmiş durumda. Redhouse’a Turkish Delight diye girmiş. Bir daha çıkması zor. Wikipedia’da da durum farklı değil. Bırakın Turkish’ini, ‘delight’ yazdığınızda karşınıza Türk Lokumu geliyor…
Dilerlerse Turkish Hamam’ı da ‘Cyprus Hamam’ olarak tescil ettirebilirler. Ya da ‘İskender Kebabı’ Alexandria Kebap olarak kayda geçirtebilirler… Çalışmaz. Yeter ki biz, bizim lokumun iletişimini adam gibi yapalım. Sektör kuruluşlarının dikkatine sunulur. Örnek mi? Bkz. Dericiler!...
Geçenlerde yazmıştık. Yasal olarak haklı olmak, kamu algısında haklı olmayı gerektirmez… Bu durum, dünya literatürüne Greek Love olarak girmiş olan cinsel birleşme pozisyonunu bizim Turkish Love olarak tescil ettirmemize benzer… Güler geçerler…
Serdar Erener’in ağzına sağlık
Bir ikisi hariç, reklamcılar oldum olası benden fazla haz etmezler. Ya kültürümüz uymaz ya değerlerimiz… Serdar Erener’in de benzer bir durumu vardı. Son verdiği röportajla şimdi o durumu pekişecek…
Benim de çektiğim dilimden… Örneğin, yıllar önce reklamcıların müşterileriyle, yaptıkları harcama üzerinden komisyon alarak çalışmalarının doğru olmadığını, önünde sonunda aylık hizmet bedeli bazına döneceklerini, bunu kendilerinin hayata geçirmelerinin daha doğru olacağını; yoksa reklam verenin bu sistemi zorlayacağını söylediğimde, beni dokuz köyden kovmak için ellerinden geleni ardına koymayanlar şimdi ajanslarında böyle çalışır oldular.
Stratejik Planlama her şeyden önemli ve gereklidir, neyin reklamını yapacağınızdan daha önce iş ve iletişim hedefi üzerinden bir stratejinin belirlenmesi ve bunun ölçümlenmesi gerektiğini söylediğimde de benzer reaksiyonlar almıştım, şimdilerde ajans bünyesinde stratejik iletişim departmanları kuruyorlar.
Yıllarca reklamın sanat olmadığını yazdım. “Sanatlı iştir ama sanat değildir. Aslolan inovasyondur” dedim. “Metin yazarı edebiyatçı değildir, kreatif direktör de ressam değildir…” Tefe koydular beni.
Sonra da yaratıcılığa değil etkililiğe ödül veren Effie ödüllerini 36 yıl sonra nihayet getirdiler Türkiye’ye… “Niçin reklam harcamaları azalırken PR bütçeleri artıyor. Araştırın.” dediğimizde, müşterilerini yanlış yönlendirmekle suçladılar…
Yine de fikren anlaşamadıklarımla gönül bağım, gönül bağım olmayanlarla da fikrî mutabakatım her zaman oldu. İkisinin bir arada olduğu durumlar da belki az sayıda, ama her zaman vardı…
Serdar Erener bunların başında gelir. O ve onun gibi ‘aykırı’ birkaç reklamcıyı hep dikkatle izledim. Bilirim ki reklam sektörüne getirdikleri hareketli, gerçekçi ve rekabetçi ortam, büyük-küçük bir çok reklam ajansına ve sektöre yaramıştır.
Özellikle sadece gençlere değil, tüm iletişimcilere söylüyorum: Turkishtime Dergisi’nin Kasım sayısında Serdar Erener ile yapılan röportajı mutlaka, altını çizerek okumalısınız. Reklamcılığı nasıl tanımladığından, reklamın sanat değil, etkili iş yapmak olduğuna kadar çok zengin bir röportaj vermiş. Allah’ı var, röportajı yapan Barış Erkaya da karşısına geçip, ‘nasıl yaratıcı olunur, siz bu fikirleri nasıl ve nereden çıkarıyorsunuz’ gibi klişe ve Serdar gibilerin hoşlanmayacağı sorular sormamış.
Sadece ‘Krsital Elma’ya neden katılmıyorsunuz?’ sorusuna verdiği ‘Reklamın etki yaratmak için yapılan bir iş olduğunu düşünüyorum. Doktorlar reçetelerini yarıştırdığı gün biz de belki reklamcılar olarak yarışabiliriz. Ama öyle bir dünya yok” cevabı bile kesilip saklanabilir. Ağzına sağlık Serdar… Bu arada yine birilerinin ayağına bastığında, onları ciddi oranda kızdıracağından hiç şüphen olmasın…
Bizimkilerde bir telaş bir telaş… Kızmışlar ve üzülmüşler. Marka yönetiminden uzaksanız durduk yerde böyle telaşa kapılırsınız işte. Öteki ürünler için bir şey diyemem. Örneğin Türk Kahvesi’ne bazı ülkelerde Cafe Greek dendiğine tanık olmuşumdur.
Ama bu kez durum farklı. Kavram, ciddi bir çaba harcamamış olsak da dünya kamuoyunda bize tescillenmiş durumda. Redhouse’a Turkish Delight diye girmiş. Bir daha çıkması zor. Wikipedia’da da durum farklı değil. Bırakın Turkish’ini, ‘delight’ yazdığınızda karşınıza Türk Lokumu geliyor…
Dilerlerse Turkish Hamam’ı da ‘Cyprus Hamam’ olarak tescil ettirebilirler. Ya da ‘İskender Kebabı’ Alexandria Kebap olarak kayda geçirtebilirler… Çalışmaz. Yeter ki biz, bizim lokumun iletişimini adam gibi yapalım. Sektör kuruluşlarının dikkatine sunulur. Örnek mi? Bkz. Dericiler!...
Geçenlerde yazmıştık. Yasal olarak haklı olmak, kamu algısında haklı olmayı gerektirmez… Bu durum, dünya literatürüne Greek Love olarak girmiş olan cinsel birleşme pozisyonunu bizim Turkish Love olarak tescil ettirmemize benzer… Güler geçerler…
Serdar Erener’in ağzına sağlık
Bir ikisi hariç, reklamcılar oldum olası benden fazla haz etmezler. Ya kültürümüz uymaz ya değerlerimiz… Serdar Erener’in de benzer bir durumu vardı. Son verdiği röportajla şimdi o durumu pekişecek…
Benim de çektiğim dilimden… Örneğin, yıllar önce reklamcıların müşterileriyle, yaptıkları harcama üzerinden komisyon alarak çalışmalarının doğru olmadığını, önünde sonunda aylık hizmet bedeli bazına döneceklerini, bunu kendilerinin hayata geçirmelerinin daha doğru olacağını; yoksa reklam verenin bu sistemi zorlayacağını söylediğimde, beni dokuz köyden kovmak için ellerinden geleni ardına koymayanlar şimdi ajanslarında böyle çalışır oldular.
Stratejik Planlama her şeyden önemli ve gereklidir, neyin reklamını yapacağınızdan daha önce iş ve iletişim hedefi üzerinden bir stratejinin belirlenmesi ve bunun ölçümlenmesi gerektiğini söylediğimde de benzer reaksiyonlar almıştım, şimdilerde ajans bünyesinde stratejik iletişim departmanları kuruyorlar.
Yıllarca reklamın sanat olmadığını yazdım. “Sanatlı iştir ama sanat değildir. Aslolan inovasyondur” dedim. “Metin yazarı edebiyatçı değildir, kreatif direktör de ressam değildir…” Tefe koydular beni.
Sonra da yaratıcılığa değil etkililiğe ödül veren Effie ödüllerini 36 yıl sonra nihayet getirdiler Türkiye’ye… “Niçin reklam harcamaları azalırken PR bütçeleri artıyor. Araştırın.” dediğimizde, müşterilerini yanlış yönlendirmekle suçladılar…
Yine de fikren anlaşamadıklarımla gönül bağım, gönül bağım olmayanlarla da fikrî mutabakatım her zaman oldu. İkisinin bir arada olduğu durumlar da belki az sayıda, ama her zaman vardı…
Serdar Erener bunların başında gelir. O ve onun gibi ‘aykırı’ birkaç reklamcıyı hep dikkatle izledim. Bilirim ki reklam sektörüne getirdikleri hareketli, gerçekçi ve rekabetçi ortam, büyük-küçük bir çok reklam ajansına ve sektöre yaramıştır.
Özellikle sadece gençlere değil, tüm iletişimcilere söylüyorum: Turkishtime Dergisi’nin Kasım sayısında Serdar Erener ile yapılan röportajı mutlaka, altını çizerek okumalısınız. Reklamcılığı nasıl tanımladığından, reklamın sanat değil, etkili iş yapmak olduğuna kadar çok zengin bir röportaj vermiş. Allah’ı var, röportajı yapan Barış Erkaya da karşısına geçip, ‘nasıl yaratıcı olunur, siz bu fikirleri nasıl ve nereden çıkarıyorsunuz’ gibi klişe ve Serdar gibilerin hoşlanmayacağı sorular sormamış.
Sadece ‘Krsital Elma’ya neden katılmıyorsunuz?’ sorusuna verdiği ‘Reklamın etki yaratmak için yapılan bir iş olduğunu düşünüyorum. Doktorlar reçetelerini yarıştırdığı gün biz de belki reklamcılar olarak yarışabiliriz. Ama öyle bir dünya yok” cevabı bile kesilip saklanabilir. Ağzına sağlık Serdar… Bu arada yine birilerinin ayağına bastığında, onları ciddi oranda kızdıracağından hiç şüphen olmasın…