'Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür'...
9 Kasım 2009 Akşam Gazetesi
Bu söz Mustafa Kemal Atatürk’e ait... Kültür Eğitim Kurumları’nın web sitesinin açılış sayfasında duruyor... Cumhuriyetin temelini, tüketimde, serbest rekabette, siyasi iktidarlarda arayanların kulaklarına küpe olsun diye koymuşlar sanki... Arada bir nefes almak isteyenler oraya bir göz atabilir...
Hani pek çok sözü tahrif edilmiş, yanlış anlaşılmış ya da yanlış anlatılmış, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’e ait o sözler bana ‘cebren’ yapılmış tahrifatları hatırlattı...
Yıllarca bize onun, amacımızı “Türkiye’yi Batı uygarlığının seviyesine çıkarmak” olarak belirlediğini söyleyip durdular (Bkz. eski Cumhurbaşkanları Ahmet Necdet Sezer’in ve Kenan Evren’in veciz konuşmaları)...
Oysa metin oracıktaydı... Onuncu yıl nutkunun içinde... Bir kere Gazi, “Batı uygarlığı” demiyordu, “muhasır medeniyet” diyordu. Hem doğuyu hem de batıyı içine alıyordu... Ayrıca Türkiye’yi demiyordu; “Milli kültürümüzü” diyordu... En önemlisi ise “Seviyesine çıkaracağız!” demiyordu, “Seviyesinin üstüne çıkaracağız!” diyordu... Arada büyük fark vardı...
Nasıl tahrifat ama... Nasıl aşağılık kompleksi ama... Lafın doğrusu şöyleydi: “Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız!..”
***
Cuma akşamı, Kültür Koleji’nin 50’nci yılı nedeniyle Hilton Convention Center’da verilen Gala Yemeği’ne gittik.
İnsanın ruhunu zaman zaman temizlemesi gerekiyor... Ruhu muazzep eden (acı çektiren) o kadar çok şey var ki çevrede... Farkında olmadan bazen içine girip o azap tünellerinde kayboluveriyor insan... Trafikteki itiş kakıştan, maçlardaki küfürleşmelere; iş hayatındaki ‘adaba’ (yerli ecnebiler ‘etik kodlara’ diyor) uymayan davranışlardan, toplumsal ve siyasi hayattaki tüm erdemsizliklere, niteliksizliklere kadar; yaşamı sıkıştıran onca şeyin arasında, insanın suyun üstüne çıkıp derin bir nefes almaya ne kadar ihtiyacı var...
Kurumları bir iki yıl ayakta tutmak bile çok zorken onca anaokulu, ilköğretim okulunu, lise ve üniversiteyi nasıl olup da 50 yıla taşıyabildiklerini merak etmemek mümkün değil... Sürdürülebilirlik dünyanın en temel meselelerinden biri değil mi?..
Kültür Eğitim Kurumları’ndan pek çok tanıdığım var. Ancak Akıngüç ailesiyle tanışmak kısmet olmamıştı. O gece bu başarı öyküsünü ve sistemi 50’nci yılına taşıyan, binlerce genci (bu arada o gece sahne alan Kenan Doğulu’yu) hayatın zenginliğinin içine katan ve bunu hiç de ‘bağırıp çağırmadan, kendisinin altını çizmeden’ yapan efsane adamı ve işin aktif olarak başında bulunan aile fertlerini tanıma fırsatı buldum. Eşinin adı Gül... Birinci kızı Ful Akıngüç Över, ikincisi Lale Akıngüç Sevgen, üçüncüsü Bahar Akıngüç Günver... Fahamettin Akıngüç’ün eşinin ve kızlarının adları onun dünyaya bakışındaki naifliği yansıtıyor... Gül, Ful, Lale ve Bahar...
Tabii, bir de ‘düsturlarını’ yansıtan o ilginç sloganları: “Çocukların hizmetinde yarım yüzyıl!”..
***
‘Öğrencinin hizmetinde olmayı’ bir eğitim ilkesi olarak benimsemek her babayiğidin harcı değildir... Fahamettin Bey’in o gece yaptığı kısa konuşmada ortaya koyduğu temel ilkeleri de hayata geçirmek hayli zordur: Velilerle paydaşlık ilişkisi içinde olmak, emeğe değer vermek, öğretmenleri ‘işgücü’ olarak değil ‘değer’ olarak görmek...
Salon tıklım tıklım doluydu... Siyah takım elbise vardı üstümde. “Keşke smokinimi giyseydim!” diye geçirdim içimden... İlk kez bu kadar çok smokinli insan vardı etrafımda. Annem ve babamın gittikleri Cumhuriyet Balolarından kalma fotoğraflar geldi aklıma... Ruh aynı ruh... TRT’de gösterilmiş olan ve bireysel ikballerini ülke geleceği için ön plana çıkarmamayı başarmış, mütekamil ruhların oluşturduğu ‘idealler kuşağının’ anlatıldığı ‘Cumhuriyete Kanat Gerenler’ dizisinin ‘resmettiği’ o müthiş insanların öyküleri geçit yaptılar...
10 Kasım öncesinde ‘iyi geldi’ o gece...
Bu söz Mustafa Kemal Atatürk’e ait... Kültür Eğitim Kurumları’nın web sitesinin açılış sayfasında duruyor... Cumhuriyetin temelini, tüketimde, serbest rekabette, siyasi iktidarlarda arayanların kulaklarına küpe olsun diye koymuşlar sanki... Arada bir nefes almak isteyenler oraya bir göz atabilir...
Hani pek çok sözü tahrif edilmiş, yanlış anlaşılmış ya da yanlış anlatılmış, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’e ait o sözler bana ‘cebren’ yapılmış tahrifatları hatırlattı...
Yıllarca bize onun, amacımızı “Türkiye’yi Batı uygarlığının seviyesine çıkarmak” olarak belirlediğini söyleyip durdular (Bkz. eski Cumhurbaşkanları Ahmet Necdet Sezer’in ve Kenan Evren’in veciz konuşmaları)...
Oysa metin oracıktaydı... Onuncu yıl nutkunun içinde... Bir kere Gazi, “Batı uygarlığı” demiyordu, “muhasır medeniyet” diyordu. Hem doğuyu hem de batıyı içine alıyordu... Ayrıca Türkiye’yi demiyordu; “Milli kültürümüzü” diyordu... En önemlisi ise “Seviyesine çıkaracağız!” demiyordu, “Seviyesinin üstüne çıkaracağız!” diyordu... Arada büyük fark vardı...
Nasıl tahrifat ama... Nasıl aşağılık kompleksi ama... Lafın doğrusu şöyleydi: “Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız!..”
***
Cuma akşamı, Kültür Koleji’nin 50’nci yılı nedeniyle Hilton Convention Center’da verilen Gala Yemeği’ne gittik.
İnsanın ruhunu zaman zaman temizlemesi gerekiyor... Ruhu muazzep eden (acı çektiren) o kadar çok şey var ki çevrede... Farkında olmadan bazen içine girip o azap tünellerinde kayboluveriyor insan... Trafikteki itiş kakıştan, maçlardaki küfürleşmelere; iş hayatındaki ‘adaba’ (yerli ecnebiler ‘etik kodlara’ diyor) uymayan davranışlardan, toplumsal ve siyasi hayattaki tüm erdemsizliklere, niteliksizliklere kadar; yaşamı sıkıştıran onca şeyin arasında, insanın suyun üstüne çıkıp derin bir nefes almaya ne kadar ihtiyacı var...
Kurumları bir iki yıl ayakta tutmak bile çok zorken onca anaokulu, ilköğretim okulunu, lise ve üniversiteyi nasıl olup da 50 yıla taşıyabildiklerini merak etmemek mümkün değil... Sürdürülebilirlik dünyanın en temel meselelerinden biri değil mi?..
Kültür Eğitim Kurumları’ndan pek çok tanıdığım var. Ancak Akıngüç ailesiyle tanışmak kısmet olmamıştı. O gece bu başarı öyküsünü ve sistemi 50’nci yılına taşıyan, binlerce genci (bu arada o gece sahne alan Kenan Doğulu’yu) hayatın zenginliğinin içine katan ve bunu hiç de ‘bağırıp çağırmadan, kendisinin altını çizmeden’ yapan efsane adamı ve işin aktif olarak başında bulunan aile fertlerini tanıma fırsatı buldum. Eşinin adı Gül... Birinci kızı Ful Akıngüç Över, ikincisi Lale Akıngüç Sevgen, üçüncüsü Bahar Akıngüç Günver... Fahamettin Akıngüç’ün eşinin ve kızlarının adları onun dünyaya bakışındaki naifliği yansıtıyor... Gül, Ful, Lale ve Bahar...
Tabii, bir de ‘düsturlarını’ yansıtan o ilginç sloganları: “Çocukların hizmetinde yarım yüzyıl!”..
***
‘Öğrencinin hizmetinde olmayı’ bir eğitim ilkesi olarak benimsemek her babayiğidin harcı değildir... Fahamettin Bey’in o gece yaptığı kısa konuşmada ortaya koyduğu temel ilkeleri de hayata geçirmek hayli zordur: Velilerle paydaşlık ilişkisi içinde olmak, emeğe değer vermek, öğretmenleri ‘işgücü’ olarak değil ‘değer’ olarak görmek...
Salon tıklım tıklım doluydu... Siyah takım elbise vardı üstümde. “Keşke smokinimi giyseydim!” diye geçirdim içimden... İlk kez bu kadar çok smokinli insan vardı etrafımda. Annem ve babamın gittikleri Cumhuriyet Balolarından kalma fotoğraflar geldi aklıma... Ruh aynı ruh... TRT’de gösterilmiş olan ve bireysel ikballerini ülke geleceği için ön plana çıkarmamayı başarmış, mütekamil ruhların oluşturduğu ‘idealler kuşağının’ anlatıldığı ‘Cumhuriyete Kanat Gerenler’ dizisinin ‘resmettiği’ o müthiş insanların öyküleri geçit yaptılar...
10 Kasım öncesinde ‘iyi geldi’ o gece...