Tüm yalakalara gülelim. Yalakalar da gülsün!
11 MAYIS 2012
Malum;
yalakalık sadece siyasi iktidara yapılmaz.
Patrona, çıkar ya da medet umulan kişiye, kurumlara, sivil toplum örgütlerine, siyasi teşkilatlara hatta bir dünya görüşünün etkili isimlerine...
Menfaat sağlamak için yağ yapma gayretinin azı ya da çoğu var mıdır? Peki, eğer ‘yalakalık’ tamamen bir ‘ahlâki’ mesele olduğu konusunda fikir birliği içindeysek, o zaman iktidara ya da iktidar karşıtlarına yaranma çabası içinde olmanın farkı var mıdır? Bu nedenle Yılmaz Erdoğan’a ‘yalaka’ diyecek kadar kendilerinden geçenlere hak verecek bir üslup içinde olmak en azından ‘sakıncalı’dır. Kimlerin kimlere ve nerelere yeşillendiğini sezmek için de ille de köşekadısı olmak gerekmez.
Yılmaz’ın çizgisinin değişip değişmediğini hiç mi hiç ‘kontrol etmek’ gereğini duymadım; çünkü o zaten memleketimizin az sayıdaki ‘çizgidışı’ insanlarından biriydi.
***
Bersay İletişim Enstitüsü’nde ‘Çizginin Dışındakiler’ başlıklı konferanslar dizisinde anlattıklarının içinde aslında mesleğinin şahdamarı olan şu cümleleri okuduktan sonra; Sürahi Hanım ve Taci’den başlayarak, Vizontele’lere ve günümüzdeki BKM Mutfak’a ve oyuncu yetiştirme çabalarına kadar, aslında ne kadar da kendisine uygun bir ‘cüretkârlık’ içinde olduğunu herkes rahatlıkla tespit edebilir:
“BKM Mutfak ilginç bir deneyimdi; çünkü her adımdan bir sonrakini görerek hesap ettiğimiz, bazen deneyip bazen yanılarak sürdürdüğümüz bir süreçti. Ama sonunda kocaman bir sıra dışı cüretkarlığa dönüştü. Bizde cüretkârlık mecburidir. Her an birine, ‘Çık bize sert bir uzun hava söyle’, diyebiliriz. Üstelik kötü söylemesine de izin yok. Mutfak’takilerine gerçek hayatın taklitçileri olduğumuzu söyledim. İşin özü budur. Mars’ta da bir hikâye anlatsanız, oranın kodlarıyla yazmak zorundasınız. Yoksa bir anlam ilişkisi kuramazsınız. Dolayısıyla Tanrı’nın yazdığı senaryoya ne kadar bakarsınız, ona ne kadar benzerse o kadar cilloptur. Bu nedenle de onlara gerçek hayattan kayıtlar yapmaları gerektiğini söyledim. Eve gidip kapıyı çaldığınız andan itibaren kaydedin. İki sayfa da olsa kaydedin. Kimse konuşmuyor mu? Televizyonda ne varsa onu kaydedin. Tanrının boşluk yazması mümkün değildir. Tanrının senaryosu muazzamdır ve tıkır tıkır çalışır.”
***
‘Şöhret yönetimi’ üzerine biraz da olsa ahkâm kesebilecek kadar bu işlerin içinde olan biri olarak eğer Yılmaz kardeşim bana danışacak olsaydı, kendisine, iki yönetmenimizin filmlerinin adlarından dem vurarak bir şeyler söylemeye çalışırdım. ‘Tabutta Rövaşata’ (Derviş Zaim), ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ (Serdar Akar)…
Derdim ki: Dar mekânlarda, örneğin twitter’ın parçabuçuk satırlı koridorlarında ‘konuşma’! ‘Mars’ta da bir hikâye anlatsanız, oranın kodlarıyla yazmak zorundasınız. Yoksa bir anlam ilişkisi kuramazsınız’ yolundaki tespitin bizim insanımızın hayatına dair nasıl bir anlam ilişkisi aradığının ve dün değil yıllar önce dünyayı nasıl okuduğunun da işareti değil mi? Aklı-selim sahibi insanların zaman içinde söylediklerinden çok, yaptıklarına bakacakları zaten kesindir.
Günümüzün muzahfaratıyla nasıl uğraşman gerektiği konusundaki düşünceme gelince...
Tanrı’nın senaryosunun tecelli ettiği şu günleri yazıp oyunlaştır lütfen ve bir tiyatro üstadı olarak ülkemizdeki ‘yalakalar resmigeçidi’ni sahnelerimizden dünya âleme göstermeyi dene.
Bu meselede yapılabilecek en ‘cillop’ iş budur.
Tüm yalakalara hep birlikte güleriz. Yalakalar da güler...
Patrona, çıkar ya da medet umulan kişiye, kurumlara, sivil toplum örgütlerine, siyasi teşkilatlara hatta bir dünya görüşünün etkili isimlerine...
Menfaat sağlamak için yağ yapma gayretinin azı ya da çoğu var mıdır? Peki, eğer ‘yalakalık’ tamamen bir ‘ahlâki’ mesele olduğu konusunda fikir birliği içindeysek, o zaman iktidara ya da iktidar karşıtlarına yaranma çabası içinde olmanın farkı var mıdır? Bu nedenle Yılmaz Erdoğan’a ‘yalaka’ diyecek kadar kendilerinden geçenlere hak verecek bir üslup içinde olmak en azından ‘sakıncalı’dır. Kimlerin kimlere ve nerelere yeşillendiğini sezmek için de ille de köşekadısı olmak gerekmez.
Yılmaz’ın çizgisinin değişip değişmediğini hiç mi hiç ‘kontrol etmek’ gereğini duymadım; çünkü o zaten memleketimizin az sayıdaki ‘çizgidışı’ insanlarından biriydi.
***
Bersay İletişim Enstitüsü’nde ‘Çizginin Dışındakiler’ başlıklı konferanslar dizisinde anlattıklarının içinde aslında mesleğinin şahdamarı olan şu cümleleri okuduktan sonra; Sürahi Hanım ve Taci’den başlayarak, Vizontele’lere ve günümüzdeki BKM Mutfak’a ve oyuncu yetiştirme çabalarına kadar, aslında ne kadar da kendisine uygun bir ‘cüretkârlık’ içinde olduğunu herkes rahatlıkla tespit edebilir:
“BKM Mutfak ilginç bir deneyimdi; çünkü her adımdan bir sonrakini görerek hesap ettiğimiz, bazen deneyip bazen yanılarak sürdürdüğümüz bir süreçti. Ama sonunda kocaman bir sıra dışı cüretkarlığa dönüştü. Bizde cüretkârlık mecburidir. Her an birine, ‘Çık bize sert bir uzun hava söyle’, diyebiliriz. Üstelik kötü söylemesine de izin yok. Mutfak’takilerine gerçek hayatın taklitçileri olduğumuzu söyledim. İşin özü budur. Mars’ta da bir hikâye anlatsanız, oranın kodlarıyla yazmak zorundasınız. Yoksa bir anlam ilişkisi kuramazsınız. Dolayısıyla Tanrı’nın yazdığı senaryoya ne kadar bakarsınız, ona ne kadar benzerse o kadar cilloptur. Bu nedenle de onlara gerçek hayattan kayıtlar yapmaları gerektiğini söyledim. Eve gidip kapıyı çaldığınız andan itibaren kaydedin. İki sayfa da olsa kaydedin. Kimse konuşmuyor mu? Televizyonda ne varsa onu kaydedin. Tanrının boşluk yazması mümkün değildir. Tanrının senaryosu muazzamdır ve tıkır tıkır çalışır.”
***
‘Şöhret yönetimi’ üzerine biraz da olsa ahkâm kesebilecek kadar bu işlerin içinde olan biri olarak eğer Yılmaz kardeşim bana danışacak olsaydı, kendisine, iki yönetmenimizin filmlerinin adlarından dem vurarak bir şeyler söylemeye çalışırdım. ‘Tabutta Rövaşata’ (Derviş Zaim), ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ (Serdar Akar)…
Derdim ki: Dar mekânlarda, örneğin twitter’ın parçabuçuk satırlı koridorlarında ‘konuşma’! ‘Mars’ta da bir hikâye anlatsanız, oranın kodlarıyla yazmak zorundasınız. Yoksa bir anlam ilişkisi kuramazsınız’ yolundaki tespitin bizim insanımızın hayatına dair nasıl bir anlam ilişkisi aradığının ve dün değil yıllar önce dünyayı nasıl okuduğunun da işareti değil mi? Aklı-selim sahibi insanların zaman içinde söylediklerinden çok, yaptıklarına bakacakları zaten kesindir.
Günümüzün muzahfaratıyla nasıl uğraşman gerektiği konusundaki düşünceme gelince...
Tanrı’nın senaryosunun tecelli ettiği şu günleri yazıp oyunlaştır lütfen ve bir tiyatro üstadı olarak ülkemizdeki ‘yalakalar resmigeçidi’ni sahnelerimizden dünya âleme göstermeyi dene.
Bu meselede yapılabilecek en ‘cillop’ iş budur.
Tüm yalakalara hep birlikte güleriz. Yalakalar da güler...