Türkiye melanete karşı şerbetlidir
23 Nisan 2019 - Yeni Şafak
Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere ülkemiz siyasi hayatında rol oynayan neredeyse tüm oyuncular, normalleşmeden, huzur içinde önümüze bakmaktan, ülkenin meselelerine eğilmekten söz ediyorlar ya, ille de bu dengeleri bozacak bir şeylerin ortaya çıkması lazım…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun uğradığı saldırıya biraz da şu açıdan bakmak lazım. Kendisine yönelik zarar verme ya da yıpratma amacı olabilecek bu vahim olay, Kılıçdaroğlu’nun bireysel menkıbesine bir sayfa daha eklenmesi sonucunu doğurmuş olabilir... Öyleyse amaç ters tepmiştir...
Bunu bir kenara bırakıp, “Bu saldırı kimin işine yarar?” , “Amaç ne olabilir?” sorularına yönelelim...
Planlayanın kazanan olamayacağı bir denklem haline gelmiştir bu eylem… Bir anda ülke birbirine kenetlendi, tüm toplumsal dinamikler birleşip yekvücut halinde lanetlediler saldırıyı…
Bu tür eylemlerin, eğer örgütlü ve merkezi olarak planlanmışsalar, tek amacı vardır: Kilit mesajlarını ileterek, halkta belli bir algı oluşturmak, bu algı sonucunda da istedikleri çevrelerde hedeflenen davranış değişikliğine ulaşılmasını sağlamak… Provokasyon ve şiddet gösterileri, eğer bireysel bir ruh halinden kaynaklanmıyorlarsa, aslında birer iletişim araçlarıdır.
Bu olayda yukarıda sözünü ettiğimiz parametrelerden ve iletişim hedeflerinden hiçbiri çalışmamaktadır. Tam tersine neredeyse ülkenin algılama düzeyinde kazançlı çıktığı; bilinç ve duyarlılık düzeyinin arttığı dahi söylenebilir…
Öte yandan bir başka açıdan bakıldığında şöyle bir akıl yürütme de yapılabilir: Eğer bu sefer amacına ulaşmadığı melanet odakları tarafından tespit edilirse, bu ve benzeri provokatif eylemlerin yenilerine tevessül edilebilir…
Türkiye, içerden ve dışarıdan düşmanları karşısında uyanık ve hazırlıklı olma zorunluluğunu her geçen gün daha iyi hissetmektedir. Bu kadar çok, bu kadar çeşitli melanet odağı acaba dünyanın başka hangi ülkesini tehdit etmektedir?
Allah’tan Türkiye melanet odaklarının ekonomik saldırılarına karşı zaman içinde nasıl şerbetlenmişse, toplumsal saldırılar konusunda da benzer bir bağışıklığa sahiptir…
Bu arada 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, bu bağışıklığı perçinlemek için mükemmel bir fırsat olabilir… Hepimiz için, özellikle de ilköğretim çağında çocukları olanlar için, bir kutlama ve anlamlandırma günü olarak yaşanır inşallah.
Gençler ‘fenomen’ olmak istiyor
İletişim konularında üniversitelerdeki derslerimiz, konuşmacı olarak katıldığımız etkinliklerde son zamanlarda bir soruyla sıklıkla karşılaşıyoruz: “Ben nasıl yaşam koçu olabilirim?”
‘Yaşam koçu’ denen işin çok popüler olduğunu kabul etmek lazım. Kurslara, seminerlere katılıp evde çiçek büyütemeyen insanların bir sürü para kazanıyor olmasının, bu çok genç arkadaşlarımız arasında bir cazibe yaratması anlaşılabilir...
Ergenliği yeni tamamlamış, 20’li yaşların başında, daha yeni yeni dünyayı tanıyan insanlara bu ‘iş’, itibar ve paranın kolay kazanıldığı bir alan izlenimi yaratmış olabilir. Onların olgunlaştıkça bu sevdadan vazgeçeceklerine de inancımız tam.
Gençlerin bir başka arzusu, ‘kariyer hedefi’ de ‘fenomen’ ya da ‘influencer’ (etkileyici) olmak...
Bu ‘işi’ yapanlar sosyal medya hesaplarından paylaştıkları marka ya da ürün tavsiyeleriyle takipçilerinin satın alma, zaman zaman da siyasi eğilimleri konusunda etkili olabiliyorlarmış. Bu nedenle kendilerine ‘etkileyici’ de denebiliyor...
Fenomen olmak, internet ortamında, eski moda (!) tabirle, ‘star’ olmak gibi görülebilir...
Sıradan görünen, böyle göründüğü için de hafife alınarak kolaylıkla sahip olabileceğini düşündüğü bu vasıf, öyle kolay kolay bulunmuyor. O nedenle de herkes fenomen olamıyor.
Fenomenlerin ortak özelliklerine bakarak bu işin ana koşullarını sıralayalım:
Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere ülkemiz siyasi hayatında rol oynayan neredeyse tüm oyuncular, normalleşmeden, huzur içinde önümüze bakmaktan, ülkenin meselelerine eğilmekten söz ediyorlar ya, ille de bu dengeleri bozacak bir şeylerin ortaya çıkması lazım…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun uğradığı saldırıya biraz da şu açıdan bakmak lazım. Kendisine yönelik zarar verme ya da yıpratma amacı olabilecek bu vahim olay, Kılıçdaroğlu’nun bireysel menkıbesine bir sayfa daha eklenmesi sonucunu doğurmuş olabilir... Öyleyse amaç ters tepmiştir...
Bunu bir kenara bırakıp, “Bu saldırı kimin işine yarar?” , “Amaç ne olabilir?” sorularına yönelelim...
Planlayanın kazanan olamayacağı bir denklem haline gelmiştir bu eylem… Bir anda ülke birbirine kenetlendi, tüm toplumsal dinamikler birleşip yekvücut halinde lanetlediler saldırıyı…
Bu tür eylemlerin, eğer örgütlü ve merkezi olarak planlanmışsalar, tek amacı vardır: Kilit mesajlarını ileterek, halkta belli bir algı oluşturmak, bu algı sonucunda da istedikleri çevrelerde hedeflenen davranış değişikliğine ulaşılmasını sağlamak… Provokasyon ve şiddet gösterileri, eğer bireysel bir ruh halinden kaynaklanmıyorlarsa, aslında birer iletişim araçlarıdır.
Bu olayda yukarıda sözünü ettiğimiz parametrelerden ve iletişim hedeflerinden hiçbiri çalışmamaktadır. Tam tersine neredeyse ülkenin algılama düzeyinde kazançlı çıktığı; bilinç ve duyarlılık düzeyinin arttığı dahi söylenebilir…
Öte yandan bir başka açıdan bakıldığında şöyle bir akıl yürütme de yapılabilir: Eğer bu sefer amacına ulaşmadığı melanet odakları tarafından tespit edilirse, bu ve benzeri provokatif eylemlerin yenilerine tevessül edilebilir…
Türkiye, içerden ve dışarıdan düşmanları karşısında uyanık ve hazırlıklı olma zorunluluğunu her geçen gün daha iyi hissetmektedir. Bu kadar çok, bu kadar çeşitli melanet odağı acaba dünyanın başka hangi ülkesini tehdit etmektedir?
Allah’tan Türkiye melanet odaklarının ekonomik saldırılarına karşı zaman içinde nasıl şerbetlenmişse, toplumsal saldırılar konusunda da benzer bir bağışıklığa sahiptir…
Bu arada 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, bu bağışıklığı perçinlemek için mükemmel bir fırsat olabilir… Hepimiz için, özellikle de ilköğretim çağında çocukları olanlar için, bir kutlama ve anlamlandırma günü olarak yaşanır inşallah.
Gençler ‘fenomen’ olmak istiyor
İletişim konularında üniversitelerdeki derslerimiz, konuşmacı olarak katıldığımız etkinliklerde son zamanlarda bir soruyla sıklıkla karşılaşıyoruz: “Ben nasıl yaşam koçu olabilirim?”
‘Yaşam koçu’ denen işin çok popüler olduğunu kabul etmek lazım. Kurslara, seminerlere katılıp evde çiçek büyütemeyen insanların bir sürü para kazanıyor olmasının, bu çok genç arkadaşlarımız arasında bir cazibe yaratması anlaşılabilir...
Ergenliği yeni tamamlamış, 20’li yaşların başında, daha yeni yeni dünyayı tanıyan insanlara bu ‘iş’, itibar ve paranın kolay kazanıldığı bir alan izlenimi yaratmış olabilir. Onların olgunlaştıkça bu sevdadan vazgeçeceklerine de inancımız tam.
Gençlerin bir başka arzusu, ‘kariyer hedefi’ de ‘fenomen’ ya da ‘influencer’ (etkileyici) olmak...
Bu ‘işi’ yapanlar sosyal medya hesaplarından paylaştıkları marka ya da ürün tavsiyeleriyle takipçilerinin satın alma, zaman zaman da siyasi eğilimleri konusunda etkili olabiliyorlarmış. Bu nedenle kendilerine ‘etkileyici’ de denebiliyor...
Fenomen olmak, internet ortamında, eski moda (!) tabirle, ‘star’ olmak gibi görülebilir...
Sıradan görünen, böyle göründüğü için de hafife alınarak kolaylıkla sahip olabileceğini düşündüğü bu vasıf, öyle kolay kolay bulunmuyor. O nedenle de herkes fenomen olamıyor.
Fenomenlerin ortak özelliklerine bakarak bu işin ana koşullarını sıralayalım:
- Zeki olmaları
- Sıradışı düşünebilmeleri
- Mizah kabiliyetlerinin yüksek olması
- Akıllı olmaları (Zeka ile karıştırılmamalı) ki bu para kazanmayı da peşinde getirir.
- Dürüst ve yalın olmaları. Batılılar, komşu kızı diye çevirebileceğimiz “girl next door” ifadesini kullanır. Bu özellik, tanıdık, herkese benzeyen biri olmanın getirdiği samimiyet hissini uyandırır.