Türkiye’nin yumuşak karnı: Tasarım…
01 Ekim 2017 - Derin Ekonomi
Türkiye iş, siyaset ve bürokrasi dünyası, siyasi gündemde sıcak konu olarak ortaya çıkmasa bile, pek çok alanda 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ve Cumhurbaşkanlığı hükümeti sistemi için gerekli ‘uyum yasalarının’ çıkmasına kilitlenmiş vaziyette…
Türkiye’nin gelişiminin önünü tıkayan, Türkiye’deki üretici güçlerin hızına ayak uydurma konusunda tekleyen bürokratik yapı ve devlet süreçlerinin, iş yapış biçimlerinin, küresel rekabet içinde başarılı olabilmenin de önündeki en önemli engeller olduğu konusunda iş dünyası tamamen mutabık.
İşin ilginç yanı bazı siyasilerin de bu kez iş dünyasıyla tamamen mutabık olmaları.
Geçen ayın sonuna doğru bir Cumartesi günü ilginç bir çalışmaya katıldık. Türkiye Tasarım Vakfı bir strateji çalıştayı düzenledi. Gencecik bir vakıf. İTÜ’lü genç mimarlar ve öğrenciler kurmuşlar. Rektör hocanın ve o günkü çalıştaya da katılmış olan Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Erol Gül’ün büyük desteği var. Katılımcıların hem niceliği hem de niteliği konusunda vakıf her türlü övgüyü hak ediyordu.
Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri ihracatta katma değerli ürünlerin yeterince yer almaması. Hani kaç ton ihracat yapılmış; toplam kaç milyar dolar girdi elde edilmiş; böl girdiyi tona… Ton başına düşen gelir konusunda Türkiye çok gerilerde. Avara kasnak dönmek gibi bir şey. Katma değeri artırmanın en etkili yolu ise yumuşak güç (Soft Power) denen alana yatırım yapmaktan geçiyor. Tasarım ise yumuşak gücün en önemli unsuru…
Bir ülkede tasarım; eğitimiyle, uygulamasıyla yeterince güçlü değilse, ne o ülkeden marka çıkıyor, ne de o ülke markası dünyada iş yapabiliyor. Peki tasarım nasıl gelişecek? Bu sorunun yanıtını kendilerine sorması gereken toplumsal dinamikler üç grupta toplanıyor: Devlet, özel sektör ve sivil toplum örgütleri… Bu üçlüden her birinin tasarımın gelişimi konusunda kendi alanında neler yapabileceğini sorgulaması gerekiyor.
İşte Türkiye Tasarım Vakfı da bu sorunun yanıtını stratejik boyutta aramak için düzenlemişti o çalıştayı. Türkiye İhracatçılar Meclisi de tasarım ve inovasyon konusunda pek çok etkinliğe imza atıyor. Özel sektörün Ar-Ge’ye ayırdığı bütçe her yıl artarak gelişiyor. Peki devlette durum ne? Enerji Bakanlığı’nın açtığı yenilenebilir enerji ihalelerinde santral inşasında yerli üretimin kullanılmasını ve Ar-Ge’ye ciddi miktarlarda yatırım yapmalarının şart koşulması iyi gelişmeler; ancak tasarım konusunda Türkiye’nin bir millî politikasının varlığından söz etmekten çok uzağız…
İşte bu konu o çalıştayda masaya yatırıldı. Ortak kanaat, işin ilköğretim yıllarında başlatılması yönündeydi. Tasarım konusunda devletin mutlaka uzun vadeli bir stratejik planı olmalıydı. Halkın bilinçlenmesi için de devletin desteği gerekiyordu. Kamu spotları vs… Ödüllendirilme, devletin uzun vadeli stratejileri doğrultusunda yeniden belirlenmeliydi.
Öte yandan genel mutabakat ise, bu işlerin hızlı yürüyebilmesinin ancak bürokratik oligarşinin sürekli yokuş yapmasının engellenmesiyle mümkün olabileceği yolunda idi. Peki, bürokratik oligarşinin yokuş yapması somut olarak nasıl engellenebilir, üretim süreçleri nasıl hızlandırılabilirdi? Bu sorunun yanıtının ancak 2019’dan sonra verilebileceğini söylemek kâhinlik olmayacaktır…
Benzer bir yaklaşım Türkiye’de ekonomik karar alma süreçleri için de geçerlidir.
7 tane bakanlık birden karışıyor ekonominin yönetimine. Oysa ekonomi, 2019’dan sonra büyük olasılıkla tek bir bakanın ya da Başkan Yardımcısının koordinasyonunda yönetilecektir.
Çalışma hayatını ve memurluk dünyasını düzenleyen arkaik yasalar da yerlerini mutlaka çağın gerekleri doğrultusunda hazırlanmış yeni düzenlemelere bırakacaklardır.
Yani Türkiye’nin önünü tıkayan yapı ve süreçlerin değişmesi için umutların 2019’a bağlanması kadar doğal bir şey olamaz…
Türkiye’nin gelişiminin önünü tıkayan, Türkiye’deki üretici güçlerin hızına ayak uydurma konusunda tekleyen bürokratik yapı ve devlet süreçlerinin, iş yapış biçimlerinin, küresel rekabet içinde başarılı olabilmenin de önündeki en önemli engeller olduğu konusunda iş dünyası tamamen mutabık.
İşin ilginç yanı bazı siyasilerin de bu kez iş dünyasıyla tamamen mutabık olmaları.
Geçen ayın sonuna doğru bir Cumartesi günü ilginç bir çalışmaya katıldık. Türkiye Tasarım Vakfı bir strateji çalıştayı düzenledi. Gencecik bir vakıf. İTÜ’lü genç mimarlar ve öğrenciler kurmuşlar. Rektör hocanın ve o günkü çalıştaya da katılmış olan Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Erol Gül’ün büyük desteği var. Katılımcıların hem niceliği hem de niteliği konusunda vakıf her türlü övgüyü hak ediyordu.
Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri ihracatta katma değerli ürünlerin yeterince yer almaması. Hani kaç ton ihracat yapılmış; toplam kaç milyar dolar girdi elde edilmiş; böl girdiyi tona… Ton başına düşen gelir konusunda Türkiye çok gerilerde. Avara kasnak dönmek gibi bir şey. Katma değeri artırmanın en etkili yolu ise yumuşak güç (Soft Power) denen alana yatırım yapmaktan geçiyor. Tasarım ise yumuşak gücün en önemli unsuru…
Bir ülkede tasarım; eğitimiyle, uygulamasıyla yeterince güçlü değilse, ne o ülkeden marka çıkıyor, ne de o ülke markası dünyada iş yapabiliyor. Peki tasarım nasıl gelişecek? Bu sorunun yanıtını kendilerine sorması gereken toplumsal dinamikler üç grupta toplanıyor: Devlet, özel sektör ve sivil toplum örgütleri… Bu üçlüden her birinin tasarımın gelişimi konusunda kendi alanında neler yapabileceğini sorgulaması gerekiyor.
İşte Türkiye Tasarım Vakfı da bu sorunun yanıtını stratejik boyutta aramak için düzenlemişti o çalıştayı. Türkiye İhracatçılar Meclisi de tasarım ve inovasyon konusunda pek çok etkinliğe imza atıyor. Özel sektörün Ar-Ge’ye ayırdığı bütçe her yıl artarak gelişiyor. Peki devlette durum ne? Enerji Bakanlığı’nın açtığı yenilenebilir enerji ihalelerinde santral inşasında yerli üretimin kullanılmasını ve Ar-Ge’ye ciddi miktarlarda yatırım yapmalarının şart koşulması iyi gelişmeler; ancak tasarım konusunda Türkiye’nin bir millî politikasının varlığından söz etmekten çok uzağız…
İşte bu konu o çalıştayda masaya yatırıldı. Ortak kanaat, işin ilköğretim yıllarında başlatılması yönündeydi. Tasarım konusunda devletin mutlaka uzun vadeli bir stratejik planı olmalıydı. Halkın bilinçlenmesi için de devletin desteği gerekiyordu. Kamu spotları vs… Ödüllendirilme, devletin uzun vadeli stratejileri doğrultusunda yeniden belirlenmeliydi.
Öte yandan genel mutabakat ise, bu işlerin hızlı yürüyebilmesinin ancak bürokratik oligarşinin sürekli yokuş yapmasının engellenmesiyle mümkün olabileceği yolunda idi. Peki, bürokratik oligarşinin yokuş yapması somut olarak nasıl engellenebilir, üretim süreçleri nasıl hızlandırılabilirdi? Bu sorunun yanıtının ancak 2019’dan sonra verilebileceğini söylemek kâhinlik olmayacaktır…
Benzer bir yaklaşım Türkiye’de ekonomik karar alma süreçleri için de geçerlidir.
7 tane bakanlık birden karışıyor ekonominin yönetimine. Oysa ekonomi, 2019’dan sonra büyük olasılıkla tek bir bakanın ya da Başkan Yardımcısının koordinasyonunda yönetilecektir.
Çalışma hayatını ve memurluk dünyasını düzenleyen arkaik yasalar da yerlerini mutlaka çağın gerekleri doğrultusunda hazırlanmış yeni düzenlemelere bırakacaklardır.
Yani Türkiye’nin önünü tıkayan yapı ve süreçlerin değişmesi için umutların 2019’a bağlanması kadar doğal bir şey olamaz…