Türkiye’nin beş ‘evresi’…
29 MAYIS 2011
Ülkemizde birbiri ardı sıra “sancılı ve can yakan” dönemlerin hepsine dair bellek tazeleyen iyi belgesellerimiz var. Dönüp dönüp seyredilmesi gerektiğine inandığım için ben de dönüp dönüp yazıyorum.
Örneğin 12 Mart Belgeseli’nin ilk bölümü, 1960 sonrasını anlatarak başlıyor ve başlar başlamaz da “Süngüyle giden sandıkla geri dönüyordu” tespitini yapıyor. Çok partili demokrasiye geçildiğinden bu yana ülkemizin en temel karakteristik özelliğini betimleyen bu ifade, ilk kez “kader olmaktan çıkma” işaretini ne zaman vermeye başladı, dersiniz? Artık süngüyle giden olmadığı için sandıkla geri dönenlerden de söz etmek olası değil. İyi ki edemeyiz.
Cumhurbaşkanı seçimi söz konusu olduğunda mutlaka bir Genelkurmay Başkanı’nın hazırlık içinde olduğu, Meclis localarında subay hanımlarının oturduğu dönemlerle yüzleştiğimiz ve “ya darbe ya demokrasi?” dilemmasından kurtulduğumuz ölçüde daha sağlıklı iletişim ortamlarında soluk alıp verir hale geleceğimize kuşku yok.
Türkiye Cumhuriyeti dördüncü aşamayı tamamlamak üzere… Bunu anlayan, halkın bu yoldaki talebini kavrayan siyasi partiler, yollarına devam edecekler diğerleri onların arkalarından bakacaklardır. Dört aşamayı kaba hatlarıyla bir kez daha hatırlayalım: 1. Cumhuriyetin inşası (1923 – 1950), 2. Demokrasinin yerleştirilmesi (1950 – 1983), 3. Kapitalizm ve liberalizmin restorasyonu (1983 – 2002), 4. Bürokrasinin devlet üzerindeki otoritesinin tasfiyesi (2002 - ?)
Dördüncü aşamanın ne zaman tamamlanacağını, ‘ilim, irfan çağı - Bilgi ve bilgelik toplumu’ diye adlandırılabilecek, hayli uzun sürmesi muhtemel ‘Beşinci Aşamanın’ ne zaman devreye gireceğini kestirmek zor. Ancak Türkiye’nin gelişmesinin bu yönde olduğuna, çok büyük bir yol kazası veya tarihin çarkını geri çevirmek isteyenleri kısa dönemli zaferler (!) dışında emellerine ulaşamayacaklarına inanmak için elimizde çok neden var…
Gelin beş dönemin beş kilit kelimesini hatırlayalım: “Cumhuriyet – Demokrasi – Liberalizm – Bürokrasi – İlim irfan”…
Seçmen, bilinç altından dahi olsa oy vermek istediği partinin bu çizginin neresinde durduğunu sorgulayacaktır. Siz sorgulamıyor musunuz?..
Gençleri tanımadan ülke tanınmaz
Uzunca bir süredir uyarıp durduk, desek yeridir. Türkiye’nin bir tür ‘Gençler Ülkesi’ olduğunu iddia edenler dahil, pek kimsenin Y Kuşağı’nı umursadığını, onlarla ile ilgili somut bilgi ve görüş oluşturduğunu, siyasi partilerin ise gençlere yönelik temel stratejik planları geliştirdiğini iddia etmek zor…
İstanbul Kültür Üniversitesi’nin Konda Araştırma Şirketine yaptırdığı Türkiye Gençlik araştırması ile bu alanda ciddi bir yol alındı… Araştırma geçen hafta kamu oyuyla paylaşıldı. Medyanın ve akademi dünyasındaki bazı şaşkınların sonuçlarla ilgili gösterdikleri şaşkınlığa hiç şaşmadım…
Araştırma 15-30 yaş grubu arasında 2350 denekle yapılmış. 35 ilde ve tüm ülkeyi temsil edecek bir örnekleme ile, yüz yüze görüşerek. İşte size bazı çarpıcı sonuçlar:
Her üç gençten biri Türkiye’de hiçbir kuruma güvenmiyor. En az da medyaya güveniyor (1000 kişide 6 kişi…)
Her üç gençten ikisi tüm gençliğine rağmen “Geçmişten gelen geleneklerimiz değişmeden korunmalıdır” diyor…
Her 10 gençten dört tanesi “Kızını dövmeyen dizini döver” tespitine katılıyor…
100 kişiden sadece 7’si öğretmenlerinin kendisini hayata hazırladığını düşünüyor…
10 gençten yalnızca bir tanesi ‘dünya görüşü’ elde etmek için üniversiteye gidiyor; genel hedefleri sadece ‘diploma almak’…
Her 10 gençten 7 tanesi “Türkiye Orta Doğu ve Müslüman ülkelerle daha yakın işbirliği içinde olmalıdır” diyor…
Gençlerimizin neredeyse tamamı günde 6 saatlerini ekran önünde geçiriyor. Ya bilgisayarda sohbet ediyor ya da TV’de dizi seyrediyor…
Türkiye okunak isteyenlerin bu araştırmayı ‘iyi okumaları’ gerekiyor… (Meraklısı Kültür Üniversitesi veya Konda’nın web sitesinden araştırmayı indirebilir…)
Çarpan değil bölen etkisi…
Uzunca bir süre ‘sosyetik güzel olarak anıldıktan sonra, yavaş yavaş kendisi de bir şeyler ürettiğini kanıtlayan Eda Taşpınar, şu sıra iletişim adına küçük bir intihar oprasyonu izliyor…
Ders almak için iyi bir vaka analiz yapılabilir…
“Güç kirlenmesine kurban vermek” yaklaşık böyle oluyor… Hangi ekranı açsanız karşınızda Eda Hanım var sanki… TV programları ve de ille de aynı döneme denk getirilmiş olan reklamlar…
Yapı Kredi’nin Vada’lı reklamı (bu arada gerçekten çok hoş) müthiş bir talihsizlik sonucu Brown Silk Epik ile ‘pişti’ oluvermiş. Reklamlar üzerinde ‘Çarpan’ değil ‘Bölen’ etkisi yaratan, Taşpınar’ın kendisini de yıpratan bu durumu engellemek görevi Eda Hanım ve varsa menajerine aittir… Yoksa tüm tarafların ‘kaybedeceği’ bir durum çıkıverir ortaya…
Örneğin 12 Mart Belgeseli’nin ilk bölümü, 1960 sonrasını anlatarak başlıyor ve başlar başlamaz da “Süngüyle giden sandıkla geri dönüyordu” tespitini yapıyor. Çok partili demokrasiye geçildiğinden bu yana ülkemizin en temel karakteristik özelliğini betimleyen bu ifade, ilk kez “kader olmaktan çıkma” işaretini ne zaman vermeye başladı, dersiniz? Artık süngüyle giden olmadığı için sandıkla geri dönenlerden de söz etmek olası değil. İyi ki edemeyiz.
Cumhurbaşkanı seçimi söz konusu olduğunda mutlaka bir Genelkurmay Başkanı’nın hazırlık içinde olduğu, Meclis localarında subay hanımlarının oturduğu dönemlerle yüzleştiğimiz ve “ya darbe ya demokrasi?” dilemmasından kurtulduğumuz ölçüde daha sağlıklı iletişim ortamlarında soluk alıp verir hale geleceğimize kuşku yok.
Türkiye Cumhuriyeti dördüncü aşamayı tamamlamak üzere… Bunu anlayan, halkın bu yoldaki talebini kavrayan siyasi partiler, yollarına devam edecekler diğerleri onların arkalarından bakacaklardır. Dört aşamayı kaba hatlarıyla bir kez daha hatırlayalım: 1. Cumhuriyetin inşası (1923 – 1950), 2. Demokrasinin yerleştirilmesi (1950 – 1983), 3. Kapitalizm ve liberalizmin restorasyonu (1983 – 2002), 4. Bürokrasinin devlet üzerindeki otoritesinin tasfiyesi (2002 - ?)
Dördüncü aşamanın ne zaman tamamlanacağını, ‘ilim, irfan çağı - Bilgi ve bilgelik toplumu’ diye adlandırılabilecek, hayli uzun sürmesi muhtemel ‘Beşinci Aşamanın’ ne zaman devreye gireceğini kestirmek zor. Ancak Türkiye’nin gelişmesinin bu yönde olduğuna, çok büyük bir yol kazası veya tarihin çarkını geri çevirmek isteyenleri kısa dönemli zaferler (!) dışında emellerine ulaşamayacaklarına inanmak için elimizde çok neden var…
Gelin beş dönemin beş kilit kelimesini hatırlayalım: “Cumhuriyet – Demokrasi – Liberalizm – Bürokrasi – İlim irfan”…
Seçmen, bilinç altından dahi olsa oy vermek istediği partinin bu çizginin neresinde durduğunu sorgulayacaktır. Siz sorgulamıyor musunuz?..
Gençleri tanımadan ülke tanınmaz
Uzunca bir süredir uyarıp durduk, desek yeridir. Türkiye’nin bir tür ‘Gençler Ülkesi’ olduğunu iddia edenler dahil, pek kimsenin Y Kuşağı’nı umursadığını, onlarla ile ilgili somut bilgi ve görüş oluşturduğunu, siyasi partilerin ise gençlere yönelik temel stratejik planları geliştirdiğini iddia etmek zor…
İstanbul Kültür Üniversitesi’nin Konda Araştırma Şirketine yaptırdığı Türkiye Gençlik araştırması ile bu alanda ciddi bir yol alındı… Araştırma geçen hafta kamu oyuyla paylaşıldı. Medyanın ve akademi dünyasındaki bazı şaşkınların sonuçlarla ilgili gösterdikleri şaşkınlığa hiç şaşmadım…
Araştırma 15-30 yaş grubu arasında 2350 denekle yapılmış. 35 ilde ve tüm ülkeyi temsil edecek bir örnekleme ile, yüz yüze görüşerek. İşte size bazı çarpıcı sonuçlar:
Her üç gençten biri Türkiye’de hiçbir kuruma güvenmiyor. En az da medyaya güveniyor (1000 kişide 6 kişi…)
Her üç gençten ikisi tüm gençliğine rağmen “Geçmişten gelen geleneklerimiz değişmeden korunmalıdır” diyor…
Her 10 gençten dört tanesi “Kızını dövmeyen dizini döver” tespitine katılıyor…
100 kişiden sadece 7’si öğretmenlerinin kendisini hayata hazırladığını düşünüyor…
10 gençten yalnızca bir tanesi ‘dünya görüşü’ elde etmek için üniversiteye gidiyor; genel hedefleri sadece ‘diploma almak’…
Her 10 gençten 7 tanesi “Türkiye Orta Doğu ve Müslüman ülkelerle daha yakın işbirliği içinde olmalıdır” diyor…
Gençlerimizin neredeyse tamamı günde 6 saatlerini ekran önünde geçiriyor. Ya bilgisayarda sohbet ediyor ya da TV’de dizi seyrediyor…
Türkiye okunak isteyenlerin bu araştırmayı ‘iyi okumaları’ gerekiyor… (Meraklısı Kültür Üniversitesi veya Konda’nın web sitesinden araştırmayı indirebilir…)
Çarpan değil bölen etkisi…
Uzunca bir süre ‘sosyetik güzel olarak anıldıktan sonra, yavaş yavaş kendisi de bir şeyler ürettiğini kanıtlayan Eda Taşpınar, şu sıra iletişim adına küçük bir intihar oprasyonu izliyor…
Ders almak için iyi bir vaka analiz yapılabilir…
“Güç kirlenmesine kurban vermek” yaklaşık böyle oluyor… Hangi ekranı açsanız karşınızda Eda Hanım var sanki… TV programları ve de ille de aynı döneme denk getirilmiş olan reklamlar…
Yapı Kredi’nin Vada’lı reklamı (bu arada gerçekten çok hoş) müthiş bir talihsizlik sonucu Brown Silk Epik ile ‘pişti’ oluvermiş. Reklamlar üzerinde ‘Çarpan’ değil ‘Bölen’ etkisi yaratan, Taşpınar’ın kendisini de yıpratan bu durumu engellemek görevi Eda Hanım ve varsa menajerine aittir… Yoksa tüm tarafların ‘kaybedeceği’ bir durum çıkıverir ortaya…