Türkkan krizinden çıkan 5 ders
11 kasım 2021 - Yeni Şafak
Bazı değerler vardır… Geçilmemesi gereken kırmızı çizgiler… Hacı Bektaş-ı Veli "Eline, Beline, Diline Sahip Ol" demiş mesela...
Meşhur son hadisede, tecrübeli bir siyasetçinin, kelimenin tam anlamıyla, ne eline ne de diline sahip olamadığını gördük. Öyle bir ‘kriz’e neden oldu ki; hem kendisini hem de partisini son derece zor bir durumun içine soktu. Siyasi iletişim açısından ise bazı ilkeleri yeniden hatırlattı…
Bildiğiniz gibi İYİ Parti heyetinin Bingöl ziyareti sırasında Grup Başkanvekili Lütfü Türkkan’ın bir ‘şehit yakınına’ küfretmesi toplumda hem büyük bir rahatsızlık hem de durumun telafisi için beklenti oluşturdu.
Türkkan kendisini şöyle savundu: “Provokasyon için gönderdiğiniz adamların oyunu bitmedi bir türlü. Bu kez de Akşener'e sosyal medyada küfrettiği için ceza alan bir provokatöre bırakın herhangi bir kötü ifadeyi, aksine kendisine sarılarak birlikte yürüdüğüm hâlde bu kez ‘ağır küfretti’ diye yayınlamışsınız.”
Kendini “savundu” ama açıklaması gerçekleri yansıtmadığı için samimiyetten, dürüstlükten uzak bu yaklaşımı pek tabii kabul görmedi…
Ortada, toplumumuzun hiçbir kesiminin normal karşılamayacağı türden ağır, değerlerimize aykırı galiz bir küfür var… Üstelik karşılıklı bir kavgada ağızdan da kaçmamış… PKK bağlantılı HDP ile İYİ Parti’nin ilişkisi konusunda serzenişini dile getiren bir vatandaşa karşı dümdüz söylenmiş… Sıradan bir vatandaş da değil, şehit yakını… “Sarılarak birlikte yürüdüğüm” diye ifade ettiği durum da videolarda sabit; adamcağızın boynunu kolunun arasına sıkıştırmış… Yürüdüğü doğru ama…
Türkkan daha sonra bu inkârdan vazgeçti: “Atmosferin getirdiği fazla heyecan” dedi… “Kötü sözler etmişim” dedi… Yine de sadece olayın muhatabı hariç herkesten özür diledi. Öncelikle de Genel Başkanı’ndan…
Meral Akşener ise grup toplantısında sarf ettiği sözleriyle yalnızca Türkkan’a değil, Türkkan’ın davranışına da sahip çıktığını açıkça gösterdi: “Lütfü Bey bir hata yaptı. Karşısındaki genel başkanına ağza alınmayacak küfürleri eden ahlaksız bir adam da olsa sinirlerine hâkim olması gerekirdi. […] Ancak olgunluk gösterdi; çıktı, açık yüreklilikle özür diledi."
Küfür, neredeyse fiziksel müdahale sayılabilecek temas, inkâr… Ardından doğru düzgün bir özür bile yok… Şimdi bunun neresi olgunluk? Neresi açık yüreklilik?..
Yazımızın başında da belirttik. Bu hadiseden siyasi iletişim adına çıkarılacak bazı dersler var…
Birinci ders: ‘Profesyonellik’ ve ‘amatörlük’ arasındaki farkı iyi analiz edebilmek. Konunun özünü anlatan en iyi cümle şudur: “Profesyonel seçilmiş davranış sergiler; amatör içinden geldiği gibi davranabilir.” Doğası gereği profesyonel olan bir siyasetçi, toplumun içinde nasıl davranması ve hangi kültür ve değerlerle uyum içinde olması gerektiğini belirlemelidir.
İkinci ders: Bu olayda, ‘kriz iletişimi yönetimi’ açısından en büyük hata, reaksiyon hızı hususunda yapılmıştır… Anında reaksiyon vermek ve bunu sadece konunun mağdurlarına karşı değil, topluma karşı da ifade edebilmek… Yani gereken önemin verildiğinin altını çizebilmek… Akşener’in yaptığı gibi günlerce beklememek…
Üçüncü ders: Kriz iletişimi bağlamında ‘açıklık’ ve ‘şeffaflık’ da olmazsa olmazlardan… O nedenle Türkkan’ın inkâr ile başlayan, “yapmışım, etmişim” tonundaki ‘yırtmaya çalıştığı’ açıklamaları da süreci ‘doğru’ yönetilebilir olmaktan çıkardı…
Dördüncü ders: Krizin tespiti hasar üzerinden yapılır. Hasar yoksa kriz de yoktur. Öte yandan hasarın, yani krizin varlığı tespit edildiğinde, bu kez hasarın büyüklüğüne, şiddetine bakılmalıdır. Çünkü, onu ortadan kaldıracak ya da en aza indirecek aksiyonların şiddeti, hasarla doğru orantılı olmalıdır… Ne eksik ne de fazla… Tam gerektiği kadar…
Beşinci ders: Tabii bir de hasarın telafisi meselesi var… Aynı gün Türkkan, mağdurların evine gidip, bacıların, annelerin ellerini öpse, özür dilese ve zorlanmasına gerek kalmadan ‘anında’ istifa etse sizce konu bu kadar büyür müydü?
Meşhur son hadisede, tecrübeli bir siyasetçinin, kelimenin tam anlamıyla, ne eline ne de diline sahip olamadığını gördük. Öyle bir ‘kriz’e neden oldu ki; hem kendisini hem de partisini son derece zor bir durumun içine soktu. Siyasi iletişim açısından ise bazı ilkeleri yeniden hatırlattı…
Bildiğiniz gibi İYİ Parti heyetinin Bingöl ziyareti sırasında Grup Başkanvekili Lütfü Türkkan’ın bir ‘şehit yakınına’ küfretmesi toplumda hem büyük bir rahatsızlık hem de durumun telafisi için beklenti oluşturdu.
Türkkan kendisini şöyle savundu: “Provokasyon için gönderdiğiniz adamların oyunu bitmedi bir türlü. Bu kez de Akşener'e sosyal medyada küfrettiği için ceza alan bir provokatöre bırakın herhangi bir kötü ifadeyi, aksine kendisine sarılarak birlikte yürüdüğüm hâlde bu kez ‘ağır küfretti’ diye yayınlamışsınız.”
Kendini “savundu” ama açıklaması gerçekleri yansıtmadığı için samimiyetten, dürüstlükten uzak bu yaklaşımı pek tabii kabul görmedi…
Ortada, toplumumuzun hiçbir kesiminin normal karşılamayacağı türden ağır, değerlerimize aykırı galiz bir küfür var… Üstelik karşılıklı bir kavgada ağızdan da kaçmamış… PKK bağlantılı HDP ile İYİ Parti’nin ilişkisi konusunda serzenişini dile getiren bir vatandaşa karşı dümdüz söylenmiş… Sıradan bir vatandaş da değil, şehit yakını… “Sarılarak birlikte yürüdüğüm” diye ifade ettiği durum da videolarda sabit; adamcağızın boynunu kolunun arasına sıkıştırmış… Yürüdüğü doğru ama…
Türkkan daha sonra bu inkârdan vazgeçti: “Atmosferin getirdiği fazla heyecan” dedi… “Kötü sözler etmişim” dedi… Yine de sadece olayın muhatabı hariç herkesten özür diledi. Öncelikle de Genel Başkanı’ndan…
Meral Akşener ise grup toplantısında sarf ettiği sözleriyle yalnızca Türkkan’a değil, Türkkan’ın davranışına da sahip çıktığını açıkça gösterdi: “Lütfü Bey bir hata yaptı. Karşısındaki genel başkanına ağza alınmayacak küfürleri eden ahlaksız bir adam da olsa sinirlerine hâkim olması gerekirdi. […] Ancak olgunluk gösterdi; çıktı, açık yüreklilikle özür diledi."
Küfür, neredeyse fiziksel müdahale sayılabilecek temas, inkâr… Ardından doğru düzgün bir özür bile yok… Şimdi bunun neresi olgunluk? Neresi açık yüreklilik?..
Yazımızın başında da belirttik. Bu hadiseden siyasi iletişim adına çıkarılacak bazı dersler var…
Birinci ders: ‘Profesyonellik’ ve ‘amatörlük’ arasındaki farkı iyi analiz edebilmek. Konunun özünü anlatan en iyi cümle şudur: “Profesyonel seçilmiş davranış sergiler; amatör içinden geldiği gibi davranabilir.” Doğası gereği profesyonel olan bir siyasetçi, toplumun içinde nasıl davranması ve hangi kültür ve değerlerle uyum içinde olması gerektiğini belirlemelidir.
İkinci ders: Bu olayda, ‘kriz iletişimi yönetimi’ açısından en büyük hata, reaksiyon hızı hususunda yapılmıştır… Anında reaksiyon vermek ve bunu sadece konunun mağdurlarına karşı değil, topluma karşı da ifade edebilmek… Yani gereken önemin verildiğinin altını çizebilmek… Akşener’in yaptığı gibi günlerce beklememek…
Üçüncü ders: Kriz iletişimi bağlamında ‘açıklık’ ve ‘şeffaflık’ da olmazsa olmazlardan… O nedenle Türkkan’ın inkâr ile başlayan, “yapmışım, etmişim” tonundaki ‘yırtmaya çalıştığı’ açıklamaları da süreci ‘doğru’ yönetilebilir olmaktan çıkardı…
Dördüncü ders: Krizin tespiti hasar üzerinden yapılır. Hasar yoksa kriz de yoktur. Öte yandan hasarın, yani krizin varlığı tespit edildiğinde, bu kez hasarın büyüklüğüne, şiddetine bakılmalıdır. Çünkü, onu ortadan kaldıracak ya da en aza indirecek aksiyonların şiddeti, hasarla doğru orantılı olmalıdır… Ne eksik ne de fazla… Tam gerektiği kadar…
Beşinci ders: Tabii bir de hasarın telafisi meselesi var… Aynı gün Türkkan, mağdurların evine gidip, bacıların, annelerin ellerini öpse, özür dilese ve zorlanmasına gerek kalmadan ‘anında’ istifa etse sizce konu bu kadar büyür müydü?