TÜSİAD hem çıkar grubudur hem de baskı grubu
27 OCAK 2007
Konuştuğum her iş adamında bir tedirginlik. TÜSİAD yeni başkanıyla nereye gider, ne olur? Başkan Arzuhan Doğan Yalçındağ medyadan geliyor ya, medya Türkiye’deki sektörler içinde itibar açısından en az puana sahip olanı ya... Endişe biraz da ondan.
Bence endişe duyanlar resmin bütününe bakamıyorlar. Çünkü:
1. Başkan adayı TÜSİAD’da eski başkanların oluşturduğu bir kurul tarafından belirleniyor. Aday, yönetim kurulu önerileriyle birlikte genel kurula sunuluyor. Genel kurul başka adaylar çıkarmakta özgür. Karşı aday çıkarmayıp, sonra da “Yalçındağ’ın adaylığını gazeteden öğrendik; seçilmedi, atandı” gibi dedikodularla ortalığı bulandırmak, yanlış ve yakışıksız.
2. Burada risk alınıyorsa bu risk şu grup ve kişilerce paylaşılacaktır: Yöneticilerini bir süreliğine gözden çıkarmak durumunda olan Doğan TV ve Radyoları, Doğan Holding; kendine ve ailesine ayıracağı zamanı kısıtlanmış ve her an TÜSİAD’ın iç bilgileri kendi medyalarına başka kanallardan kaysa bile anında şahsen suçlanacak olan Arzuhan Hanımın kendisi, eşinden biraz daha ayrı düşecek olan Mehmet Ali Yalçındağ ve annelerini özleyecek olan çocuklar... Koskoca TÜSİAD bu durumda ciddi bir risk almamaktadır... Herkesin gözü bu kuruluşun üzerindedir. Ayrıca muazzam ve tecrübeli bir profesyonel kadro iş başındadır.
3. Durumu en iyi Rahmi M. Koç özetlemiş: “Kadın, erkek fark etmez. TÜSİAD yoluna devam edecektir. Başkan erkek de olsa hanım da olsa, TÜSİAD’ın bir çizgisi var, o çizgide gidecektir...”
Bu arada Cem Boyner’in ne dediğini tam olarak anlamadım... Herhalde TOBB ile karşılaştırırken, “TÜSİAD çıkar grubu değil!” demiş. Ne grubu peki? Hayır hasenat işi mi yapar, yoksa think-tank midir? Darüşşafaka, TEMA, Darülaceze, Kalp Vakfı, TEGV, TESEV falan gibi bir yer midir?.. Türkiye’de bu konuda bir kafa karışıklığıdır gidiyor. TÜSİAD bal gibi bir çıkar grubudur, İTKİB gibi, AMPD gibi, TÜBİSAD gibi, tüm meslek grupları gibi. Bu da doğru bir şeydir, ayıplanacak değil... Bu yüzden de güçlü bir baskı unsuru oluşturur doğal olarak... Hem hükümet hem de medya üzerinde... İkincisinde biraz sorun yaşanma olasılığı olabilir; o da medeni yaklaşımlarla aşılır nasılsa...
Ayrıca Arzuhan Hanım başkanlık durumunu doğru kullanırsa medyadaki itiş kakışı da çözebilir.
Hoca bu; ne derse hakkıdır...
1990 yılı Nisan ayında (tam olarak söyleyelim 13 Nisan 1990 Cuma saat 10.30’da) Güneş Yayınları’ndan istifa ettikten sonraki günlerdi... Ne yapsam, diye kukumav kuşu gibi düşündüğüm bir dönemde Prof. Dr. Alaeddin Asna’nın (o zamanlar henüz Profesör olmamıştı) kapısını çaldım... Ne yapayım, diye kendisine danıştım. Uzun uzun sohbet ettik. Kendisine rakip olmamı önerdi bana. PR işine girmemi salık verdi: “Senin gibi adamların girmesi ile sektör gelişir. Bu da herkese yarar...” Asna o zamanlar fiilen A&B’nin başındaydı. Yönetimi sonradan Sibel Asna’ya terk edip akademik çalışmalara ağırlık verdi. Aradan geçen zaman içinde ara sıra kendisini arayıp bazı mesleki konuları danışmışımdır. Hiçbir zaman yakınlığını esirgemedi. Tavsiyeleri her zaman bana ciddi yol gösterdi.
Geçenlerde bir dostumuzun 90’larda ölçümleme ile ilgili yaptığı bir saptamayı hatırlatırken, biraz da onun içini rahatlatmak adına şöyle demiştik: “O tarihte, şu sıra herkesin bildiği yöntemler henüz çok yeniydi. Alaeddin Asna Hoca da o günlerde PR etkinliğinin sütun santim hesabı ile, yani medyada çıkan haberin büyüklüğüne ve bunların reklam eşdeğeri olarak kaç para ettiğine göre ölçümlenmesi gerektiğini savunan röportajlar veriyordu... Kim bilir biz de geçmişte neler demişizdir...”
Hoca affetmemiş tarihlerdeki yanıltmamızı düzeltmiş. Diyor ki:“Bugün gazetede yazdığın doğru da, tarihi yanlış. 90'ların başında elimizde tek ölçüt oydu; ama önceki paragrafta Ali Atıf'a 1998 deyip sonra benim paragrafta ‘o günlerde’ deyince sanki ben de o lafı 98'de söylemiş gibi oluyorum. 98'de çoktan tövbe etmiştik. Amerika’da bile bazıları hâlâ sütun santime sarılırken... Bizim Özer Yelçe'nin şirketi (PRNet kastediliyor) bile o yıllarda kurulmamış mıydı?
Ali Atıf Eskişehir’de bu olaya biraz uzak kalmış olabilir. Şimdi ise hem komedyen, hem hoca, hem sunucu olduğu için bu işlerle uğraşacak vakti olmayabilir. Hoş sen de artık ekranlarda sayısı gittikçe artan yemek sofrası sohbetlerinden birinde Risotto ve yanındaki hanımın incik sandığı Osobuko taam ettiğin için tarihleri karıştırmış olabilirsin. Gözlerinden öperim.”
Alaeddin Hocamın üzerimde hakkı vardır. Ne derse yeridir...
Bence endişe duyanlar resmin bütününe bakamıyorlar. Çünkü:
1. Başkan adayı TÜSİAD’da eski başkanların oluşturduğu bir kurul tarafından belirleniyor. Aday, yönetim kurulu önerileriyle birlikte genel kurula sunuluyor. Genel kurul başka adaylar çıkarmakta özgür. Karşı aday çıkarmayıp, sonra da “Yalçındağ’ın adaylığını gazeteden öğrendik; seçilmedi, atandı” gibi dedikodularla ortalığı bulandırmak, yanlış ve yakışıksız.
2. Burada risk alınıyorsa bu risk şu grup ve kişilerce paylaşılacaktır: Yöneticilerini bir süreliğine gözden çıkarmak durumunda olan Doğan TV ve Radyoları, Doğan Holding; kendine ve ailesine ayıracağı zamanı kısıtlanmış ve her an TÜSİAD’ın iç bilgileri kendi medyalarına başka kanallardan kaysa bile anında şahsen suçlanacak olan Arzuhan Hanımın kendisi, eşinden biraz daha ayrı düşecek olan Mehmet Ali Yalçındağ ve annelerini özleyecek olan çocuklar... Koskoca TÜSİAD bu durumda ciddi bir risk almamaktadır... Herkesin gözü bu kuruluşun üzerindedir. Ayrıca muazzam ve tecrübeli bir profesyonel kadro iş başındadır.
3. Durumu en iyi Rahmi M. Koç özetlemiş: “Kadın, erkek fark etmez. TÜSİAD yoluna devam edecektir. Başkan erkek de olsa hanım da olsa, TÜSİAD’ın bir çizgisi var, o çizgide gidecektir...”
Bu arada Cem Boyner’in ne dediğini tam olarak anlamadım... Herhalde TOBB ile karşılaştırırken, “TÜSİAD çıkar grubu değil!” demiş. Ne grubu peki? Hayır hasenat işi mi yapar, yoksa think-tank midir? Darüşşafaka, TEMA, Darülaceze, Kalp Vakfı, TEGV, TESEV falan gibi bir yer midir?.. Türkiye’de bu konuda bir kafa karışıklığıdır gidiyor. TÜSİAD bal gibi bir çıkar grubudur, İTKİB gibi, AMPD gibi, TÜBİSAD gibi, tüm meslek grupları gibi. Bu da doğru bir şeydir, ayıplanacak değil... Bu yüzden de güçlü bir baskı unsuru oluşturur doğal olarak... Hem hükümet hem de medya üzerinde... İkincisinde biraz sorun yaşanma olasılığı olabilir; o da medeni yaklaşımlarla aşılır nasılsa...
Ayrıca Arzuhan Hanım başkanlık durumunu doğru kullanırsa medyadaki itiş kakışı da çözebilir.
Hoca bu; ne derse hakkıdır...
1990 yılı Nisan ayında (tam olarak söyleyelim 13 Nisan 1990 Cuma saat 10.30’da) Güneş Yayınları’ndan istifa ettikten sonraki günlerdi... Ne yapsam, diye kukumav kuşu gibi düşündüğüm bir dönemde Prof. Dr. Alaeddin Asna’nın (o zamanlar henüz Profesör olmamıştı) kapısını çaldım... Ne yapayım, diye kendisine danıştım. Uzun uzun sohbet ettik. Kendisine rakip olmamı önerdi bana. PR işine girmemi salık verdi: “Senin gibi adamların girmesi ile sektör gelişir. Bu da herkese yarar...” Asna o zamanlar fiilen A&B’nin başındaydı. Yönetimi sonradan Sibel Asna’ya terk edip akademik çalışmalara ağırlık verdi. Aradan geçen zaman içinde ara sıra kendisini arayıp bazı mesleki konuları danışmışımdır. Hiçbir zaman yakınlığını esirgemedi. Tavsiyeleri her zaman bana ciddi yol gösterdi.
Geçenlerde bir dostumuzun 90’larda ölçümleme ile ilgili yaptığı bir saptamayı hatırlatırken, biraz da onun içini rahatlatmak adına şöyle demiştik: “O tarihte, şu sıra herkesin bildiği yöntemler henüz çok yeniydi. Alaeddin Asna Hoca da o günlerde PR etkinliğinin sütun santim hesabı ile, yani medyada çıkan haberin büyüklüğüne ve bunların reklam eşdeğeri olarak kaç para ettiğine göre ölçümlenmesi gerektiğini savunan röportajlar veriyordu... Kim bilir biz de geçmişte neler demişizdir...”
Hoca affetmemiş tarihlerdeki yanıltmamızı düzeltmiş. Diyor ki:“Bugün gazetede yazdığın doğru da, tarihi yanlış. 90'ların başında elimizde tek ölçüt oydu; ama önceki paragrafta Ali Atıf'a 1998 deyip sonra benim paragrafta ‘o günlerde’ deyince sanki ben de o lafı 98'de söylemiş gibi oluyorum. 98'de çoktan tövbe etmiştik. Amerika’da bile bazıları hâlâ sütun santime sarılırken... Bizim Özer Yelçe'nin şirketi (PRNet kastediliyor) bile o yıllarda kurulmamış mıydı?
Ali Atıf Eskişehir’de bu olaya biraz uzak kalmış olabilir. Şimdi ise hem komedyen, hem hoca, hem sunucu olduğu için bu işlerle uğraşacak vakti olmayabilir. Hoş sen de artık ekranlarda sayısı gittikçe artan yemek sofrası sohbetlerinden birinde Risotto ve yanındaki hanımın incik sandığı Osobuko taam ettiğin için tarihleri karıştırmış olabilirsin. Gözlerinden öperim.”
Alaeddin Hocamın üzerimde hakkı vardır. Ne derse yeridir...