Ufuk’u tanımlayan üç ‘D’...
11 HAZİRAN 2007
Sevgili Ufuk Güldemir’in vefat haberini Özlem Gürses verdi...
Pazar sabahı uzanmışım yatağa... Hem tembellik ediyorum, hem de bizim dünya güzeli dergimiz Brunch’ın tadını çıkarıyorum... Telefon çaldı... Özlem... Habertürk’deki partnerim... Daha doğrusu ben onun partneriyim... Bildiğin gibi değil’i sunuyor. Ben de ‘Daimi konuk’... Cuma akşamı Sedat Ergin’le son programı yapmışız. En az üç hafta yokuz. Belli ki, o saatte arıyorsa bir münasebetsizlik var...
“Ufuk Bey’i kaybettik!”...
O an gözüm, okuduğum derginin sayfasına takılmış. Paulo Coelho’nun köşesi... Her hafta “Yedi Büyük Erdem”’den birini ele alıyor Coelho. İki hafta önce muhteşem bir ‘Sevgi’ bölümü vardı. Altıncı sıraya Cesaret’i koymuşlar...
Cesaret ve Ufuk Güldemir... Amma yakışıyorlardı birbirlerine...
Platon’un dediği gibi: “Korkanlar köle olurmuş; korkmayanlar efendi!”..
O tam da ‘efendi’ idi...
Onunla ne zaman bir araya gelsek, görüşme sonrası dilimde kalan tat şuydu:
- Dinamizm. Hız, ataklık yani.
- Dirayet. Sonuç odaklılık; ‘Avara kasnak’ dönmemek. Konuşmanın mutlaka bir yere, bir hedefe varması ve bunda ısrarcı olmak.
- Derinlik... Fazla öne çıkan dinamizmden dolayı insanların zaman zaman görmekte (okumakta) zorlandığı bir yanıydı bu.
Evet, ‘Üç D’si vardı Ufuk’un ve tabii onların üzerinde bir şemsiye gibi duran ‘cesaret’... Cesaret olmasa, o D’lerin hiçbiri olamazdı aslında.
Ne mutlu bana ki, o kısacık ömründe Ufuk’la birlikte olabilmiş; onu tanıma ve ‘okuma’ fırsatı bulabilmişim...
Şimdi bazı köşe yazarları kızacak
Cuma akşamı bizim TV programı ‘Bildiğin gibi değil’in kış sezonundaki son bölümü yayınlandı. İki üç hafta aradan sonra İDO’nun tahsis edeceği nefis bir gemiden bu kez yaz formatı başlayacak.
Son programda konuk Sedat Ergin’di. O gece gazetecilik mesleğine soyunmak isteyen gençlerin çıkaracağı pek çok ders vardı. Keşke CD’yi bulsalar da izleseler...
Bence Ergin’in en önemli ‘önermesi’ şu oldu: “Hakaret içeren yazılarından dolayı köşe yazarları mahkûm olmaları halinde, tazminat bedelinin tamamını kendileri ödemeliler...”
Yürekten destekliyorum. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını savunan köşe yazarlarının ona buna hakaret ederken “Nasılsa patron öder” diye her türlü çamur atmayı görev bilmelerine karşı çıkmak, itibarını düşünen tüm medya mensubunun sorumluluğu olmalı.
Son yasa değişikliğinden sonra hayli ağırlaşan cezalar karşısında, tiraj kaygısıyla, “Söv aslanım; arkanda ben varım!” diyen bir iki patron hâlâ kaldıysa diyecek bir lafım yok. “İtibar telde kuş gibidir. En küçük bir gürültüde çekip gider. Yerine bir daha zor getirip oturtabilirsin...” İtibar yoksa, reklam yok... Reklam yoksa patron yok...
“Şimdi bana bazı köşe yazarları kızacak” diyen Sedat Ergin’i cesaretinden dolayı kutluyorum.
Cumhuriyeti ciddiye alıyorum
Sevgili Deniz Som, Cumhuriyet Kitap ilanı üzerine yazdığım bir yazıdan dolayı küçük bir araştırma yapmış. Geçen yılın ilk 5 ayı ile bu yılın ilk 5 ayı arasında satışlarda ciddi bir yükseliş olduğunu tespit etmiş. Kibarlığından açıkça dememiş ama demeye getirmiş: “Ali Saydam, yanılıyorsun!...”
Bu suçlamayla sık sık karşılaşırım. Alışığım...“Sen şu reklamı doğru bulmadın, ama bak, insanlar akın akın satın alıyor!”
Deniz Som’a kendimi biraz daha iyi ifade etmeye çalışayım.
1. Bir reklam hatalı diye, bütün satış rakamları bir anda tepetaplak olmaz. Hele Cumhuriyet gibi dünyada eşine benzerine ender rastlanacak derecede güçlü bir markanın yan ürünü küt diye çakılmaz. Böyle durumlarda etkisiz bir reklamla paranızı sokağa atmış, insan ve zaman kaynağınızı o anda boşa harcamış olursunuz, hepsi bu. Bu hatayı hiç bilinmeyen bir markanın lansmanında yapın, bakın neler oluyor!.. Öte yandan verin bana Cumhuriyet markasını, her yan ürününü satarım. Hem de hiç reklamsız. Starbucks gibi...
2. Satışı etkileyen onca parametre varken, bir yıl önceye oranla satış rakamlarının artmasının nedenini, benim ters çalışacağını iddia ettiğim reklamla açıklamak biraz abartı olur herhalde. Ülke konjonktürü, yükselen siyasi değerler, Cumhuriyet’in bunun içindeki yeri...
3. Bu nedenle satışçılara değil reklam ve pazarlama ustalarına sormak gerekir. Vefat ilanına benzeyen, hedef kitleye problem çözdürmeye çalışıldığı izlenimi veren bu ilan ‘doğru’ mu, değil mi?
Bir hususun altını ikinci kez daha çizeyim: Yazarlarının görüşlerine, genel yayın politikasına katılıp katılmamak hiç önemli değil; Cumhuriyet benim için üzerine titrememiz gereken bir markadır... Bu konuyu ciddiye alıp yazmamın nedeni de budur...
Great Ideas kendini yeterince anlatamamış
Geçen akşam Goldaş’ın Suada’da düzenlenen defilesi ve Derindenizler konsepti ile sunduğu koleksiyon ile ilgili yazdığımız yazıda, mankenleri, Salih Saka’yı, PR ajansı İlyada’yı başarılı çalışmalarından dolayı övmüş; ancak yeterince bilgilendirilmediğimizden olacak, organizasyon firmasını atlamışız. Great Ideas Ajans Başkanı Baha Tan Toksöz, kibar bir mektup yazmış. Demiş ki: “Dekorundan, koreografisine, model seçiminden, konuk ağırlanmasına, mönü hazırlığından, 25 metrelik dev ekran/akvaryum tasarımına kadar 160 kişilik bir ekiple bu özel geceye hazırlandık. Müzik, ses, ışık düzenlemesini Salih Saka'ya emanet ettik. Çok değerli ve tecrübeli İlyada ekibi ise Goldaş'a uzun yıllardır hizmet veren ‘Pr Ajansı’ olarak davetimizin ‘medya ile ilişkiler’ ayağını başarı ile organize etti, ediyor. Bir iletişim firması olarak, gecenin kahramanının ‘Goldaş’ markası olmasını sağlamak, ‘event manager’ olarak kendimizi tamamen geri planda tutmak Great Ideas'ın başlıca hizmet prensibidir.”
Mektubun bundan sonrası bize yöneltilmiş nazik iltifatlarla dolu. Onları almıyoruz. Arkadaşlarımızı başarılı organizasyondan dolayı kutluyoruz.
Pazar sabahı uzanmışım yatağa... Hem tembellik ediyorum, hem de bizim dünya güzeli dergimiz Brunch’ın tadını çıkarıyorum... Telefon çaldı... Özlem... Habertürk’deki partnerim... Daha doğrusu ben onun partneriyim... Bildiğin gibi değil’i sunuyor. Ben de ‘Daimi konuk’... Cuma akşamı Sedat Ergin’le son programı yapmışız. En az üç hafta yokuz. Belli ki, o saatte arıyorsa bir münasebetsizlik var...
“Ufuk Bey’i kaybettik!”...
O an gözüm, okuduğum derginin sayfasına takılmış. Paulo Coelho’nun köşesi... Her hafta “Yedi Büyük Erdem”’den birini ele alıyor Coelho. İki hafta önce muhteşem bir ‘Sevgi’ bölümü vardı. Altıncı sıraya Cesaret’i koymuşlar...
Cesaret ve Ufuk Güldemir... Amma yakışıyorlardı birbirlerine...
Platon’un dediği gibi: “Korkanlar köle olurmuş; korkmayanlar efendi!”..
O tam da ‘efendi’ idi...
Onunla ne zaman bir araya gelsek, görüşme sonrası dilimde kalan tat şuydu:
- Dinamizm. Hız, ataklık yani.
- Dirayet. Sonuç odaklılık; ‘Avara kasnak’ dönmemek. Konuşmanın mutlaka bir yere, bir hedefe varması ve bunda ısrarcı olmak.
- Derinlik... Fazla öne çıkan dinamizmden dolayı insanların zaman zaman görmekte (okumakta) zorlandığı bir yanıydı bu.
Evet, ‘Üç D’si vardı Ufuk’un ve tabii onların üzerinde bir şemsiye gibi duran ‘cesaret’... Cesaret olmasa, o D’lerin hiçbiri olamazdı aslında.
Ne mutlu bana ki, o kısacık ömründe Ufuk’la birlikte olabilmiş; onu tanıma ve ‘okuma’ fırsatı bulabilmişim...
Şimdi bazı köşe yazarları kızacak
Cuma akşamı bizim TV programı ‘Bildiğin gibi değil’in kış sezonundaki son bölümü yayınlandı. İki üç hafta aradan sonra İDO’nun tahsis edeceği nefis bir gemiden bu kez yaz formatı başlayacak.
Son programda konuk Sedat Ergin’di. O gece gazetecilik mesleğine soyunmak isteyen gençlerin çıkaracağı pek çok ders vardı. Keşke CD’yi bulsalar da izleseler...
Bence Ergin’in en önemli ‘önermesi’ şu oldu: “Hakaret içeren yazılarından dolayı köşe yazarları mahkûm olmaları halinde, tazminat bedelinin tamamını kendileri ödemeliler...”
Yürekten destekliyorum. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını savunan köşe yazarlarının ona buna hakaret ederken “Nasılsa patron öder” diye her türlü çamur atmayı görev bilmelerine karşı çıkmak, itibarını düşünen tüm medya mensubunun sorumluluğu olmalı.
Son yasa değişikliğinden sonra hayli ağırlaşan cezalar karşısında, tiraj kaygısıyla, “Söv aslanım; arkanda ben varım!” diyen bir iki patron hâlâ kaldıysa diyecek bir lafım yok. “İtibar telde kuş gibidir. En küçük bir gürültüde çekip gider. Yerine bir daha zor getirip oturtabilirsin...” İtibar yoksa, reklam yok... Reklam yoksa patron yok...
“Şimdi bana bazı köşe yazarları kızacak” diyen Sedat Ergin’i cesaretinden dolayı kutluyorum.
Cumhuriyeti ciddiye alıyorum
Sevgili Deniz Som, Cumhuriyet Kitap ilanı üzerine yazdığım bir yazıdan dolayı küçük bir araştırma yapmış. Geçen yılın ilk 5 ayı ile bu yılın ilk 5 ayı arasında satışlarda ciddi bir yükseliş olduğunu tespit etmiş. Kibarlığından açıkça dememiş ama demeye getirmiş: “Ali Saydam, yanılıyorsun!...”
Bu suçlamayla sık sık karşılaşırım. Alışığım...“Sen şu reklamı doğru bulmadın, ama bak, insanlar akın akın satın alıyor!”
Deniz Som’a kendimi biraz daha iyi ifade etmeye çalışayım.
1. Bir reklam hatalı diye, bütün satış rakamları bir anda tepetaplak olmaz. Hele Cumhuriyet gibi dünyada eşine benzerine ender rastlanacak derecede güçlü bir markanın yan ürünü küt diye çakılmaz. Böyle durumlarda etkisiz bir reklamla paranızı sokağa atmış, insan ve zaman kaynağınızı o anda boşa harcamış olursunuz, hepsi bu. Bu hatayı hiç bilinmeyen bir markanın lansmanında yapın, bakın neler oluyor!.. Öte yandan verin bana Cumhuriyet markasını, her yan ürününü satarım. Hem de hiç reklamsız. Starbucks gibi...
2. Satışı etkileyen onca parametre varken, bir yıl önceye oranla satış rakamlarının artmasının nedenini, benim ters çalışacağını iddia ettiğim reklamla açıklamak biraz abartı olur herhalde. Ülke konjonktürü, yükselen siyasi değerler, Cumhuriyet’in bunun içindeki yeri...
3. Bu nedenle satışçılara değil reklam ve pazarlama ustalarına sormak gerekir. Vefat ilanına benzeyen, hedef kitleye problem çözdürmeye çalışıldığı izlenimi veren bu ilan ‘doğru’ mu, değil mi?
Bir hususun altını ikinci kez daha çizeyim: Yazarlarının görüşlerine, genel yayın politikasına katılıp katılmamak hiç önemli değil; Cumhuriyet benim için üzerine titrememiz gereken bir markadır... Bu konuyu ciddiye alıp yazmamın nedeni de budur...
Great Ideas kendini yeterince anlatamamış
Geçen akşam Goldaş’ın Suada’da düzenlenen defilesi ve Derindenizler konsepti ile sunduğu koleksiyon ile ilgili yazdığımız yazıda, mankenleri, Salih Saka’yı, PR ajansı İlyada’yı başarılı çalışmalarından dolayı övmüş; ancak yeterince bilgilendirilmediğimizden olacak, organizasyon firmasını atlamışız. Great Ideas Ajans Başkanı Baha Tan Toksöz, kibar bir mektup yazmış. Demiş ki: “Dekorundan, koreografisine, model seçiminden, konuk ağırlanmasına, mönü hazırlığından, 25 metrelik dev ekran/akvaryum tasarımına kadar 160 kişilik bir ekiple bu özel geceye hazırlandık. Müzik, ses, ışık düzenlemesini Salih Saka'ya emanet ettik. Çok değerli ve tecrübeli İlyada ekibi ise Goldaş'a uzun yıllardır hizmet veren ‘Pr Ajansı’ olarak davetimizin ‘medya ile ilişkiler’ ayağını başarı ile organize etti, ediyor. Bir iletişim firması olarak, gecenin kahramanının ‘Goldaş’ markası olmasını sağlamak, ‘event manager’ olarak kendimizi tamamen geri planda tutmak Great Ideas'ın başlıca hizmet prensibidir.”
Mektubun bundan sonrası bize yöneltilmiş nazik iltifatlarla dolu. Onları almıyoruz. Arkadaşlarımızı başarılı organizasyondan dolayı kutluyoruz.