Ülkeye 'yabacılaşmadan' dünya vatandaşı olmak...
22 Mayıs 2009 Akşam Gazetesi
Bu sütunlarda en çok anılan kurumlardan biri hiç şüphesiz İstanbul Erkek Lisesi... 'Erkek' sözcüğü her ne kadar resmi adından çıkarılmış olsa da, daha birkaç kuşak biz okulun eski ismini kullanmaya devam edeceğiz...
İstanbul Erkek Lisesi'nin en büyük özelliklerinden birinin şu olduğu vurgulanır: Okul, Alman kültürünü verir, ancak Türk değerlerinin kaybolmasına asla izin vermez... Onca 'yabancı' hocanın bulunduğu bir ortamda bu yaman çelişki nasıl çözülür? Bu sorunun yanıtı, dolayısıyla işin sırrı, ancak İstanbul Erkek Liselilerin bilebileceği gizem dolu bir 'dünya görüşünün' dehlizlerinde ve o muhteşem binanın duvarlarının arasında saklıdır.
Belki ipucu olabilecek bir örneği sizinle paylaşmakta yarar var. Çünkü Doğu Batı tezleri ve sentezleri Türkiye'nin her zaman kimlik sorununun önemli kilometre taşlarını oluşturmuştur. Örnek şu:
Lise'nin Alman Bölüm Başkanı Georg Michael Schopp, görev süresinin tamamlanması üzerine memleketine dönüyor. Dönerken de bir veda kokteyli veriyor. 'Ne var bunda?' diyeceksiniz. Evet, bir şey yok...
Herr Schopp kokteyl için bir davetiye hazırlayıp sınıf örgütlerine ve diğer İstanbul Erkek Liseli STK'lara gönderiyor... Bunda da bir şey yok... Bir 'şey' olan, o davetiyenin içeriği...
Aşağıya olduğu gibi alıyorum. Herhangi bir yoruma ihtiyacı olduğunu da sanmıyorum:
'Yeditepeli şehrimde
Bıraktım gonca gülümü
In meiner Stadt mit den sieben Hügeln
Lieş ich die Knospe meiner Rose zurück
(Nazım Hikmet RAN)'
***
Yaşamımızın ve duygularımızın bir bölümünü burada bırakarak 6 yıl sonra İstanbul'dan ayrılıp Almanya'daki yeni memleketimize Nürnberg'e doğru yola koyulduk.
Vedamızı sizinle/sizlerle 'benim' okulumda, İstanbul Erkek Lisesi'nde kutlamak istiyoruz. En içten davetimizle...
29 Mayıs 2009 Cuma günü, saat 18:00'de İEL Öğretmenler Lokali'nde
Georg Michael Schopp - Pascale Forget'
Davetiye burada bitiyor...
Çocuklarının ulusal duruşlarını kaybetmeden, milli meselelere 'ecnebi' kalmadan dünya vatandaşı olmalarını isteyen ebeveynlerin bu 'sıradan' gibi gözüken davet mektubunu birkaç kez okumalarında yarar olabilir...
Bir özel okul nasıl reklam yapmalı?
Reklamcılıkta, Türkçeye 'Üçüncü tarafların desteği' diye tercüme edebileceğimiz uluslararası deyişle 'Third party endorsement' diye bilinen bir yaklaşım vardır. Doğru kullanılabilirse çok etkili olur.
Türkiye'de pek çok örneği yaşanmıştır. Benim hatırlayabildiğim satış ve tutundurma noktasından bakıldığında da en başarılı örnek, Encyclopedia Britannica'nın Türkçe baskısının lansman kampanyasıdır. Başbakanlık yapmış üç büyük siyaset adamının Encyclopedia Britannica ile ilgili övgü dolu sözlerini içeriyordu reklam. Üçünün de fotoğraflarıyla birlikte önce tek tek; sonra toplu halde görüşleri yer aldı. Rahmetli Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit... Hiçbiri de; 'Ben diğerleri ile aynı mevzu; aynı kare içinde olmam' diye ayak sürümemişti. Reklamın, reklamcının başarısı da bundaydı zaten. Yoksa 'Üçüncü tarafların desteği', herkesin bildiği bir konseptti...
Şu sıra aynı konsepti Zeynep Mutlu Eğitim Vakfı'nın itibar iletişimi (satış iletişimi değil) odaklı reklamlarında görüyoruz.
Fotoğraflarda Vakfın Mütevelli Heyeti üyeleri var. Sınıflarda öğrencilerle birlikteler. Hepsi toplumda önemli kanaat önderleri... Örneğin Bülent Eczacıbaşı kimya laboratuarında deney yapıyor. Onun sözü şu: '10. Yılında Kemer Okullarıyla birlikte olmaktan mutluluk duyuyor, Zeynep Mutlu Eğitim Vakfı'nı inanarak destekliyorum'...
Diğer üyelerden Cem Boyner (Beymen), Mustafa Taviloğlu (Mudo), Zülfü Livaneli (Sanatçı, Yazar) benzer fotoğraflar ve ifadelerle yer almışlar... Hepsini henüz toplu halde görmedik. Reklamın bir de o kare ile hazırlanması işin kaymağı olurdu...
Bu sütunlarda en çok anılan kurumlardan biri hiç şüphesiz İstanbul Erkek Lisesi... 'Erkek' sözcüğü her ne kadar resmi adından çıkarılmış olsa da, daha birkaç kuşak biz okulun eski ismini kullanmaya devam edeceğiz...
İstanbul Erkek Lisesi'nin en büyük özelliklerinden birinin şu olduğu vurgulanır: Okul, Alman kültürünü verir, ancak Türk değerlerinin kaybolmasına asla izin vermez... Onca 'yabancı' hocanın bulunduğu bir ortamda bu yaman çelişki nasıl çözülür? Bu sorunun yanıtı, dolayısıyla işin sırrı, ancak İstanbul Erkek Liselilerin bilebileceği gizem dolu bir 'dünya görüşünün' dehlizlerinde ve o muhteşem binanın duvarlarının arasında saklıdır.
Belki ipucu olabilecek bir örneği sizinle paylaşmakta yarar var. Çünkü Doğu Batı tezleri ve sentezleri Türkiye'nin her zaman kimlik sorununun önemli kilometre taşlarını oluşturmuştur. Örnek şu:
Lise'nin Alman Bölüm Başkanı Georg Michael Schopp, görev süresinin tamamlanması üzerine memleketine dönüyor. Dönerken de bir veda kokteyli veriyor. 'Ne var bunda?' diyeceksiniz. Evet, bir şey yok...
Herr Schopp kokteyl için bir davetiye hazırlayıp sınıf örgütlerine ve diğer İstanbul Erkek Liseli STK'lara gönderiyor... Bunda da bir şey yok... Bir 'şey' olan, o davetiyenin içeriği...
Aşağıya olduğu gibi alıyorum. Herhangi bir yoruma ihtiyacı olduğunu da sanmıyorum:
'Yeditepeli şehrimde
Bıraktım gonca gülümü
In meiner Stadt mit den sieben Hügeln
Lieş ich die Knospe meiner Rose zurück
(Nazım Hikmet RAN)'
***
Yaşamımızın ve duygularımızın bir bölümünü burada bırakarak 6 yıl sonra İstanbul'dan ayrılıp Almanya'daki yeni memleketimize Nürnberg'e doğru yola koyulduk.
Vedamızı sizinle/sizlerle 'benim' okulumda, İstanbul Erkek Lisesi'nde kutlamak istiyoruz. En içten davetimizle...
29 Mayıs 2009 Cuma günü, saat 18:00'de İEL Öğretmenler Lokali'nde
Georg Michael Schopp - Pascale Forget'
Davetiye burada bitiyor...
Çocuklarının ulusal duruşlarını kaybetmeden, milli meselelere 'ecnebi' kalmadan dünya vatandaşı olmalarını isteyen ebeveynlerin bu 'sıradan' gibi gözüken davet mektubunu birkaç kez okumalarında yarar olabilir...
Bir özel okul nasıl reklam yapmalı?
Reklamcılıkta, Türkçeye 'Üçüncü tarafların desteği' diye tercüme edebileceğimiz uluslararası deyişle 'Third party endorsement' diye bilinen bir yaklaşım vardır. Doğru kullanılabilirse çok etkili olur.
Türkiye'de pek çok örneği yaşanmıştır. Benim hatırlayabildiğim satış ve tutundurma noktasından bakıldığında da en başarılı örnek, Encyclopedia Britannica'nın Türkçe baskısının lansman kampanyasıdır. Başbakanlık yapmış üç büyük siyaset adamının Encyclopedia Britannica ile ilgili övgü dolu sözlerini içeriyordu reklam. Üçünün de fotoğraflarıyla birlikte önce tek tek; sonra toplu halde görüşleri yer aldı. Rahmetli Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit... Hiçbiri de; 'Ben diğerleri ile aynı mevzu; aynı kare içinde olmam' diye ayak sürümemişti. Reklamın, reklamcının başarısı da bundaydı zaten. Yoksa 'Üçüncü tarafların desteği', herkesin bildiği bir konseptti...
Şu sıra aynı konsepti Zeynep Mutlu Eğitim Vakfı'nın itibar iletişimi (satış iletişimi değil) odaklı reklamlarında görüyoruz.
Fotoğraflarda Vakfın Mütevelli Heyeti üyeleri var. Sınıflarda öğrencilerle birlikteler. Hepsi toplumda önemli kanaat önderleri... Örneğin Bülent Eczacıbaşı kimya laboratuarında deney yapıyor. Onun sözü şu: '10. Yılında Kemer Okullarıyla birlikte olmaktan mutluluk duyuyor, Zeynep Mutlu Eğitim Vakfı'nı inanarak destekliyorum'...
Diğer üyelerden Cem Boyner (Beymen), Mustafa Taviloğlu (Mudo), Zülfü Livaneli (Sanatçı, Yazar) benzer fotoğraflar ve ifadelerle yer almışlar... Hepsini henüz toplu halde görmedik. Reklamın bir de o kare ile hazırlanması işin kaymağı olurdu...