Üç büyükler kötü oynamıyor
24 ARALIK 2010
Sorup duruyorlar. FB, BJK ve GS’nin kötü gidişinin nedenleri ne?..
Çoğunluk olayı teknik direktörlere bağlıyor. Ya da oyunculara…
Bizim gençliğimizde de o zamanın parasıyla büyük transferler sonrası takım yenildi mi, seyircisi “Milyonluk eşekler!” diye bağırırdı..
Kimse, bu ‘dramatik’ durumun aslında arzulanması gerektiğini; dengeli bir ligde, İspanya, İtalya, İngiltere, Almanya’daki gibi başarının elde ele dolaşmasının yerinde olacağını, bir ülkede futbol kalitesinin ancak böyle artacağını; aslında GS, FB, ve BJK’nın kötü olmadıklarını; tersine diğer takımlar daha iyi olmaya başladıkları için nispeten dengeli bu durumun ortaya çıkmış olabileceğini dile getirmiyor…
Çünkü ‘tiraj artırıcı’ yaklaşım, BJK, GS ve FB’nin ne kadar kötü olduğunu bağırmaktan ve o takımlarda teknik direktörlerin, önemli oyuncuların ya da en iyisi başkanın başını yemekten geçiyor. Internet ortamında dolanan montajlanmış bir Gökmen Özdenak videosu pek çok şeyi anlatıyor (http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/42454/best-of-gokmen-ozdenak)
Bana sorarsanız, Sayın Özdenak Türkiye ortalamasını yansıtıyor… Alp Ulagay, Deniz Gökçe, Uğur Meleke, Mehmet Demirkol gibi yazarları bir kenarda tutacak olursak, Hıncal ağabey’in ‘skor basını’ dediği türden medya yaklaşımı, olaya yukarıdaki boyutlarda ele almaya indekslenmiş vaziyette…
Oysa 2005’ten bu yana Türkiye futbolunun çehresi hızla değişmekte…
Önce küçük bir anı… 60 yıllarda İsviçre’de öğrenciyken en yakın arkadaşlarım Hollandalılardı. Briç takımında birlikte oynuyorduk… Futbol hastasıydılar. Feyenord, Ajax, PSV gibi takımların yıldızı yeni parlıyordu. Arkadaşlara sordum: “Nereden çıktı bu Hollanda futbolu?” dediler ki: “İlk kez kapitalizmin gereği yapılmaya başlandı Hollanda’da. Ulusal lig kuruldu falan…” İşin ekonomisi, yani alt yapısı, üst yapıyı yani anlayışı ve sonuçları belirlemişti.
Türkiye’de de 2005’te performans sistemi başladı; ardından da Ocak 2010’da müthiş bir ihale ile futbolun gelirleri ikiye katlandı. Artık 160 milyon yerine 320 milyon dağıtılıyor… Bugün süper lige başlayan takım o gün 10 milyonu kasasına koyuyor… Her kazandığı maç için 750.000, her berabere kaldığı karşılaşma için 350.000 TL alıyor…
Bu durum şikenin köküne kibrit suyu ekmiş… Buna ilaveten Anadolu takımları star oyuncularını kolay kolay satmıyorlar artık… Bursa, Kayseri, Karabük, Trabzon’dan oyuncu almak eskisi gibi kolay değil.
Şampiyonluk primi 15 milyon… 9, 6 milyon vs. diye gidiyor… Altıncıya 1,5 milyon… Kim kime ‘yatabilir’ bu durumda?...
Türkiye ligi de yavaş yavaş Avrupa liglerine benziyor. 2007’de Stuttgart şampiyon olmuş… 2008’de Bayern Münih… 2009’da Wolfburg kaldırmış kupayı, şu sıra da 10 puan farkla Dortmund önde… İngiltere, İtalya, İspanya ligleri farklı değil… Bir iki takımın lige hakim olduğu durumlara ancak az gelişmiş ülkelerde rastlanabiliyor. Türkiye de az gelişmiş bir muz cumhuriyeti değil artık… Peki basın ve seyirci ne yapmalı? İşe, başarının üç büyüklerden diğerlerine kaymasının nedenini sadece üç büyüklerin kötü oynamasında aramamakla başlamaya ne dersiniz?..
Çoğunluk olayı teknik direktörlere bağlıyor. Ya da oyunculara…
Bizim gençliğimizde de o zamanın parasıyla büyük transferler sonrası takım yenildi mi, seyircisi “Milyonluk eşekler!” diye bağırırdı..
Kimse, bu ‘dramatik’ durumun aslında arzulanması gerektiğini; dengeli bir ligde, İspanya, İtalya, İngiltere, Almanya’daki gibi başarının elde ele dolaşmasının yerinde olacağını, bir ülkede futbol kalitesinin ancak böyle artacağını; aslında GS, FB, ve BJK’nın kötü olmadıklarını; tersine diğer takımlar daha iyi olmaya başladıkları için nispeten dengeli bu durumun ortaya çıkmış olabileceğini dile getirmiyor…
Çünkü ‘tiraj artırıcı’ yaklaşım, BJK, GS ve FB’nin ne kadar kötü olduğunu bağırmaktan ve o takımlarda teknik direktörlerin, önemli oyuncuların ya da en iyisi başkanın başını yemekten geçiyor. Internet ortamında dolanan montajlanmış bir Gökmen Özdenak videosu pek çok şeyi anlatıyor (http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/42454/best-of-gokmen-ozdenak)
Bana sorarsanız, Sayın Özdenak Türkiye ortalamasını yansıtıyor… Alp Ulagay, Deniz Gökçe, Uğur Meleke, Mehmet Demirkol gibi yazarları bir kenarda tutacak olursak, Hıncal ağabey’in ‘skor basını’ dediği türden medya yaklaşımı, olaya yukarıdaki boyutlarda ele almaya indekslenmiş vaziyette…
Oysa 2005’ten bu yana Türkiye futbolunun çehresi hızla değişmekte…
Önce küçük bir anı… 60 yıllarda İsviçre’de öğrenciyken en yakın arkadaşlarım Hollandalılardı. Briç takımında birlikte oynuyorduk… Futbol hastasıydılar. Feyenord, Ajax, PSV gibi takımların yıldızı yeni parlıyordu. Arkadaşlara sordum: “Nereden çıktı bu Hollanda futbolu?” dediler ki: “İlk kez kapitalizmin gereği yapılmaya başlandı Hollanda’da. Ulusal lig kuruldu falan…” İşin ekonomisi, yani alt yapısı, üst yapıyı yani anlayışı ve sonuçları belirlemişti.
Türkiye’de de 2005’te performans sistemi başladı; ardından da Ocak 2010’da müthiş bir ihale ile futbolun gelirleri ikiye katlandı. Artık 160 milyon yerine 320 milyon dağıtılıyor… Bugün süper lige başlayan takım o gün 10 milyonu kasasına koyuyor… Her kazandığı maç için 750.000, her berabere kaldığı karşılaşma için 350.000 TL alıyor…
Bu durum şikenin köküne kibrit suyu ekmiş… Buna ilaveten Anadolu takımları star oyuncularını kolay kolay satmıyorlar artık… Bursa, Kayseri, Karabük, Trabzon’dan oyuncu almak eskisi gibi kolay değil.
Şampiyonluk primi 15 milyon… 9, 6 milyon vs. diye gidiyor… Altıncıya 1,5 milyon… Kim kime ‘yatabilir’ bu durumda?...
Türkiye ligi de yavaş yavaş Avrupa liglerine benziyor. 2007’de Stuttgart şampiyon olmuş… 2008’de Bayern Münih… 2009’da Wolfburg kaldırmış kupayı, şu sıra da 10 puan farkla Dortmund önde… İngiltere, İtalya, İspanya ligleri farklı değil… Bir iki takımın lige hakim olduğu durumlara ancak az gelişmiş ülkelerde rastlanabiliyor. Türkiye de az gelişmiş bir muz cumhuriyeti değil artık… Peki basın ve seyirci ne yapmalı? İşe, başarının üç büyüklerden diğerlerine kaymasının nedenini sadece üç büyüklerin kötü oynamasında aramamakla başlamaya ne dersiniz?..