Üç tür tartışmacı var…
13 Nisan 2019 - Yeni Şafak
Televizyonda, yerel seçimler sonrası yapılan tartışmaları seyrediyorum. Tartışmacılar arasında, siyasi görüşlerinden bağımsız, üç grup insan var:
Yaygın kanaat, birinci grubun reyting sağlamayacağı üzerine…
Bu programlarda, usulü bozan, tartışma adabına yakışmayan türde tartışmalar genellikle üçüncü ikinci ve gruba dâhil konuklar arasında geçer…
Karşıt görüştekilerin ikisi de üçüncü gruba dâhilse sınırlar çoğunlukla aşılır; o zaman da masalar kırılır, kavga çıkar.
İlk tür gruba zaten bir itirazımız olamaz. İkinci tür diye andığımız konuşmacılar ise nispeten tercih edilebilir. Ancak, televizyon kanalları genellikle, kabul edilemez gördüğümüz, üçüncü gruptan reyting toplayacaklarını zannediyorlar.
Oysa, itibar kaybediyorlar, farkında değiller.
Geçen gün bir program izliyorum. Bir hanım katılımcı şöyle diyor: “Ekrem İmamoğlu’nun hakkı gasp edilmek isteniyor.”
Karşıt görüşlü katılımcı da şöyle cevap veriyor: “Ya Binali Bey’in hakkı gasp ediliyorsa”…
Anglosaksonların “dead-end” (açmaz) dedikleri, bu şekilde süren bir tartışmadan sonuç beklemek mümkün değil…
Bunun ne izleyene bir faydası var ne tartışmacılara ne de sunucuya… Fakat böyle durumlarda hem kendi hem de kanalının itibarını kurtarmak için sunucuya önemli bir görev düşüyor: Tartışmayı verimli bir hale getirebilmenin için ilk kuralı olan, tartışma adabına uygun davranılmasını sağlamak.
Sadece birbirinin sözünü kesme ya da agresif tavırlar değil, katılımcıların sosyal medyadaki dile öykünerek geliştirdiklerini düşündüğüm birbirlerine fikir değil, laf yetiştirme usulüne geçilmesinin önünü almak da sunucuya düşüyor.
Yoksa, bu tartışmalar yerine iyi bir film seyretmek çok daha faydalı, en azından keyifli olacaktır…
Sunucunun, program başlamadan ve program sırasında uyarılarda bulunarak bu verimsiz söz kalabalığı ve gereksiz gürültüyü önlemeye çalıştığını görmek iyi olurdu...
Kavgacılığı ya da kabalığıyla meşhur, söz kesen, laf kalabalığı yapan konukları programa davet etmemek de bir yöntem olabilir elbette…
Program sırasında da önü alınamayan bir tartışma kavgaya dönüşürse bunu bize, izleyiciye, yansıtmamak için birçok teknik imkândan da yararlanılabilir. Böylece kendilerini “reyting kaygısı” için seviyesizliğe müsaade eden programcı ya da kanal durumuna düşmekten kurtarabilirler…
Pişman olmuş olacağız
Bize sorarsanız, başlıktaki cümle, Türkçe değil. Bizde, İngilizce’deki gibi “future continuous” diye (gelecekte devam eden) bir zaman yok.
Gerçekte yok mu, var da kaldırıldı mı, yoksa galat-ı meşhur haline mi geldi?
Bu alanda tek otorite olan Türk Dil Kurumu (TDK) konuya son noktayı koyacaktır.
Bahsi geçen kullanıma önce sosyal medyada rastladık. Ardından, yavaş yavaş halk arasında yayılmaya başladı. Nihayet televizyon ekranlarında, konuşmacılar ve siyaset insanları tarafından da kullanılmaya başlandı.
Dilimize yerleşti yerleşecek…
Söylüyor olacağım…
Geliyor olacağım…
Gidiyor olacağım…
Yapıyor olacağım vs.
TDK’nın bize şu üç açıklamadan birini yaparak, kulağımızı tırmalayan bu konuşma ve yazışma diline açıklık getirmesi lazım:
Televizyonda, yerel seçimler sonrası yapılan tartışmaları seyrediyorum. Tartışmacılar arasında, siyasi görüşlerinden bağımsız, üç grup insan var:
- Zeki, terbiyeli ve sakin olanlar.
- Zeki, terbiyeli ve agresif olanlar.
- Aptal, terbiyesiz ve agresif olanlar.
Yaygın kanaat, birinci grubun reyting sağlamayacağı üzerine…
Bu programlarda, usulü bozan, tartışma adabına yakışmayan türde tartışmalar genellikle üçüncü ikinci ve gruba dâhil konuklar arasında geçer…
Karşıt görüştekilerin ikisi de üçüncü gruba dâhilse sınırlar çoğunlukla aşılır; o zaman da masalar kırılır, kavga çıkar.
İlk tür gruba zaten bir itirazımız olamaz. İkinci tür diye andığımız konuşmacılar ise nispeten tercih edilebilir. Ancak, televizyon kanalları genellikle, kabul edilemez gördüğümüz, üçüncü gruptan reyting toplayacaklarını zannediyorlar.
Oysa, itibar kaybediyorlar, farkında değiller.
Geçen gün bir program izliyorum. Bir hanım katılımcı şöyle diyor: “Ekrem İmamoğlu’nun hakkı gasp edilmek isteniyor.”
Karşıt görüşlü katılımcı da şöyle cevap veriyor: “Ya Binali Bey’in hakkı gasp ediliyorsa”…
Anglosaksonların “dead-end” (açmaz) dedikleri, bu şekilde süren bir tartışmadan sonuç beklemek mümkün değil…
Bunun ne izleyene bir faydası var ne tartışmacılara ne de sunucuya… Fakat böyle durumlarda hem kendi hem de kanalının itibarını kurtarmak için sunucuya önemli bir görev düşüyor: Tartışmayı verimli bir hale getirebilmenin için ilk kuralı olan, tartışma adabına uygun davranılmasını sağlamak.
Sadece birbirinin sözünü kesme ya da agresif tavırlar değil, katılımcıların sosyal medyadaki dile öykünerek geliştirdiklerini düşündüğüm birbirlerine fikir değil, laf yetiştirme usulüne geçilmesinin önünü almak da sunucuya düşüyor.
Yoksa, bu tartışmalar yerine iyi bir film seyretmek çok daha faydalı, en azından keyifli olacaktır…
Sunucunun, program başlamadan ve program sırasında uyarılarda bulunarak bu verimsiz söz kalabalığı ve gereksiz gürültüyü önlemeye çalıştığını görmek iyi olurdu...
Kavgacılığı ya da kabalığıyla meşhur, söz kesen, laf kalabalığı yapan konukları programa davet etmemek de bir yöntem olabilir elbette…
Program sırasında da önü alınamayan bir tartışma kavgaya dönüşürse bunu bize, izleyiciye, yansıtmamak için birçok teknik imkândan da yararlanılabilir. Böylece kendilerini “reyting kaygısı” için seviyesizliğe müsaade eden programcı ya da kanal durumuna düşmekten kurtarabilirler…
Pişman olmuş olacağız
Bize sorarsanız, başlıktaki cümle, Türkçe değil. Bizde, İngilizce’deki gibi “future continuous” diye (gelecekte devam eden) bir zaman yok.
Gerçekte yok mu, var da kaldırıldı mı, yoksa galat-ı meşhur haline mi geldi?
Bu alanda tek otorite olan Türk Dil Kurumu (TDK) konuya son noktayı koyacaktır.
Bahsi geçen kullanıma önce sosyal medyada rastladık. Ardından, yavaş yavaş halk arasında yayılmaya başladı. Nihayet televizyon ekranlarında, konuşmacılar ve siyaset insanları tarafından da kullanılmaya başlandı.
Dilimize yerleşti yerleşecek…
Söylüyor olacağım…
Geliyor olacağım…
Gidiyor olacağım…
Yapıyor olacağım vs.
TDK’nın bize şu üç açıklamadan birini yaparak, kulağımızı tırmalayan bu konuşma ve yazışma diline açıklık getirmesi lazım:
- Evet, böyle bir kalıp var.
- Hayır, böyle bir kalıp yok.
- Böyle bir kalıp yok ama galat-ı meşhur haline geldi. O nedenle TDK olarak bu kuralı kabullenip benimsemek zorundayız.