Üzgünüm ama, Nursace ne yazık ki marka değildir...
09 ARALIK 2007
Polemikler saygı elden bırakılmadan yapılırsa, bilgilenmek adına işe yarayabilir. Nursace meselesine de bu noktadan yaklaşmakta yarar var...
Ben evvelsi gün ne yazmışım Nursace için, hatırlayalım:
“Hangi birine yanayım. Muhalefetin haksız yere, akılsızca ve insafsızca Hayrünnisa Gül Hanım’a yüklenmesine, dikkatsizlikten bir de ağaca çıkmasına mı? Versace markasını kendini gülünç duruma düşürecek kadar ilkel bir şekilde taklit eden Nursace diye bir ayakkabı ile bir first lady’nin ortalıkta dolanmasına mı? Yoksa birileri tarafından şu iletişim özürlü açıklamanın yapılmasına mı: Hayrünnisa Hanım fiyatı 299 YTL olan Nursace’yi 29 YTL indirimle 270 YTL’ye kredi kartıyla almıştır... Hangi birine yanayım...”
Bu yazının üzerine Sayın Nurettin Sabri Çelik’ten bir e-posta geldi. Özetle ve sözlerinin yanına parantez içinde naçizane görüşlerimi ekleyerek aşağıya aldım:
“Sayın Ali Saydam Beyefendi; yüzlerce, hatta binlerce okuru olan, kitapları ders olarak okutulan sizin gibi ünlü bir iletişimcinin markamı ve şahsımı yeterince tanımadan neden önyargılı bir yazı kaleme aldığını öğrenmek istiyorum. Bu şekilde, yazınızda çok doğru şekilde belirttiğiniz, Sayın Hayrünnisa Gül’e haksız yere yüklenen, servet ödediğini iddia eden karalamacı gazetecilerden ne farkınız kalır? Yazınızda ve ana gazetede yer alan habere göre markamızdan yeni haberdar olduğunuzu tahmin ediyorum. (Doğrudur; ancak markayı tanımıyorsam, ben mi suçluyum? Ayrıca benim tanımam da yetmez. Dünya tanımalı. Philip Kotler’ın geçtiğimiz ayki Turquality konferansındaki konuşması: “Uluslararası pazarlama stratejisi ve uygulaması olmayan; uluslararası pazarlarda rekabet edemeyen bir marka günümüzde artık marka olamaz.”)
Markamızı bilmemeniz doğal. Çünkü hiçbir zaman medyatik bir marka olmak peşinde koşmadık. (Bu kavramı ilk kez duyuyoruz. Medyatik olmayan marka nasıl oluyor? Marka olmanın iki temel belirtisi vardır -diğer onlarcasının hemen başında gelen- tanınma ve beğeni.)
Doğru ve düzgün iletişimle, doğru ürün ve lokasyonla müşterilerimize ulaşmayı hedefledik. Reklam ve doğru PR’ın etkisine inanmakla birlikte ciddi yatırımlar yapabildiğimizi söyleyemem. Ancak bugüne kadar da doğru yol almış olmalıyız ki ürünlerimiz oldukça beğeniliyor ve talep görüyor. Gelelim eleştirdiğiniz markama. Adım Nurettin Sabri Çelik. 1994 yılından beri mağazacılık ve ayakkabı üretimi yapıyorum. Genelde soy isim, isim ya da ikisinin birleşmesinden moda markaları doğuyor.
Yıllardır moda sektörünün içindeyiz. Marka yaratmanın ne kadar zor, hele ki marka seçiminin ne kadar sancılı bir süreç olduğunu bir duayen olarak benden çok daha iyi bildiğinizi sanıyorum.
O dönem çalıştığımız reklam ajansının önerisiyle oluşturduğumuz NurSaCe’nin de fonetiğini gerçekten çok beğendiğim ve dünya moda ve tekstil devi Versace ile mukayese edilebileceğini düşünmediğim için gönül rahatlığıyla yarattım markamı. (Bu mukayesenin yapılacağı ve bu markanın bir gün sizin hak etmediğiniz şekilde aleyhinize çalışabileceğini çevrenizdeki uzmanların size hatırlatması gerekirdi. Örneğin, ben sırf adım soyadım biraz uyuyor diye AliSA şeklinde bir marka yaratmaya kalksam, birileri beni mutlaka uyarır, ‘Aman Ali Bey, Ali Sabancı’ya özeniyormuş gibi olursunuz; sizden meşhur bir markayı çağrıştıracak bir ad kullanmayın’ derlerdi.)
Bugün 250 kişinin üzerinde insana istihdam sağlayan, bir o kadar tedarikçiyle binlerce TL’lik çalışmalar yapan, yıllık üretim kapasitesi 150.000’in üzerinde olan ve kaliteden taviz vermeden Çin’e karşı direnen, üretiminin %70’ini ihraç edebilen bir işletme ve marka olan Nursace’nin bu kadar küçültülmesine “DUR” deme hakkını kendimde görüyorum. (İyi niyetinizden ve yaptığınız işlerin hayırlı şeyler olduğundan en ufak tereddüdümüz yok. Ancak büyüklük, marka olmanın temel kriteri değil sevgili Nurettin Bey. Çin’de çok büyük kapasiteli isimler var. Ama marka değiller.)
Lütfen yazınızı bir kez de benim penceremden bakıp tekrar gözden geçirin. Eminim vicdanınız ve saygın kişiliğiniz markama hak ettiği değeri bir an önce verecektir. Saygılarımla; Nurettin Sabri Çelik.”
Sayın Çelik, işinize, kuruluşunuza ve şahsınıza sınırsız saygı ve takdir duygularıyla bağlı olduğumuzu ifade etmeliyiz. Ancak ‘marka’ konusundaki bilgilerinizi tazelemenizde yarar olabilir. Belki bir noktada buluşuruz. Yoksa, buyurun bir gün Akşam Gazetesi’ne; size Versace ortada dururken ürünlerinize Nursace adını vermenizin neden yanlış olduğunu, neden örneğin ‘Nurettin Sabri’nin çok daha iyi bir marka adayı olacağını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışalım...
Güler Hanım Türkiye markası için bir şanstır
KadIn Girişimcileri Derneği KAGİDER’in beşinci yaşını kutladığı gecenin en çarpıcı sahnesi, tabii ki Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı Hanım’ın piste çıkıp iki ayrı kavalye ile dans etmesidir.
Güler Hanım bu davranışıyla pek çok ‘sosyal paydaş’ına ve genel hedef kitleye son derece ciddi mesajlar vermiştir.
Neresinden baksanız, yaptığı ‘medenî’ ve ‘beşerî’ bir davranıştır. Ağır ağabeyler gibi kasılan, gergin üst düzey yöneticilere alışmış olanlar üzerinde ‘sakinleştirici’ ancak ‘özgüveni artırıcı’, ‘dost’ bir etki yaratmıştır.
Her ne ise Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinin Güler Hanım gibi bir kadın tarafından yönetiliyor olması, Türkiye adına da bir talihtir; Türkiye markası adına da...
Terim’in tepesinin tasını attırmaya çalışıyorlar
DTP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Meclis’te Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’na, Milli Takımlar Sorumlusu Fatih Terim’in ne kadar maaş aldığını sormuş. Kendisinin bu konuyla ilgili bir araştırma yaptığını, 120 ila 132 milyar TL gibi bir rakam bulduğunu, ama net maaşı henüz öğrenemediğini belirtmiş.
CHP’lilerin, ‘Terim büyük adam’ demesi üzerine Sakık, “Sayın Cumhurbaşkanı da büyük adam, Genelkurmay Başkanı da büyük adam, Başbakan da büyük adam. Terim’in bir ayda aldığı parayı bir yılda alıyorlar” diye konuşmuş.
Böylesine tahrik edici bir konuşmayı Sakık neden yaptı? Tek nedeni olabilir: gündemi değiştirmek. Fatih Terim’i bilirler. Bu lafı duyacak. Sinirinden çılgına dönecek. Verecek veriştirecek... Gündem değişecek...
1.Fatih Terim’in maaşı milletvekilleri gibi devletten gelmiyor... Milli Takım da Federasyon da devletten tek kuruş almıyor. Federasyon bütçesi. ‘Tüyü bitmemiş yetimin hakkı’ muhabbeti çalışmaz burada. Oysa bu muhabbet, milletin vergilerinden geçinenler için geçerlidir... Örneğin Sakık gibi...
2.’Türk’ ve ‘Milli’ kavramını ağızlarına almaktan imtina eden kişilerin, yıllarını milli forma ve Türkiye markası için vermiş olanların gelirini sorgulamadan önce iki kere düşünmeleri gerekir.
3.Fatih Terim, Avrupa Şampiyonası’nda finale kalan 16 takımın başındaki sorumlular arasında ücreti en düşük olanıdır.
4.Milli Takımın sağladığı başarılar çerçevesinde artan sponsorluk gelirleri ve UEFA’dan gelen (7,5 milyon Avro gibi) toplu paralar, tüm Milli Takım maaşlarını ve primlerini fazlasıyla karşılamaktadır.
Peki, milletvekilleri için durum nasıldır?
Sırrı Sakık aslında kürsüden kalkıp Muhtar Kent’in ya da Cem Kozlu’nun da maaşını sorgulayabilirdi. Dedik ya amaç, adil bulmadığı bir durumu sorgulamak falan değil. Amaç, ortalığı karıştırmak... Hem de kendi deyişleriyle ‘bam teline’ basarak. Fatih şimdilik pek provokasyona gelmemiş gibi. İnşallah da gelmez...
Ben evvelsi gün ne yazmışım Nursace için, hatırlayalım:
“Hangi birine yanayım. Muhalefetin haksız yere, akılsızca ve insafsızca Hayrünnisa Gül Hanım’a yüklenmesine, dikkatsizlikten bir de ağaca çıkmasına mı? Versace markasını kendini gülünç duruma düşürecek kadar ilkel bir şekilde taklit eden Nursace diye bir ayakkabı ile bir first lady’nin ortalıkta dolanmasına mı? Yoksa birileri tarafından şu iletişim özürlü açıklamanın yapılmasına mı: Hayrünnisa Hanım fiyatı 299 YTL olan Nursace’yi 29 YTL indirimle 270 YTL’ye kredi kartıyla almıştır... Hangi birine yanayım...”
Bu yazının üzerine Sayın Nurettin Sabri Çelik’ten bir e-posta geldi. Özetle ve sözlerinin yanına parantez içinde naçizane görüşlerimi ekleyerek aşağıya aldım:
“Sayın Ali Saydam Beyefendi; yüzlerce, hatta binlerce okuru olan, kitapları ders olarak okutulan sizin gibi ünlü bir iletişimcinin markamı ve şahsımı yeterince tanımadan neden önyargılı bir yazı kaleme aldığını öğrenmek istiyorum. Bu şekilde, yazınızda çok doğru şekilde belirttiğiniz, Sayın Hayrünnisa Gül’e haksız yere yüklenen, servet ödediğini iddia eden karalamacı gazetecilerden ne farkınız kalır? Yazınızda ve ana gazetede yer alan habere göre markamızdan yeni haberdar olduğunuzu tahmin ediyorum. (Doğrudur; ancak markayı tanımıyorsam, ben mi suçluyum? Ayrıca benim tanımam da yetmez. Dünya tanımalı. Philip Kotler’ın geçtiğimiz ayki Turquality konferansındaki konuşması: “Uluslararası pazarlama stratejisi ve uygulaması olmayan; uluslararası pazarlarda rekabet edemeyen bir marka günümüzde artık marka olamaz.”)
Markamızı bilmemeniz doğal. Çünkü hiçbir zaman medyatik bir marka olmak peşinde koşmadık. (Bu kavramı ilk kez duyuyoruz. Medyatik olmayan marka nasıl oluyor? Marka olmanın iki temel belirtisi vardır -diğer onlarcasının hemen başında gelen- tanınma ve beğeni.)
Doğru ve düzgün iletişimle, doğru ürün ve lokasyonla müşterilerimize ulaşmayı hedefledik. Reklam ve doğru PR’ın etkisine inanmakla birlikte ciddi yatırımlar yapabildiğimizi söyleyemem. Ancak bugüne kadar da doğru yol almış olmalıyız ki ürünlerimiz oldukça beğeniliyor ve talep görüyor. Gelelim eleştirdiğiniz markama. Adım Nurettin Sabri Çelik. 1994 yılından beri mağazacılık ve ayakkabı üretimi yapıyorum. Genelde soy isim, isim ya da ikisinin birleşmesinden moda markaları doğuyor.
Yıllardır moda sektörünün içindeyiz. Marka yaratmanın ne kadar zor, hele ki marka seçiminin ne kadar sancılı bir süreç olduğunu bir duayen olarak benden çok daha iyi bildiğinizi sanıyorum.
O dönem çalıştığımız reklam ajansının önerisiyle oluşturduğumuz NurSaCe’nin de fonetiğini gerçekten çok beğendiğim ve dünya moda ve tekstil devi Versace ile mukayese edilebileceğini düşünmediğim için gönül rahatlığıyla yarattım markamı. (Bu mukayesenin yapılacağı ve bu markanın bir gün sizin hak etmediğiniz şekilde aleyhinize çalışabileceğini çevrenizdeki uzmanların size hatırlatması gerekirdi. Örneğin, ben sırf adım soyadım biraz uyuyor diye AliSA şeklinde bir marka yaratmaya kalksam, birileri beni mutlaka uyarır, ‘Aman Ali Bey, Ali Sabancı’ya özeniyormuş gibi olursunuz; sizden meşhur bir markayı çağrıştıracak bir ad kullanmayın’ derlerdi.)
Bugün 250 kişinin üzerinde insana istihdam sağlayan, bir o kadar tedarikçiyle binlerce TL’lik çalışmalar yapan, yıllık üretim kapasitesi 150.000’in üzerinde olan ve kaliteden taviz vermeden Çin’e karşı direnen, üretiminin %70’ini ihraç edebilen bir işletme ve marka olan Nursace’nin bu kadar küçültülmesine “DUR” deme hakkını kendimde görüyorum. (İyi niyetinizden ve yaptığınız işlerin hayırlı şeyler olduğundan en ufak tereddüdümüz yok. Ancak büyüklük, marka olmanın temel kriteri değil sevgili Nurettin Bey. Çin’de çok büyük kapasiteli isimler var. Ama marka değiller.)
Lütfen yazınızı bir kez de benim penceremden bakıp tekrar gözden geçirin. Eminim vicdanınız ve saygın kişiliğiniz markama hak ettiği değeri bir an önce verecektir. Saygılarımla; Nurettin Sabri Çelik.”
Sayın Çelik, işinize, kuruluşunuza ve şahsınıza sınırsız saygı ve takdir duygularıyla bağlı olduğumuzu ifade etmeliyiz. Ancak ‘marka’ konusundaki bilgilerinizi tazelemenizde yarar olabilir. Belki bir noktada buluşuruz. Yoksa, buyurun bir gün Akşam Gazetesi’ne; size Versace ortada dururken ürünlerinize Nursace adını vermenizin neden yanlış olduğunu, neden örneğin ‘Nurettin Sabri’nin çok daha iyi bir marka adayı olacağını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışalım...
Güler Hanım Türkiye markası için bir şanstır
KadIn Girişimcileri Derneği KAGİDER’in beşinci yaşını kutladığı gecenin en çarpıcı sahnesi, tabii ki Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı Hanım’ın piste çıkıp iki ayrı kavalye ile dans etmesidir.
Güler Hanım bu davranışıyla pek çok ‘sosyal paydaş’ına ve genel hedef kitleye son derece ciddi mesajlar vermiştir.
Neresinden baksanız, yaptığı ‘medenî’ ve ‘beşerî’ bir davranıştır. Ağır ağabeyler gibi kasılan, gergin üst düzey yöneticilere alışmış olanlar üzerinde ‘sakinleştirici’ ancak ‘özgüveni artırıcı’, ‘dost’ bir etki yaratmıştır.
Her ne ise Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinin Güler Hanım gibi bir kadın tarafından yönetiliyor olması, Türkiye adına da bir talihtir; Türkiye markası adına da...
Terim’in tepesinin tasını attırmaya çalışıyorlar
DTP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Meclis’te Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’na, Milli Takımlar Sorumlusu Fatih Terim’in ne kadar maaş aldığını sormuş. Kendisinin bu konuyla ilgili bir araştırma yaptığını, 120 ila 132 milyar TL gibi bir rakam bulduğunu, ama net maaşı henüz öğrenemediğini belirtmiş.
CHP’lilerin, ‘Terim büyük adam’ demesi üzerine Sakık, “Sayın Cumhurbaşkanı da büyük adam, Genelkurmay Başkanı da büyük adam, Başbakan da büyük adam. Terim’in bir ayda aldığı parayı bir yılda alıyorlar” diye konuşmuş.
Böylesine tahrik edici bir konuşmayı Sakık neden yaptı? Tek nedeni olabilir: gündemi değiştirmek. Fatih Terim’i bilirler. Bu lafı duyacak. Sinirinden çılgına dönecek. Verecek veriştirecek... Gündem değişecek...
1.Fatih Terim’in maaşı milletvekilleri gibi devletten gelmiyor... Milli Takım da Federasyon da devletten tek kuruş almıyor. Federasyon bütçesi. ‘Tüyü bitmemiş yetimin hakkı’ muhabbeti çalışmaz burada. Oysa bu muhabbet, milletin vergilerinden geçinenler için geçerlidir... Örneğin Sakık gibi...
2.’Türk’ ve ‘Milli’ kavramını ağızlarına almaktan imtina eden kişilerin, yıllarını milli forma ve Türkiye markası için vermiş olanların gelirini sorgulamadan önce iki kere düşünmeleri gerekir.
3.Fatih Terim, Avrupa Şampiyonası’nda finale kalan 16 takımın başındaki sorumlular arasında ücreti en düşük olanıdır.
4.Milli Takımın sağladığı başarılar çerçevesinde artan sponsorluk gelirleri ve UEFA’dan gelen (7,5 milyon Avro gibi) toplu paralar, tüm Milli Takım maaşlarını ve primlerini fazlasıyla karşılamaktadır.
Peki, milletvekilleri için durum nasıldır?
Sırrı Sakık aslında kürsüden kalkıp Muhtar Kent’in ya da Cem Kozlu’nun da maaşını sorgulayabilirdi. Dedik ya amaç, adil bulmadığı bir durumu sorgulamak falan değil. Amaç, ortalığı karıştırmak... Hem de kendi deyişleriyle ‘bam teline’ basarak. Fatih şimdilik pek provokasyona gelmemiş gibi. İnşallah da gelmez...