Uyanın Sayın Başbakan!
22 EKİM 2006
Dün Cengiz Özdemir’in Hürriyet’teki yazısını ilgiyle okudum. Özetleyelim: Üç noktaya dikkat çekiyordu Özdemir: 1. Başbakan’ın çevresini köylülük anlayışı sarmıştır. 2. Gelişmiş ülkelerin liderlerinin çevresinde ‘kurmay heyeti’ (staff) vardır; bizimkilerde ‘maiyet’... 3. Maiyet, zaman içinde kendisini milletin patronu sanan politikacılar gibi davranmaya başlar 4. Zaman içinde bırakın Başbakan’ı bu ‘Maiyete’ bile ulaşmak mümkün olmamaya başlar. 5. Bu sorun çözülmedikçe Başbakan Balyoz olayı benzeri pek çok skandalle karşılaşacaktır...
Başbakan’la ilk karşılaşmamızı hiç unutmam. Partisi seçimi henüz kazanmıştı. Resmen Başbakan değildi. ‘Maiyeti’ değil ortak dostlarımız aradılar... Küçük bir grupta 3 saat kadar sohbet ettik. O görüşmemizi ve beni sonradan hatırladığına bile emin değilim. O nedenle hiçbir zaman“Tayip Bey bana danıştı” türünden triplere girmedim.
Ama yarattığı gerginlikten ve formaliteden uzak atmosferden de cesaret alarak, sorduğu soru üzerine üç noktaya dikkatini çekmeye çalışmıştım: Bir: Sadece seçmenlerinizin ve sizden marka vaadi olarak bekledikleri ‘cemaatlerin’ Başbakanı değil, Türkiye’nin Başbakanı olduğunuz algısını yaratmalısınız. İki: Sadece Türkiye’nin değil bölgenin lideri olma potansiyelinizin algısını yaratmalısınız Üç: Çevrenizde etkin çalışacak bir ‘erken uyarı sistemi’ kurmalısınız...
Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz; katılmanız da şart değil; ama rakamlar Başbakan’ın ilk iki konuda fena gitmediğini, en azından %50’nin üzerinde bir puanla seyrettiğini gösteriyor. Esas sorun Özdemir’in de vurguladığı üçüncü konuda... Benim, örneğin Başdanışmanı ve Sözcüsü Akif Beki’ye ulaşmakta hiçbir zaman en küçük sorunum olmadı, ama diğer danışmanlar ve ‘maiyet üyeleri’ için aynı şey söylenebilir mi?
O ilk ve son görüşmemizde Sayın Erdoğan’a üçüncü husus ile ilgili tarihten bir örnek nakletmiştim. Rivayete göre Alman casusları çıkarmanın Normandiya’ya yapılacağını saatler öncesi, daha gemiler Dover civarındayken öğrenirler. Bu bilginin Hitler’in yaverlerine ulaşması bile saatler alır. Başyaver ise uyumakta olan Führer’i kesinlikle uyandıramayacağını ifade ederek hareketsiz kalır. Oysa Normandiya yakınlarında sadece Führer’in talimatıyla hareket eden büyük bir zırhlı birlik beklemektedir. Tarihçilere göre, eğer o zırhlı birlik devreye sokulabilseydi; zaten ağır kayıplarla gerçekleşmiş olan çıkarma, müttefiklerin kesin hezimetiyle sonuçlanabilirdi. Ama uyandıramamışlar işte Führer’i...
Bu hikayeyi anlattıktan sonra Sayın Başbakan’a sormuştum: “Kurmaylarınız arasında sizi uyandıracak kimse var mı?”
Hülya Avşar’ın Hokkabaz yorumu doğruydu
Zar zor bilet bulup kendimizi Hokkabaz’a attık. Cem Yılmaz halkın ortak ruhi şekillenmesini yakalamasıyla özel ilgi alanıma girer. Bu kez tamamen kendi kanatları üzerinde uçmuş. Daha da merak ettim. Hem yazmış, hem çekmiş, hem oynamış... Woody Allen gibi...
TV programının çekimi vardı. Çarşamba akşamı galayı kaçırmıştım. Sonrasında yorumları okudum. Beklediğim gibi, en fütursuzu ve agresifi Hülya Avşar’dan gelmiş... Aynı anda çok fazla konuya takılıyor; her sorulan soruya mutlaka bir ‘kelam’la geri dönmeye çalışıyor diye eleştirilen, bu yüzden de söyledikleri giderek anlam ağırlığını yitiren Avşar bu kez en iyi bildiği konuda konuşmanın avantajıı kullanmış: "Güzel bir film olmuş. Çok büyük emek sarf edilmiş. Ama biraz abartıldı sanırım. Bu da Cem Yılmaz'ın etiketinden kaynaklanıyor. Beklentiler hep fazlalaşıyor çünkü işini iyi yapıyor. Güzel ama abartıldığı kadar da olay bir film değil! Oyunculuklar çok iyiydi. Küfür yoktu ama espriler yerindeydi."
Ne diyor Avşar. Marka vaadini ve çıtayı o kadar yukarı çektiler ki, durduk yerde düş kırıklığı yarattılar. Hülya Avşar’ın söylediklerine uzun zamandır ilk defa tamamen katılıyorum. Cem hiç üzülmesin bu filmi de iş yapacak. Cem’in iletişim değeri o kadar yüksek ki, bu arada yapılan hatayı rahatlıkla taşıyacak. Ama bu filmle ilgili yapılan iletişim hatası sonraki işlerin algılanmasını olumsuz yönde etkileyecek... Cem’in de diğer şöhretler gibi tek kurtuluşu var: Hayatta muazzam ve şahane olmadığı bazı alanların varlığını kabul etmek ve yardım almak. Örneğin iletişim gibi...
Sanofi-Aventis’den ‘ikrar’ gibi açıklama
Geçenlerde Wired adlı son derece etkili bir derginin, ünlü ilaç firması Sanofi-Aventis ile ilgili iddiasını dile getirmiştik. Dergi, özetle, ilaç firmasının aslı şişmanlıkla açıklanabilecek metabolik sendrom diye bir hastalık ‘uydurulmasını’ desteklediğini, hastalığın tescil edildiği tarihlerde de buna karşı etkili olduğunu savunduğu bir ilacı piyasaya sürdüğünü iddia ediyor, bu ‘garip’ sayılabilecek rastlantıya dikkat çekiyordu.
Biz bu bilgiyi aktarmadan Sanofi-Aventis’den bir yetkili bulmaya çalıştık. Kimseden bir ses çıkmadı. Yazı yayınlandıktan sonra bir açıklama göndermişler. İletişim Direktörü Sabahat Ak’ın sanki Wired’ın iddialarını teyit eden, ama durumu mükemmel açıklayan mektubunu aşağıya alıyoruz:
“Wired Dergisi’nin kapak konusu olarak işlediği ve sizin 14 ve 18 Ekim tarihli köşe yazılarınızda yer vermiş olduğunuz konuya ilişkin paylaşmak istediğimiz bilgileri aşağıda bilginize sunarız. Metabolik Sendrom bir hastalık mıdır, yoksa risk faktörlerinin kümelenmesi midir” konusu, akademik çevrelerce halen tartışılmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, American Hearth Association (AHA), International Diabetes Federation (IDF), US National Cholesterol Education Program / Adult Treatment Panel III gibi kimi akademik çevreler, Metabolik Sendrom tanımını kabul etmektedir. European Association for the Study of Diabetes (EASD) ve American Diabetes Association (ADA) gibi çevreler ise Metabolik Sendrom’un yeterli derecede tanımlanmamış olduğunu söylemektedir.
Bu tartışma henüz bir sonuca bağlanmamıştır.
Metabolik Sendrom’u kabul eden akademik çevrelere göre, Sendrom, aşağıda yer alan 5 risk faktöründen üçünün birarada bulunması ile tanımlanmaktadır. 1. Abdominal obezite 2.Yüksek kan basıncı 3. Yüksek açlık kan şekeri 4. Düşük HDL (iyi kolesterol) ve 5. Yüksek trigliserid
Abdominal obezite, karın bölgesinde biriken yağ dokusudur. Bu doku; karaciğer, pankreas, barsaklar gibi hayati organların çevresinde biriktiğinde, diğer yağ dokularından farklı olarak, yalnızca temel bir enerji kaynağı oluşturmayıp, aynı zamanda metabolik olarak aktif bir organ gibi davranır. Bunun anlamı şudur; bu yağ dokusu kandaki kolesterol ve trigliserid düzeylerini etkileyen çeşitli hormonlar salgılar. Bu durum, konuyu sadece sağlıklı beslenme ve egzersiz ile çözümlenebilecek bir aşırı kilo sorunu olmanın ötesine taşıyabilir.
Kardiyometabolik risk faktörlerinin herbiri tek başlarına kişilerin kalp hastalığı, inme ve diyabet risklerini artırmaktadır.
Ancak birarada bulunduklarında oluşturdukları risk daha da yüksektir. İster metabolik sendrom olarak adlandırılsın ister risk faktörleri kümelenmesi olarak tanımlansın, kardiyometabolik risk faktörlerinin bir arada bulunmasının tedavi gerektirdiği kabul edilen bir gerçektir.
Sanofi-aventis’in bu alanda geliştirmiş olduğu ilaç, Avrupa Birliği ruhsatlandırma kurumu EMEA tarafından Haziran 2006’da onaylanmıştır.
EMEA ilacı, ciddi risk faktörleri bulunan obez veya fazla kilolu hastalarda diyet ve egzersizle birlikte uygulanması gereken bir tedavi olarak onaylamıştır. Bu endikasyonda sözü edilen ciddi risk faktörleri, Tip 2 Diyabet ve Dislipidemidir (kan yağlarında bozukluk).
Bu onayın ardından, ilaç, Haziran 2006’da ilk olarak İngiltere’de satışa sunulmuştur.
Şu anda İngiltere, Danimarka, Norveç, Almanya, İrlanda, Finlandiya, Avusturya ve Arjantin’de satılmaktadır. ABD’de ve Türkiye’de ilaç henüz satışa sunulmamıştır.”
Balyoz Mercedes’in karizmasını kurtardı
Gerek Susurluk kazasında gerekse de M. Ali Ağca’nın hapisten geçici olarak çıkış sahnesinde başrol oyunculardan biri de hiç şüphesiz Mercedes idi. Başbakan’ın sağlık sorunu sırasında yaşanan Balyoz Operasyonu’nda da yine Mercedes ön plandaydı...
Bu balyoz işi AK Parti ve Başbakanlık güvenlikçilerinin karizmasını hafif çizerken, Mercedes’in algısını biraz olsun düzeltti. Her ne kadar yetkililer güvenlik sisteminin adam gibi çalışması yüzünden traji komik duruma düşmüş olsalar da, zırhlı aracın saldırıya karşı dakikalarca direnmiş olması, Mercedes’in hanesine pozitif olarak yazıldı. Mercedes yetkilieri, “Saldırganların hiçbir zaman bu kadar uzun zamanı olamaz. Sonunda balyozun etkili olması bu nedenle bir şey ifade etmez. Füze idi, yangın idi; her şeye karşı test ettik. Ama balyoz aklımıza gelmemişti!” demişler...
Aslında bundan sonra böyle bir teste ihtiyaçları da yok hani... Bu olaydan daha iyi test mi olur? Balyozlu insanlar cama karşı!.. Şu kadar vuruş; şu kadar dakika... Şahane sonuç...
Bu arada cam kırıklarını da açık artırmayla satıp, gelirini çocuk esirgemeye falan verme fikrine ne dersiniz?..
Hangi kavram Bush’u çağrıştırıyor?
Dünyanın en zengin ve prestijli arama motoru Google’u açın. Arama çubuğuna İngilizce Failure yazın. Failure kelimesinin karşılığı Redhouse’un İngilizce – Türkçe sözlüğünde şöyle veriliyor: 1. Başarısızlık; beceremeyiş; fiyasko. 2. İhmal, yapmayış. 3. İflas. 4. Mesleğinde/iş hayatında hiç başarı gösteremeyen kimse. 5. Arıza...
Failure yazdıktan sonra Kendimi Şanslı Hissediyorum butonuna basın... Karşınıza hangi site çıkıyor biliyor musunuz? Beyaz Saray’ın resmi sitesi ve ABD Başkanı George W. Bush’un özel sayfası... ABD’de 301 olsa; Google’u ipe götürürdü bu olay...
Yine de Google çok yakında bu durumu farkedip değiştirecektir. Onun için bu tarihi şakayı kaçırmadan gidip o aramayı yapmanızda yarar var...
Başbakan’la ilk karşılaşmamızı hiç unutmam. Partisi seçimi henüz kazanmıştı. Resmen Başbakan değildi. ‘Maiyeti’ değil ortak dostlarımız aradılar... Küçük bir grupta 3 saat kadar sohbet ettik. O görüşmemizi ve beni sonradan hatırladığına bile emin değilim. O nedenle hiçbir zaman“Tayip Bey bana danıştı” türünden triplere girmedim.
Ama yarattığı gerginlikten ve formaliteden uzak atmosferden de cesaret alarak, sorduğu soru üzerine üç noktaya dikkatini çekmeye çalışmıştım: Bir: Sadece seçmenlerinizin ve sizden marka vaadi olarak bekledikleri ‘cemaatlerin’ Başbakanı değil, Türkiye’nin Başbakanı olduğunuz algısını yaratmalısınız. İki: Sadece Türkiye’nin değil bölgenin lideri olma potansiyelinizin algısını yaratmalısınız Üç: Çevrenizde etkin çalışacak bir ‘erken uyarı sistemi’ kurmalısınız...
Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz; katılmanız da şart değil; ama rakamlar Başbakan’ın ilk iki konuda fena gitmediğini, en azından %50’nin üzerinde bir puanla seyrettiğini gösteriyor. Esas sorun Özdemir’in de vurguladığı üçüncü konuda... Benim, örneğin Başdanışmanı ve Sözcüsü Akif Beki’ye ulaşmakta hiçbir zaman en küçük sorunum olmadı, ama diğer danışmanlar ve ‘maiyet üyeleri’ için aynı şey söylenebilir mi?
O ilk ve son görüşmemizde Sayın Erdoğan’a üçüncü husus ile ilgili tarihten bir örnek nakletmiştim. Rivayete göre Alman casusları çıkarmanın Normandiya’ya yapılacağını saatler öncesi, daha gemiler Dover civarındayken öğrenirler. Bu bilginin Hitler’in yaverlerine ulaşması bile saatler alır. Başyaver ise uyumakta olan Führer’i kesinlikle uyandıramayacağını ifade ederek hareketsiz kalır. Oysa Normandiya yakınlarında sadece Führer’in talimatıyla hareket eden büyük bir zırhlı birlik beklemektedir. Tarihçilere göre, eğer o zırhlı birlik devreye sokulabilseydi; zaten ağır kayıplarla gerçekleşmiş olan çıkarma, müttefiklerin kesin hezimetiyle sonuçlanabilirdi. Ama uyandıramamışlar işte Führer’i...
Bu hikayeyi anlattıktan sonra Sayın Başbakan’a sormuştum: “Kurmaylarınız arasında sizi uyandıracak kimse var mı?”
Hülya Avşar’ın Hokkabaz yorumu doğruydu
Zar zor bilet bulup kendimizi Hokkabaz’a attık. Cem Yılmaz halkın ortak ruhi şekillenmesini yakalamasıyla özel ilgi alanıma girer. Bu kez tamamen kendi kanatları üzerinde uçmuş. Daha da merak ettim. Hem yazmış, hem çekmiş, hem oynamış... Woody Allen gibi...
TV programının çekimi vardı. Çarşamba akşamı galayı kaçırmıştım. Sonrasında yorumları okudum. Beklediğim gibi, en fütursuzu ve agresifi Hülya Avşar’dan gelmiş... Aynı anda çok fazla konuya takılıyor; her sorulan soruya mutlaka bir ‘kelam’la geri dönmeye çalışıyor diye eleştirilen, bu yüzden de söyledikleri giderek anlam ağırlığını yitiren Avşar bu kez en iyi bildiği konuda konuşmanın avantajıı kullanmış: "Güzel bir film olmuş. Çok büyük emek sarf edilmiş. Ama biraz abartıldı sanırım. Bu da Cem Yılmaz'ın etiketinden kaynaklanıyor. Beklentiler hep fazlalaşıyor çünkü işini iyi yapıyor. Güzel ama abartıldığı kadar da olay bir film değil! Oyunculuklar çok iyiydi. Küfür yoktu ama espriler yerindeydi."
Ne diyor Avşar. Marka vaadini ve çıtayı o kadar yukarı çektiler ki, durduk yerde düş kırıklığı yarattılar. Hülya Avşar’ın söylediklerine uzun zamandır ilk defa tamamen katılıyorum. Cem hiç üzülmesin bu filmi de iş yapacak. Cem’in iletişim değeri o kadar yüksek ki, bu arada yapılan hatayı rahatlıkla taşıyacak. Ama bu filmle ilgili yapılan iletişim hatası sonraki işlerin algılanmasını olumsuz yönde etkileyecek... Cem’in de diğer şöhretler gibi tek kurtuluşu var: Hayatta muazzam ve şahane olmadığı bazı alanların varlığını kabul etmek ve yardım almak. Örneğin iletişim gibi...
Sanofi-Aventis’den ‘ikrar’ gibi açıklama
Geçenlerde Wired adlı son derece etkili bir derginin, ünlü ilaç firması Sanofi-Aventis ile ilgili iddiasını dile getirmiştik. Dergi, özetle, ilaç firmasının aslı şişmanlıkla açıklanabilecek metabolik sendrom diye bir hastalık ‘uydurulmasını’ desteklediğini, hastalığın tescil edildiği tarihlerde de buna karşı etkili olduğunu savunduğu bir ilacı piyasaya sürdüğünü iddia ediyor, bu ‘garip’ sayılabilecek rastlantıya dikkat çekiyordu.
Biz bu bilgiyi aktarmadan Sanofi-Aventis’den bir yetkili bulmaya çalıştık. Kimseden bir ses çıkmadı. Yazı yayınlandıktan sonra bir açıklama göndermişler. İletişim Direktörü Sabahat Ak’ın sanki Wired’ın iddialarını teyit eden, ama durumu mükemmel açıklayan mektubunu aşağıya alıyoruz:
“Wired Dergisi’nin kapak konusu olarak işlediği ve sizin 14 ve 18 Ekim tarihli köşe yazılarınızda yer vermiş olduğunuz konuya ilişkin paylaşmak istediğimiz bilgileri aşağıda bilginize sunarız. Metabolik Sendrom bir hastalık mıdır, yoksa risk faktörlerinin kümelenmesi midir” konusu, akademik çevrelerce halen tartışılmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, American Hearth Association (AHA), International Diabetes Federation (IDF), US National Cholesterol Education Program / Adult Treatment Panel III gibi kimi akademik çevreler, Metabolik Sendrom tanımını kabul etmektedir. European Association for the Study of Diabetes (EASD) ve American Diabetes Association (ADA) gibi çevreler ise Metabolik Sendrom’un yeterli derecede tanımlanmamış olduğunu söylemektedir.
Bu tartışma henüz bir sonuca bağlanmamıştır.
Metabolik Sendrom’u kabul eden akademik çevrelere göre, Sendrom, aşağıda yer alan 5 risk faktöründen üçünün birarada bulunması ile tanımlanmaktadır. 1. Abdominal obezite 2.Yüksek kan basıncı 3. Yüksek açlık kan şekeri 4. Düşük HDL (iyi kolesterol) ve 5. Yüksek trigliserid
Abdominal obezite, karın bölgesinde biriken yağ dokusudur. Bu doku; karaciğer, pankreas, barsaklar gibi hayati organların çevresinde biriktiğinde, diğer yağ dokularından farklı olarak, yalnızca temel bir enerji kaynağı oluşturmayıp, aynı zamanda metabolik olarak aktif bir organ gibi davranır. Bunun anlamı şudur; bu yağ dokusu kandaki kolesterol ve trigliserid düzeylerini etkileyen çeşitli hormonlar salgılar. Bu durum, konuyu sadece sağlıklı beslenme ve egzersiz ile çözümlenebilecek bir aşırı kilo sorunu olmanın ötesine taşıyabilir.
Kardiyometabolik risk faktörlerinin herbiri tek başlarına kişilerin kalp hastalığı, inme ve diyabet risklerini artırmaktadır.
Ancak birarada bulunduklarında oluşturdukları risk daha da yüksektir. İster metabolik sendrom olarak adlandırılsın ister risk faktörleri kümelenmesi olarak tanımlansın, kardiyometabolik risk faktörlerinin bir arada bulunmasının tedavi gerektirdiği kabul edilen bir gerçektir.
Sanofi-aventis’in bu alanda geliştirmiş olduğu ilaç, Avrupa Birliği ruhsatlandırma kurumu EMEA tarafından Haziran 2006’da onaylanmıştır.
EMEA ilacı, ciddi risk faktörleri bulunan obez veya fazla kilolu hastalarda diyet ve egzersizle birlikte uygulanması gereken bir tedavi olarak onaylamıştır. Bu endikasyonda sözü edilen ciddi risk faktörleri, Tip 2 Diyabet ve Dislipidemidir (kan yağlarında bozukluk).
Bu onayın ardından, ilaç, Haziran 2006’da ilk olarak İngiltere’de satışa sunulmuştur.
Şu anda İngiltere, Danimarka, Norveç, Almanya, İrlanda, Finlandiya, Avusturya ve Arjantin’de satılmaktadır. ABD’de ve Türkiye’de ilaç henüz satışa sunulmamıştır.”
Balyoz Mercedes’in karizmasını kurtardı
Gerek Susurluk kazasında gerekse de M. Ali Ağca’nın hapisten geçici olarak çıkış sahnesinde başrol oyunculardan biri de hiç şüphesiz Mercedes idi. Başbakan’ın sağlık sorunu sırasında yaşanan Balyoz Operasyonu’nda da yine Mercedes ön plandaydı...
Bu balyoz işi AK Parti ve Başbakanlık güvenlikçilerinin karizmasını hafif çizerken, Mercedes’in algısını biraz olsun düzeltti. Her ne kadar yetkililer güvenlik sisteminin adam gibi çalışması yüzünden traji komik duruma düşmüş olsalar da, zırhlı aracın saldırıya karşı dakikalarca direnmiş olması, Mercedes’in hanesine pozitif olarak yazıldı. Mercedes yetkilieri, “Saldırganların hiçbir zaman bu kadar uzun zamanı olamaz. Sonunda balyozun etkili olması bu nedenle bir şey ifade etmez. Füze idi, yangın idi; her şeye karşı test ettik. Ama balyoz aklımıza gelmemişti!” demişler...
Aslında bundan sonra böyle bir teste ihtiyaçları da yok hani... Bu olaydan daha iyi test mi olur? Balyozlu insanlar cama karşı!.. Şu kadar vuruş; şu kadar dakika... Şahane sonuç...
Bu arada cam kırıklarını da açık artırmayla satıp, gelirini çocuk esirgemeye falan verme fikrine ne dersiniz?..
Hangi kavram Bush’u çağrıştırıyor?
Dünyanın en zengin ve prestijli arama motoru Google’u açın. Arama çubuğuna İngilizce Failure yazın. Failure kelimesinin karşılığı Redhouse’un İngilizce – Türkçe sözlüğünde şöyle veriliyor: 1. Başarısızlık; beceremeyiş; fiyasko. 2. İhmal, yapmayış. 3. İflas. 4. Mesleğinde/iş hayatında hiç başarı gösteremeyen kimse. 5. Arıza...
Failure yazdıktan sonra Kendimi Şanslı Hissediyorum butonuna basın... Karşınıza hangi site çıkıyor biliyor musunuz? Beyaz Saray’ın resmi sitesi ve ABD Başkanı George W. Bush’un özel sayfası... ABD’de 301 olsa; Google’u ipe götürürdü bu olay...
Yine de Google çok yakında bu durumu farkedip değiştirecektir. Onun için bu tarihi şakayı kaçırmadan gidip o aramayı yapmanızda yarar var...