Vaat-güven ilişkisine dikkat!
26 MAYIS 2007
Hangi partiye oy vereceğini bilemeyenlerin oranı hâlâ çok yüksek. Bunları paylaştırırken matematik ortalama yöntemini kullanıyorlar... Kararsızlar dağıtılmadan aldığınız oran ne kadarsa, kararsızlardan o kadar pay veriyorlar size... Bu da ciddi yanılmalara neden olabiliyor. Çünkü kararsızlar anında yön değiştirebilir. 1983 seçimlerinde olduğu gibi. Bir gece öncesinde Kenan Evren’in iki kelimesiyle hoop, milyonlarca oy ANAP’a kayıvermişti de rahmetli Sunalp’in yüreciği bu işleri kaldıramamıştı...
Bu yanılmanın doğal olduğunu iddia edenler de var. Neresi doğal? ABD, İngiltere ve Almanya’dan biliyoruz. Araştırma şirketleri seçimden altı ay öncesinde bırakın esas rakamı, virgülden sonraki haneleri tutturacak şekilde sonuçları tahmin ediyorlar... Bizdeki durumun iki nedeni olabilir: 1. Araştırma şirketleri beceriksizdir; 2. Siyasi partiler seçmenin karşısına tatmin edici marka vaatleri ile çıkamamakta; doğru liderlik sergileyememektedir... Bence ikincisi... Sizce hangisi?..
Benden tavsiye. Hangi partiye oy vereceğinize karar vermek için seçenekleri daraltma yöntemini uygulayabilirsiniz. Hepsinde aynı olan vaatlere bakmayın. Farklılıklar şuralarda aranabilir: 1. Hangisi, canlılığın sürdürülmesini kendisine dert ediniyor; örneğin“Kyoto anlaşmasını imzalayacağım” diyor; 2. Hangisi âdi suçlar için milletvekili dokunulmazlığını, 301’i, bireysel özgürlüklerin önündeki tüm yasal engelleri kaldırmayı hedefliyor 3. Kıbrıs, AB, ABD, Kuzey Irak konusunda somut ne vaat ediyor? 4. Silahlı Kuvvetlerin ülkemizdeki konumlandırılmasına ilişkin görüşleri nedir? 5. Enflasyon, işsizlik, ihracat, dış ticaret açığı, büyüme hızı hedefleri nelerdir? vb...
Bu arada milletin “Hamilelik süresini 6 aya indireceğiz!” diye dalgasını geçtiği türden afaki vaatlere de gülün geçin... Vaatle güven arasındaki bağ çok önemlidir. Bu bağın tesis edilmesi gerekir. Herkes her vaatte bulunabilir. Önemli olan o vaadi yerine getirebilme kapasitesine ne kadar sahip olunduğunun gösterilmesidir. Kadrolar bunun göstergelerinden biridir.
Aslolan derinliktir
Siyasi seçim için de ‘derinlik’ en önemli parametrelerden biridir. Bana sorarsanız zaten her türlü “musibet”in başı,yüzeyselliktir... Keşke insanın elinde derinlik ölçen bir alet olsa. Ona göre dostunu, ahbabını seçse... Aslında B. Brecht’in “toplumsal jestüs” dediği ‘alet’ bir miktar işe yarayabilir. Yani davranış dilini okuyabilirsek, işin büyük bir kısmını halletmiş oluruz...
Perşembe akşamı Rauf Tamer ve Mehmet Barlas ile sohbet ediyoruz. Son günlerde aklıma bir Türk Musikisi parçasından iki kelime takılmış. Parçayı bir türlü çıkaramıyorum. Öyle ki, uyku tutmuyor. Biraz da sıkılarak üstatlara sordum. “Mırıldan bakalım” dediler. Ben de tüm kabiliyetsizliğimle o iki kelimeyi mırıldanmaya çalıştım: “Bir âlem, bir âlem!” Aslında kimsenin bir şey anlaması mümkün değil. Ama Rauf Tamer, hemen yakaladı ucunu “O öyle değil. Bir âlemi âb’et!.. Tamamı da şöyle:
Gel ey denizin nazlı kızı, nuş-i şarab et
Çık sahile gel, sinede, bir âlem-i âb et
Mestane bakışlarla beni mest-ü harab et
Çık sahile gel, sinede, bir âlem-i âb et”
Bu arada Barlas, I-mate’inden parçayı buldu. Dört değişik versiyonunu hem de. İstanbul Devlet Konservatuarı Korosu, Serap Mutlu Akbulut (1972), Sabite Tur (1936), Recep Birgit – Şehnaz Uğurel Düet (1991)... Makam Acemaşîran, beste Aleko Bacanos... Tamer, muhteşem üslubuyla parçayı sonuna kadar söyledi. Mehmet Barlas mini konser bitince, ekledi: “Kütüphanede 6 değişik kayıt daha var. Daha uzun zamanımız olsaydı dinletirdim!”...
Bilmem, ‘derinlik’ deyince, ne kastettiğim anlaşılıyor mu? Ve de ‘genişliğe’ denk düşen ‘malumatfuruşluktan’ farkı?..
En lezzetli yemek: Hak!..
Sen yıllarını ver, beynini akıt, ARGE’ye yatırım yap, tasarım ve uygulama geliştir, adam gelsin senin bütün birikimini çalıp taklidini piyasaya sürsün... Eda Taşpınar’ın ticari amaçlı hali yani... Hakkın yenmesi can sıkıcı bir durumdur... İnsanın keyfi iyice kaçabilir.
Honda’nın kaçmış... Kapitalizmin geliştirdiği en önemli ürün ‘marka’dır. Onu korumak için sistem her şeyi yapar. Honda da bütün dünyada hırsızlara karşı bir kampanya başlatmış. Dünya ile aynı anda Türkiye’de de Honda Güç Ürünleri’nin Türkiye Distribütörü Anadolu Motor Üretim ve Pazarlama A.Ş bir dizi iletişim çalışmasını devreye sokmuş; işin hukuki yanını da Gün Avukatlık Bürosu çözmüş. Açılan bütün davalar kazanılmış.
Honda'nın jeneratör, su motoru, inşaatlarda ve tarımda kullanılan küçük motorlu aletler vb. gibi ürünlerin taklitleriyle Türkiye’de de ciddi bir şekilde başı derde girmiş. Öyle ki neredeyse pazarın yarısına bu taklit ürünler hakim hale gelmişler. Taklitleri ithal edenler tespit edilerek hukuki mücadele başlatılmış. Sonuç tam başarı...
Benzer bir sorun perakende sektöründe de markaların belini kırıyor, bir de tabii ki müzik piyasasının. Ağlaşıp durmak yerine Honda’nın dünya çapında ne yaptığını incelemekle işe başlanabilir mi, acaba?
Bu yanılmanın doğal olduğunu iddia edenler de var. Neresi doğal? ABD, İngiltere ve Almanya’dan biliyoruz. Araştırma şirketleri seçimden altı ay öncesinde bırakın esas rakamı, virgülden sonraki haneleri tutturacak şekilde sonuçları tahmin ediyorlar... Bizdeki durumun iki nedeni olabilir: 1. Araştırma şirketleri beceriksizdir; 2. Siyasi partiler seçmenin karşısına tatmin edici marka vaatleri ile çıkamamakta; doğru liderlik sergileyememektedir... Bence ikincisi... Sizce hangisi?..
Benden tavsiye. Hangi partiye oy vereceğinize karar vermek için seçenekleri daraltma yöntemini uygulayabilirsiniz. Hepsinde aynı olan vaatlere bakmayın. Farklılıklar şuralarda aranabilir: 1. Hangisi, canlılığın sürdürülmesini kendisine dert ediniyor; örneğin“Kyoto anlaşmasını imzalayacağım” diyor; 2. Hangisi âdi suçlar için milletvekili dokunulmazlığını, 301’i, bireysel özgürlüklerin önündeki tüm yasal engelleri kaldırmayı hedefliyor 3. Kıbrıs, AB, ABD, Kuzey Irak konusunda somut ne vaat ediyor? 4. Silahlı Kuvvetlerin ülkemizdeki konumlandırılmasına ilişkin görüşleri nedir? 5. Enflasyon, işsizlik, ihracat, dış ticaret açığı, büyüme hızı hedefleri nelerdir? vb...
Bu arada milletin “Hamilelik süresini 6 aya indireceğiz!” diye dalgasını geçtiği türden afaki vaatlere de gülün geçin... Vaatle güven arasındaki bağ çok önemlidir. Bu bağın tesis edilmesi gerekir. Herkes her vaatte bulunabilir. Önemli olan o vaadi yerine getirebilme kapasitesine ne kadar sahip olunduğunun gösterilmesidir. Kadrolar bunun göstergelerinden biridir.
Aslolan derinliktir
Siyasi seçim için de ‘derinlik’ en önemli parametrelerden biridir. Bana sorarsanız zaten her türlü “musibet”in başı,yüzeyselliktir... Keşke insanın elinde derinlik ölçen bir alet olsa. Ona göre dostunu, ahbabını seçse... Aslında B. Brecht’in “toplumsal jestüs” dediği ‘alet’ bir miktar işe yarayabilir. Yani davranış dilini okuyabilirsek, işin büyük bir kısmını halletmiş oluruz...
Perşembe akşamı Rauf Tamer ve Mehmet Barlas ile sohbet ediyoruz. Son günlerde aklıma bir Türk Musikisi parçasından iki kelime takılmış. Parçayı bir türlü çıkaramıyorum. Öyle ki, uyku tutmuyor. Biraz da sıkılarak üstatlara sordum. “Mırıldan bakalım” dediler. Ben de tüm kabiliyetsizliğimle o iki kelimeyi mırıldanmaya çalıştım: “Bir âlem, bir âlem!” Aslında kimsenin bir şey anlaması mümkün değil. Ama Rauf Tamer, hemen yakaladı ucunu “O öyle değil. Bir âlemi âb’et!.. Tamamı da şöyle:
Gel ey denizin nazlı kızı, nuş-i şarab et
Çık sahile gel, sinede, bir âlem-i âb et
Mestane bakışlarla beni mest-ü harab et
Çık sahile gel, sinede, bir âlem-i âb et”
Bu arada Barlas, I-mate’inden parçayı buldu. Dört değişik versiyonunu hem de. İstanbul Devlet Konservatuarı Korosu, Serap Mutlu Akbulut (1972), Sabite Tur (1936), Recep Birgit – Şehnaz Uğurel Düet (1991)... Makam Acemaşîran, beste Aleko Bacanos... Tamer, muhteşem üslubuyla parçayı sonuna kadar söyledi. Mehmet Barlas mini konser bitince, ekledi: “Kütüphanede 6 değişik kayıt daha var. Daha uzun zamanımız olsaydı dinletirdim!”...
Bilmem, ‘derinlik’ deyince, ne kastettiğim anlaşılıyor mu? Ve de ‘genişliğe’ denk düşen ‘malumatfuruşluktan’ farkı?..
En lezzetli yemek: Hak!..
Sen yıllarını ver, beynini akıt, ARGE’ye yatırım yap, tasarım ve uygulama geliştir, adam gelsin senin bütün birikimini çalıp taklidini piyasaya sürsün... Eda Taşpınar’ın ticari amaçlı hali yani... Hakkın yenmesi can sıkıcı bir durumdur... İnsanın keyfi iyice kaçabilir.
Honda’nın kaçmış... Kapitalizmin geliştirdiği en önemli ürün ‘marka’dır. Onu korumak için sistem her şeyi yapar. Honda da bütün dünyada hırsızlara karşı bir kampanya başlatmış. Dünya ile aynı anda Türkiye’de de Honda Güç Ürünleri’nin Türkiye Distribütörü Anadolu Motor Üretim ve Pazarlama A.Ş bir dizi iletişim çalışmasını devreye sokmuş; işin hukuki yanını da Gün Avukatlık Bürosu çözmüş. Açılan bütün davalar kazanılmış.
Honda'nın jeneratör, su motoru, inşaatlarda ve tarımda kullanılan küçük motorlu aletler vb. gibi ürünlerin taklitleriyle Türkiye’de de ciddi bir şekilde başı derde girmiş. Öyle ki neredeyse pazarın yarısına bu taklit ürünler hakim hale gelmişler. Taklitleri ithal edenler tespit edilerek hukuki mücadele başlatılmış. Sonuç tam başarı...
Benzer bir sorun perakende sektöründe de markaların belini kırıyor, bir de tabii ki müzik piyasasının. Ağlaşıp durmak yerine Honda’nın dünya çapında ne yaptığını incelemekle işe başlanabilir mi, acaba?