Varoluşa saygıyı yitirmemek için...
04 kasım 2011
Türkiye’de YÖK (ÖSYM), Futbol Fedarasyonu, Silahlı Kuvvetler, Yargı, gibi kurumlar hızla itibar kaybediyor. Dönüşüme (transformasyon) evet ama itibarsızlaştırmaya hayır... 10 yıla kadar gözaltı süreleri, Ergenekon Davası, Deniz Feneri, taraf tuttuğu algısı yaratılan savcılar, müphemiyet gölgesi altındaki gözaltılar, bütün bunlar ve kendisini ifade edemeyen, ne olup bittiğine açıklık getiremeyen bir yargı sistemi...
Son darbe N.Ç. olayından...
Olay sırasında 13 yaşında olan bir kızımızdan apaçık adıyla soyadıyla söz edememek başlıbaşına bi ayıp. Kendisine 26 insanımsı yaratık tecavüz etmiş ve mahkemenin ‘kız rızasıyla birlikte oldu’ kararını da Yargıtay onaylamış. Yeteri kadar ürkütücü...
İletişim süreçlerini doğru yönetebilmek, kişi ve/veya kurumların ‘yaptıkları’ ile ‘algılanmaları’ arasında mesafe oluşmasını engellemekle mümkündür. Bu süreçte, ‘bireyin saygınlığı’ alfabenin ‘a’ harfi olarak kabullenilir.
Yine tüm bu süreçler, ‘varoluşa saygı’ temelindeki icraatlarla ‘itibarlı’ ya da ‘itibarsız’ olarak algılananır.
N.Ç. diye yazmak zorunda kaldığımız kızımızla ilgili olarak gelişen olaylar ve haberler zincirine bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Yargıtay’ın başlıbaşına bir kurum olarak adamakıllı ‘sağlıklı bir iletişim’e ihtiyacı vardır. Ülkedeki adaletin en saygın kurumlarından biri olarak Yargıtay’ın dersini çalışarak, alıp başını giden bu ‘itibarsızlaştırılma’ sürecine bir dur demenin yollarını arayıp bulması şarttır. Bu bağlamda ‘Daha hukuki süreç tamamlanmadı’ şeklinde bir açıklama, itibarsızlaşma sürecinin önünü kesmeye yetmez.
Aynı şekilde olayın 2002 yılında cereyan ettiği günlerde geçerli olan kanun maddelerinin ‘maalesef’ böyle bir sonuca neden olması, 2005 yılında değişen TCK maddesi sonrasında böyle bir durumla artık karşılaşılamayacağını ileri sürmek de kamu vicdanında beraati tetikleyemez. Genel politikalarında kamu vicdanını daima ön planda tuttuğunu iddia eden hükümetin bu konuda en azından tavrını net şekilde ifade etmesi, zülfü yari kurtarmasa da bir nebze olsun insanların içini ısıtabilir.
İzzet ve Nihat Beyler zor durumdalar...
“Bu statükocu, ulusalcı bir takım medyanın bana karşı faşistçe saldırısıdır...”
Bu sözler kime ait olabilir? Bana 40 isim öner, deseler bunların içinde Nihat Doğan olmazdı. Ama bu ‘bilge’ pop yıldızı beyefendi TV8’de Cengiz Semercioğlu ve Sema Eren’in programında aynen böyle kelam etmiş.
“Kızları çağırdık, oturak alemi yapacaktık. Sonra kızlar sukoyverdi. Hafif ortalık gerildi. Çömlek patladı. Sonrasında da kriz iletişimini yönetemeyip her şeyi yüzümüze gözümüze bulaştırdık.” demek yerine, bir ‘statükocu’, bir ‘ulusalcı’, bir ‘faşist’, bir ‘medya’ üstü saldırı çorbası ile ahkam ve raconu aynı anda kesmeye çalışmak bu sefer bu Türk büyüğü kardeşimizi kurtaramadı.
Çünkü Türkiye’de şu sıra kadın ve şiddet kavramları biraraya gelince akıllara hemen N.Ç. geliyor. Bir de cinayetler tabii.
İzzet ve Nihat kardeşlerimiz için talihsiz bir konjonktür.
Son darbe N.Ç. olayından...
Olay sırasında 13 yaşında olan bir kızımızdan apaçık adıyla soyadıyla söz edememek başlıbaşına bi ayıp. Kendisine 26 insanımsı yaratık tecavüz etmiş ve mahkemenin ‘kız rızasıyla birlikte oldu’ kararını da Yargıtay onaylamış. Yeteri kadar ürkütücü...
İletişim süreçlerini doğru yönetebilmek, kişi ve/veya kurumların ‘yaptıkları’ ile ‘algılanmaları’ arasında mesafe oluşmasını engellemekle mümkündür. Bu süreçte, ‘bireyin saygınlığı’ alfabenin ‘a’ harfi olarak kabullenilir.
Yine tüm bu süreçler, ‘varoluşa saygı’ temelindeki icraatlarla ‘itibarlı’ ya da ‘itibarsız’ olarak algılananır.
N.Ç. diye yazmak zorunda kaldığımız kızımızla ilgili olarak gelişen olaylar ve haberler zincirine bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Yargıtay’ın başlıbaşına bir kurum olarak adamakıllı ‘sağlıklı bir iletişim’e ihtiyacı vardır. Ülkedeki adaletin en saygın kurumlarından biri olarak Yargıtay’ın dersini çalışarak, alıp başını giden bu ‘itibarsızlaştırılma’ sürecine bir dur demenin yollarını arayıp bulması şarttır. Bu bağlamda ‘Daha hukuki süreç tamamlanmadı’ şeklinde bir açıklama, itibarsızlaşma sürecinin önünü kesmeye yetmez.
Aynı şekilde olayın 2002 yılında cereyan ettiği günlerde geçerli olan kanun maddelerinin ‘maalesef’ böyle bir sonuca neden olması, 2005 yılında değişen TCK maddesi sonrasında böyle bir durumla artık karşılaşılamayacağını ileri sürmek de kamu vicdanında beraati tetikleyemez. Genel politikalarında kamu vicdanını daima ön planda tuttuğunu iddia eden hükümetin bu konuda en azından tavrını net şekilde ifade etmesi, zülfü yari kurtarmasa da bir nebze olsun insanların içini ısıtabilir.
İzzet ve Nihat Beyler zor durumdalar...
“Bu statükocu, ulusalcı bir takım medyanın bana karşı faşistçe saldırısıdır...”
Bu sözler kime ait olabilir? Bana 40 isim öner, deseler bunların içinde Nihat Doğan olmazdı. Ama bu ‘bilge’ pop yıldızı beyefendi TV8’de Cengiz Semercioğlu ve Sema Eren’in programında aynen böyle kelam etmiş.
“Kızları çağırdık, oturak alemi yapacaktık. Sonra kızlar sukoyverdi. Hafif ortalık gerildi. Çömlek patladı. Sonrasında da kriz iletişimini yönetemeyip her şeyi yüzümüze gözümüze bulaştırdık.” demek yerine, bir ‘statükocu’, bir ‘ulusalcı’, bir ‘faşist’, bir ‘medya’ üstü saldırı çorbası ile ahkam ve raconu aynı anda kesmeye çalışmak bu sefer bu Türk büyüğü kardeşimizi kurtaramadı.
Çünkü Türkiye’de şu sıra kadın ve şiddet kavramları biraraya gelince akıllara hemen N.Ç. geliyor. Bir de cinayetler tabii.
İzzet ve Nihat kardeşlerimiz için talihsiz bir konjonktür.