Vazgeçmek Özgürlüktür
28 ARALIK 2011
Üçüncü kitabımız da nihayet basıldı ve Remzi Kitabevi’nden piyasaya çıktı. Elde edilen gelirin büyük kısmı tabii ki yine Bersay İletişim Enstitüsü’nün burs fonuna…
Kitabın adı tam da son aylarda vermiş olduğum kararlara ve tabii ki marka yönetiminin temel ilkelerine son derece uygun: “Vazgeçmek Özgürlüktür”…
Fazla kilolardan vazgeçmek, yönetim görevlerinden vazgeçip üretim görevlerine odaklanmak, öfke ve sinirlenmekten, stresin beni yönetmesine izin vermekten vazgeçip bunları yönetmeye karar vermek vb…
Vazgeçmek Özgürlüktür, Türkiye’de İletişimin El Kitabı adını verdiğimiz bir dizinin ilk kitabı. Dizinin ikinci kitabını da yayınevine teslim ettiğimiz için içimiz hayli rahat. Nisan’da basılmış olacak. Onun da adı: “İktidar Yalnızlıktır”…
Kuzguna yavrusu misali türünden bir ‘taraftarlık’ durumu her zaman geçerli olabileceği için, kitabımız üzerine yorum yazacak halimiz yok. Ancak en azından kitabın arka kapağındaki yazıyı buraya almazsak, bu sefer de emeği geçen arkadaşlarımıza haksızlık etmiş olacağız… Şöyle diyor o satırlarda:
“Tasallut haline gelmiş varsayım ve ön kabullerden vazgeçmeden özgürleşmek ve dolayısıyla 'düşünmek' mümkün değildir.
Bir etkinlikten ürüne, ülke markasından siyasete, bir kurumdan bir şöhrete, soyut ya da somut hangi konuda ‘algılama yönetimi’ üzerine çalışıyor olursak olalım, kendimizi farklılaştırarak ön plana çıkaracak ‘değer’lerin sahibi olmalıyız. Bu değerler çerçevesinde, neleri yaptığımız kadar neleri yapmadığımız da önem kazanır. Markanın en önemli öğelerinden biri, marka ruhunun altını çizmek için nelerden vazgeçilmesi gerektiğinin tespitidir. Aynı çerçevede, tüm iletişim faaliyetlerinde iş hedefleri doğrultusunda odaklanılan ne varsa, hangilerinden veya nelerden vazgeçileceğinin belirlenmesi gerekir. Bunların başında da önyargılar ve kemikleşmiş “değişmezler”den kaynaklanan yaklaşım ve uygulamalar gelir. Bizim dünya görüşümüzün (Weltanschauung) içine bilincimiz ve seçimimiz dışında yerleştirilmiş olan bu tür varsayım ve ön kabullerden kurtulmaksızın özgürleşmek, yani düşünmek ve dünyayı dünyaya göre değil kendimize göre ‘okumak’ mümkün değildir…
İşte onun için “Vazgeçmek Özgürlüktür…”
• Gerçekliğimizin ‘değer’ine yakışan algılamayı nasıl oluştururuz?
• Kendimizi farklılaştırarak ön plana çıkaracak “değer”ler nelerdir?
• Yönetici mi, yoksa lider mi olmak gerekir?
• İnsan ‘kaynak’ mıdır, ‘kıymet’ midir?
• Marka ruhunun altını çizmek için nelerden vazgeçmeliyiz?
• Kriz iletişiminde bireysel sezgi, deneyim, hız ve becerinin rolü nedir?
• İtibar, özellikle zor günlerde insanları da kurumları da nasıl korur?”
Arka kapakta kitabın içeriği işte böyle sunuluyor... Okumakla okumak, arasındaki farkı fark edebilmek için belki bir göz atılabilir…
İlahi Gülper Refiğ!..
Çok anlamlı armağanlarla şımartıldım bu yıl… Yaş günüm ile yılbaşı arasında sadece iki hafta var. Biraz üst üste geliyor şımartılma durumu…
Aldığım bütün armağanlar muhteşemdi… Ancak bir tanesi çok özeldi. Sizinle paylaşmalıyım. ‘Vazgeçmek’ ne demekmiş, sevgi nasıl emek istermiş bir bakın…
Sevgili Gülper Refiğ dostum beni benden aldı hediyesiyle… Boğazıma bir şeyler düğümlendi kaldı…
O ne ulvî duyarlılıktır… Akılla ulaşılamaz…
Gülper kardeşim, müthiş bir özenle hazırlanmış olan ve üzerinde Halit Refiğ üstadın elinde Altın Portakal ödülüyle çekilmiş fotoğrafının bulunduğu film şeridinden yapılmış bir fiyonglu rozeti küçük bir poşetin içine koyup yollamış… Bir de kart iliştirmiş içine: “Heyecanların, hayallerin, sevgilerin hep rehberin olsun”… Cenaze sırasında ya da sonraki anma törenlerinde çok özel birkaç kişide vardı bu rozet herhalde. Bizler üstadın bir fotoğrafını yakamıza toplu iğne ile rozet olarak iliştirmiştik…
Bir de baktım, poşette kahverengi bir gözlük kılıfı… Hemen tanıdım… Halit Bey’in defalarca tamirat görmüş, o fotoğrafta da gözünde bulunan emektar gözlüğü… Gel de göz yaşı dökme…
Teşekkür etmek için telefon dahi edemedim. Öylece kalmışım…
İlahi Gülper Refiğ… Gözlük ve kılıfı masamın üstünde yerini aldı… Bana sürekli üstadın öğretilerini hatırlatmak üzere…
Kitabın adı tam da son aylarda vermiş olduğum kararlara ve tabii ki marka yönetiminin temel ilkelerine son derece uygun: “Vazgeçmek Özgürlüktür”…
Fazla kilolardan vazgeçmek, yönetim görevlerinden vazgeçip üretim görevlerine odaklanmak, öfke ve sinirlenmekten, stresin beni yönetmesine izin vermekten vazgeçip bunları yönetmeye karar vermek vb…
Vazgeçmek Özgürlüktür, Türkiye’de İletişimin El Kitabı adını verdiğimiz bir dizinin ilk kitabı. Dizinin ikinci kitabını da yayınevine teslim ettiğimiz için içimiz hayli rahat. Nisan’da basılmış olacak. Onun da adı: “İktidar Yalnızlıktır”…
Kuzguna yavrusu misali türünden bir ‘taraftarlık’ durumu her zaman geçerli olabileceği için, kitabımız üzerine yorum yazacak halimiz yok. Ancak en azından kitabın arka kapağındaki yazıyı buraya almazsak, bu sefer de emeği geçen arkadaşlarımıza haksızlık etmiş olacağız… Şöyle diyor o satırlarda:
“Tasallut haline gelmiş varsayım ve ön kabullerden vazgeçmeden özgürleşmek ve dolayısıyla 'düşünmek' mümkün değildir.
Bir etkinlikten ürüne, ülke markasından siyasete, bir kurumdan bir şöhrete, soyut ya da somut hangi konuda ‘algılama yönetimi’ üzerine çalışıyor olursak olalım, kendimizi farklılaştırarak ön plana çıkaracak ‘değer’lerin sahibi olmalıyız. Bu değerler çerçevesinde, neleri yaptığımız kadar neleri yapmadığımız da önem kazanır. Markanın en önemli öğelerinden biri, marka ruhunun altını çizmek için nelerden vazgeçilmesi gerektiğinin tespitidir. Aynı çerçevede, tüm iletişim faaliyetlerinde iş hedefleri doğrultusunda odaklanılan ne varsa, hangilerinden veya nelerden vazgeçileceğinin belirlenmesi gerekir. Bunların başında da önyargılar ve kemikleşmiş “değişmezler”den kaynaklanan yaklaşım ve uygulamalar gelir. Bizim dünya görüşümüzün (Weltanschauung) içine bilincimiz ve seçimimiz dışında yerleştirilmiş olan bu tür varsayım ve ön kabullerden kurtulmaksızın özgürleşmek, yani düşünmek ve dünyayı dünyaya göre değil kendimize göre ‘okumak’ mümkün değildir…
İşte onun için “Vazgeçmek Özgürlüktür…”
• Gerçekliğimizin ‘değer’ine yakışan algılamayı nasıl oluştururuz?
• Kendimizi farklılaştırarak ön plana çıkaracak “değer”ler nelerdir?
• Yönetici mi, yoksa lider mi olmak gerekir?
• İnsan ‘kaynak’ mıdır, ‘kıymet’ midir?
• Marka ruhunun altını çizmek için nelerden vazgeçmeliyiz?
• Kriz iletişiminde bireysel sezgi, deneyim, hız ve becerinin rolü nedir?
• İtibar, özellikle zor günlerde insanları da kurumları da nasıl korur?”
Arka kapakta kitabın içeriği işte böyle sunuluyor... Okumakla okumak, arasındaki farkı fark edebilmek için belki bir göz atılabilir…
İlahi Gülper Refiğ!..
Çok anlamlı armağanlarla şımartıldım bu yıl… Yaş günüm ile yılbaşı arasında sadece iki hafta var. Biraz üst üste geliyor şımartılma durumu…
Aldığım bütün armağanlar muhteşemdi… Ancak bir tanesi çok özeldi. Sizinle paylaşmalıyım. ‘Vazgeçmek’ ne demekmiş, sevgi nasıl emek istermiş bir bakın…
Sevgili Gülper Refiğ dostum beni benden aldı hediyesiyle… Boğazıma bir şeyler düğümlendi kaldı…
O ne ulvî duyarlılıktır… Akılla ulaşılamaz…
Gülper kardeşim, müthiş bir özenle hazırlanmış olan ve üzerinde Halit Refiğ üstadın elinde Altın Portakal ödülüyle çekilmiş fotoğrafının bulunduğu film şeridinden yapılmış bir fiyonglu rozeti küçük bir poşetin içine koyup yollamış… Bir de kart iliştirmiş içine: “Heyecanların, hayallerin, sevgilerin hep rehberin olsun”… Cenaze sırasında ya da sonraki anma törenlerinde çok özel birkaç kişide vardı bu rozet herhalde. Bizler üstadın bir fotoğrafını yakamıza toplu iğne ile rozet olarak iliştirmiştik…
Bir de baktım, poşette kahverengi bir gözlük kılıfı… Hemen tanıdım… Halit Bey’in defalarca tamirat görmüş, o fotoğrafta da gözünde bulunan emektar gözlüğü… Gel de göz yaşı dökme…
Teşekkür etmek için telefon dahi edemedim. Öylece kalmışım…
İlahi Gülper Refiğ… Gözlük ve kılıfı masamın üstünde yerini aldı… Bana sürekli üstadın öğretilerini hatırlatmak üzere…