Vefa, Sürdürülebilirlik ve Neveser Kökdeş...
09 OCAK 2012
Dünkü yazısında sevgili Doğan Hızlan üstat, ‘Neveser Kökdeş’i Hatırlar mısınız?’ diye sormuş. Bir an ‘Vefa’ duygusuyla ‘Sürdürülebilirlik’ kavramı arasındaki ilişki üzerine düşünürken buldum kendimi.
“Nasıl unuturum?” dedim, kendi kendime. Seksenli yıllarda yayımladığımız Sanat Olayı dergisine kapak yaptığımız o sepya fotoğrafında, koltuğunda oturup gazetesini okurken, anlık bir duruşla bile güçlü kişiliğini sergileyebilen genç kadın!
Derginin 1984, Temmuz sayısı... Sevgili Engin Noyan’ın olağanüstü yazısı. Aynı dönemlerde sevgili Eser Noyan’ın sesinden dinlediğimiz Neveser Kökdeş şarkıları... Neveser Hanım’a dair aklımda kalan o en etkileyici, hatta sarsıcı bilgiyi nasıl unuturum:
Büyük bestekâr Muhlis Sabahattin Ezgi’nin kardeşi, Başmâbeyinci Hurşid Bey’in kızı Neveser Hanımefendi, Çanakkale savaşında yitirdiği eşinden sonra, dramatik bir hayat yaşamış ve ömrünün sonuna kadar maddi sıkıntı çekmişti. İşte o kadın, paha biçilemez hatıratının tümünün, tamamlanmamış operetinin ve de mektuplarının tamamının vefatından sonra yakılmasını vasiyet etmişti...
Onun dram dolu yaşam öyküsü üzerine bugüne kadar dört beş film yapılmamışsa, nedenini onun dramında değil Türk sinema sanayi ve kültür hayatının dramında aramak gerekir…
Aslıhan Erkişi’nin ‘Neveser / Neveser Kökdeş Şarkıları’ CD’si, benim bilebildiğim, takip edebildiğin kadarıyla Engin Noyan, Eser Noyan ve İnce Saz /Dilek Türkan’dan sonra Neveser Hanım’a saygı ve vefa zincirinin son halkası...
Kulaklarımda Eser ve Dilek hanımların sesi birbirine karışıyor:
“Sevmek seni bir suç ise, / Affet günahımı ey sevgili / Diz çöküp yalvarayım, /Bırak dizinde ağlayayım”
Doğan Hızlan’ın o muhteşem tespiti nakşolmalı bazı kafalara:
“Fantezi kavramını olur olmaz besteler için kullanıyoruz. Oysa gerçek, kaliteli fantezi müziğin öncüsü Neveser Kökdeş’tir.”
***
Sevmediğimiz, saygı duymadığımız neyi ya da kimi yaşatabiliyoruz ki?
Sürdürülebilir olmak, kurum hafızalarının zenginliğiyle de çok yakından alâkalı... ‘Batılılaşma’ya genleriyle bağlı olup da Osmanlı Batılılaşması’nı merak etmeyen, ‘gelenek’ten taviz vermeden de gelecek tasarımına dair fikir sahibi olunabileceğini anlamak istemeyen bir dolu akıl sahibi olmayan ‘fikir sahibi’ var çevremizde...
Bunlar vahşi kapitalizmin insanlığı getirdiği son iki noktanın vefa ve sürdürülebilirlik kavramlarını da etkilemiş olduğunu görmezler.
Bir: Fiyatını bulan her şeyi satacaksın. Değeri, kıymeti paraya odaklayacaksın. Gününü yaşayacaksın, asırlık çınarları unutacaksın…
İki: Salaklar üretir. Akıllıysan; üretmeyecek, paradan, ‘kâğıttan’ (hisse senedinden vb.), başkalarının üretimi üzerinden para kazanacaksın…
Yeni kuşaklara damgasını vurmaya hazırlanan bu ahlaki duruş, ‘vefa’ ve ‘sürdürülebilirliği’ ne yapsın? Derinlik kazanmak ne kadar demode!.. Bırakın entel dantel işleri, malı götürmeye bakın!..
***
Hayat böyle devam etse sorun yok. Oysa fn küçük krizde bu ahlak hemen panikliyor… ABD’li entelektüellerin deyişiyle “Amerika maneviyatını yitirince” onlarda da hiçbir direnç kalmıyor. Bakın son çektikleri bir dolu kriz filmine…
Bizde hiç değilse bir semt var… Bize bizi hatırlatan…
Vefa dediğimiz haslet, maneviyat bağı varsa mümkün olabiliyor...
Burada sıklıkla sözünü ettiğim, doksanlı yılların başında TRT 2’de yayımlanan ‘Cumhuriyete Kanat Gerenler’ belgeselinde tanıttığımız, tarihten matematiğe, sanayiiden hukuka tam 273 portreden edindiğimiz en önemli ‘kıssadan hisse’ budur.
Duygudaşlık bağı kurulmadan anlayamazsınız...
Yaşamak, geleceğe kalmak, iz bırakmak, yüz yılı aşan kurumlar olmak arzusu, ‘sürdürülebilir olma’nın gerekliliklerini yerine getirmekle mümkün.
‘Uzun yıllar var olmayı, iz bırakmayı istiyorsan seveceksin’ diyor hayat her birimize... Aslında, hadi kolaylık olsun diye bir çıkış kapısı daha bırakıyor:
‘Uzun yıllar var olmayı, iz bırakmayı istiyorsan sayacaksın!’
Doğaya da, insana da açılan kapıdır o.
“Nasıl unuturum?” dedim, kendi kendime. Seksenli yıllarda yayımladığımız Sanat Olayı dergisine kapak yaptığımız o sepya fotoğrafında, koltuğunda oturup gazetesini okurken, anlık bir duruşla bile güçlü kişiliğini sergileyebilen genç kadın!
Derginin 1984, Temmuz sayısı... Sevgili Engin Noyan’ın olağanüstü yazısı. Aynı dönemlerde sevgili Eser Noyan’ın sesinden dinlediğimiz Neveser Kökdeş şarkıları... Neveser Hanım’a dair aklımda kalan o en etkileyici, hatta sarsıcı bilgiyi nasıl unuturum:
Büyük bestekâr Muhlis Sabahattin Ezgi’nin kardeşi, Başmâbeyinci Hurşid Bey’in kızı Neveser Hanımefendi, Çanakkale savaşında yitirdiği eşinden sonra, dramatik bir hayat yaşamış ve ömrünün sonuna kadar maddi sıkıntı çekmişti. İşte o kadın, paha biçilemez hatıratının tümünün, tamamlanmamış operetinin ve de mektuplarının tamamının vefatından sonra yakılmasını vasiyet etmişti...
Onun dram dolu yaşam öyküsü üzerine bugüne kadar dört beş film yapılmamışsa, nedenini onun dramında değil Türk sinema sanayi ve kültür hayatının dramında aramak gerekir…
Aslıhan Erkişi’nin ‘Neveser / Neveser Kökdeş Şarkıları’ CD’si, benim bilebildiğim, takip edebildiğin kadarıyla Engin Noyan, Eser Noyan ve İnce Saz /Dilek Türkan’dan sonra Neveser Hanım’a saygı ve vefa zincirinin son halkası...
Kulaklarımda Eser ve Dilek hanımların sesi birbirine karışıyor:
“Sevmek seni bir suç ise, / Affet günahımı ey sevgili / Diz çöküp yalvarayım, /Bırak dizinde ağlayayım”
Doğan Hızlan’ın o muhteşem tespiti nakşolmalı bazı kafalara:
“Fantezi kavramını olur olmaz besteler için kullanıyoruz. Oysa gerçek, kaliteli fantezi müziğin öncüsü Neveser Kökdeş’tir.”
***
Sevmediğimiz, saygı duymadığımız neyi ya da kimi yaşatabiliyoruz ki?
Sürdürülebilir olmak, kurum hafızalarının zenginliğiyle de çok yakından alâkalı... ‘Batılılaşma’ya genleriyle bağlı olup da Osmanlı Batılılaşması’nı merak etmeyen, ‘gelenek’ten taviz vermeden de gelecek tasarımına dair fikir sahibi olunabileceğini anlamak istemeyen bir dolu akıl sahibi olmayan ‘fikir sahibi’ var çevremizde...
Bunlar vahşi kapitalizmin insanlığı getirdiği son iki noktanın vefa ve sürdürülebilirlik kavramlarını da etkilemiş olduğunu görmezler.
Bir: Fiyatını bulan her şeyi satacaksın. Değeri, kıymeti paraya odaklayacaksın. Gününü yaşayacaksın, asırlık çınarları unutacaksın…
İki: Salaklar üretir. Akıllıysan; üretmeyecek, paradan, ‘kâğıttan’ (hisse senedinden vb.), başkalarının üretimi üzerinden para kazanacaksın…
Yeni kuşaklara damgasını vurmaya hazırlanan bu ahlaki duruş, ‘vefa’ ve ‘sürdürülebilirliği’ ne yapsın? Derinlik kazanmak ne kadar demode!.. Bırakın entel dantel işleri, malı götürmeye bakın!..
***
Hayat böyle devam etse sorun yok. Oysa fn küçük krizde bu ahlak hemen panikliyor… ABD’li entelektüellerin deyişiyle “Amerika maneviyatını yitirince” onlarda da hiçbir direnç kalmıyor. Bakın son çektikleri bir dolu kriz filmine…
Bizde hiç değilse bir semt var… Bize bizi hatırlatan…
Vefa dediğimiz haslet, maneviyat bağı varsa mümkün olabiliyor...
Burada sıklıkla sözünü ettiğim, doksanlı yılların başında TRT 2’de yayımlanan ‘Cumhuriyete Kanat Gerenler’ belgeselinde tanıttığımız, tarihten matematiğe, sanayiiden hukuka tam 273 portreden edindiğimiz en önemli ‘kıssadan hisse’ budur.
Duygudaşlık bağı kurulmadan anlayamazsınız...
Yaşamak, geleceğe kalmak, iz bırakmak, yüz yılı aşan kurumlar olmak arzusu, ‘sürdürülebilir olma’nın gerekliliklerini yerine getirmekle mümkün.
‘Uzun yıllar var olmayı, iz bırakmayı istiyorsan seveceksin’ diyor hayat her birimize... Aslında, hadi kolaylık olsun diye bir çıkış kapısı daha bırakıyor:
‘Uzun yıllar var olmayı, iz bırakmayı istiyorsan sayacaksın!’
Doğaya da, insana da açılan kapıdır o.