Verimlilik ‘çok’ değil ‘iyi’ çalışmakla artar
16 EKİM 2011
Büyüklerimiz “Boş küpe yapma derlermiş…”
Şu anda Cumartesileri çalışılması ya da mesainin sabah altıda başlaması konusunda yapılan aslında budur…
Enerji Bakanı Taner Yıldız ‘verimliliği artırma’ başlığı altında, tüm göstergelerin ‘laf ola beri gele’ söylenmiş olduğuna işaret eden bir düşüncesini dile getirmiş: Cumartesileri de çalışalım…
Neden laf ola beri gele. Şundan: 1. (Ve en önemlisi) Verimlilik çok çalışmakla artmaz, iyi çalışmakla artar. 2. Yüksek teknolojiye dayalı üretimden insan gücüne dayalı üretime geçiş, tarihin çarklarını geriye çevirmeye çalışmak gibi bir şeydir. 3. Cumartesinin tatil olmasıyla ilişkilendirilmiş pek çok yaşam biçimi ve ona bağlı ekonomik parametrenin darmaduman olması göğüslenemez. 4. İnsanlık haftada 45 saatlik resmi mesai saatini 35 saate nasıl indiririz diye hesaplar yaparken bizim bunu 54 saate çıkarmaya çalışmamız hiçbir akla ve izana sığmaz. 5. (En az 1 kadar önemli) AK Parti ve hükümet bu görüşü destekleyecek hiçbir hareket yapmamıştır. Hatta Çalışma Bakanı’nın açıklaması tamamen tersi yöndedir: "Cumartesi mesaisi gündemimizde yok!.." Cumartesi konusunda Başbakan’dan herhangi bir ışık da yanmamıştır …
Bu ‘5 konu başlığı’ açıkça göstermektedir ki, Enerji Bakanı herhangi bir somut ön hazırlıktan, Başbakan’ın talimatından yola çıkılarak bir öneri getirmemiş, büyük olasılıkla olayı enerji ve verimlik bağlamında çarpıcı bir örneklem olarak ele almıştır. Hepsi bu…
Şimdi durumdan vaziyet çıkarıp meseleyi gereğinden fazla büyütmenin bir faydası yoktur. Yani muhalefete buradan ekmek çıkmaz… Onlara ekmek çıkacak yer gündemi kendilerinin belirleyeceği konulardır. Kendi büyük fikirleri yani…
İçerik ve biçimini beğenmeyebilirsiniz; ancak Enerji Bakanı’nın mükemmel bir ‘gündem belirleme’ yaklaşımı ile insanları konuşturduğunu ve dikkatleri Türkiye’nin en temel meselelerinden birine, ‘verimliliğe’, çekmeyi başardığını kimse inkâr edemez…
Hiçbirini tanımıyorum…
Adana Altın Koza için önerdiğimiz gibi şu Antalya Altın Portakal’ın da adını değiştirseler hiçbir sorun çıkmayacak. ‘Sanat Filmleri Festivalleri’ diyecekler, olacak bitecek…
Ödül kazanan film, yönetmen ve oyuncuların hepsi herhalde sanat filmleri çerçevesinde ‘iyi’dirler. Tanımadığım için bilmiyorum. Bildiğim şu. Sinema sanattır, ancak sadece sanat için yapılmaz. Dans gibi. O da sanattır; ancak sadece sanat için dans edilmez. Altın Portakal bildiğimiz kadarıyla popüler piyasa filmlerinin yarıştığı bir yerdir. Adı üstünde: Popüler! Sen tanıyacaksın, ben tanıyacağım, herkes tanıyacak. Ve o ödül filmin popülerliğine popülerlik katacak ve daha çok iş yapmasını sağlayacak…
Oysa ‘entel sinema çevresi’ dışında bir Allahın kulu da tanımıyor ödül alanları. Filmlerini kimse seyretmiyor… Ne iş?..
Yazık değil mi? Hem Antalya’ya, hem ödül alanlara, hem de bize…
One Day’i seversiniz (!)..
‘Sinema Akşamları’ muhabbetine bu Cuma başladık. 19 civarındaki bir seansa gitmece, sonrasında da hep birlikte basit bir yemek yiyip filmi nasıl okuduğumuzu tartışmaca… Ne demiştik: Yaşamı, çevremizdeki insan ve olayları okumayı öğrenmek için işe sinemadan başlamakta yarar var.
Bu hafta Kanyon’da Danimarkalı kadın yönetmen Lone Scherfig’in imzasını taşıyan Anne Hathaway’in (Şeytan Prada Giyer) başrolde oynadığı ‘One Day’i seyrettik. 2 saat ilgiyle izleyebileceğiniz bir film. Can alıcı cümlesi şu: “Sevmek önemlidir ama yetmez. Beğenmek de gerekir!” Ben 10 yıl önce yazmışım bunu… Ama ne gam… Kadın küt diye koymuş filme… Kredi ona gider… Olsun… Filmde pek çok bu tür hoşluklar var… Beğenecek misiniz, bilemem, ama seveceğiniz kesin…
Vefaya ne kadar ihtiyacım varmış…
Hafta sonu aile dostumuz Pembe Candaner ile birlikteydik. One Day’i izlerken yaşadığım ‘iç burukluğunu’ (yıllar önce tartıştığım bir konuyu bir başkasının ürünü olarak görmek) bir nebze unutturdu bana… İki nedenden: 1. Müthiş güçlü ve pozitif enerjisiyle 2. İnsan Kıymetleri kavramını bana gönderme yaparak kullanmasıyla…
Pembe, ODTÜ’de çifte lisans yapmıştı: psikoloji ve sosyolojide. Ankara Üniversitesi’nde sanat tarihi mastırı, sonra ABD’de de İK başta olmak üzere iki alanda doktora… Tam eğitim süreci bitti, derken bir de duydum ki Mimar Sinan’da bu kez sanat tarihi doktorasına başlamış. Adecco’nun genel müdürlüğü gibi önemli görevlerde bulundu. Şu sıra da Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Boyu Eğitim Merkezi’nde İnsan Kıymetleri ve İK stratejileri dersleri veriyor...
Dedi ki: “Yıllardır insanın su, elektrik, para gibi tükenen bir kaynak olmadığını, kıymet olarak ele alınması gerektiğini anlatıp duruyorsun, ben de dersin adını ‘insan kıymetleri’ olarak değiştirdim. Öğrencilerime bu kavramın sana ait olduğunu söylüyorum. Hatta kendi aralarında kurdukları mail grubuna ‘Pembenin Kıymetleri’ adını vermişler”…
Son günlerde duyduğum en güzel sözlerden biriydi. Bir sevindim, bir sevindim ki, sormayın…
Şu anda Cumartesileri çalışılması ya da mesainin sabah altıda başlaması konusunda yapılan aslında budur…
Enerji Bakanı Taner Yıldız ‘verimliliği artırma’ başlığı altında, tüm göstergelerin ‘laf ola beri gele’ söylenmiş olduğuna işaret eden bir düşüncesini dile getirmiş: Cumartesileri de çalışalım…
Neden laf ola beri gele. Şundan: 1. (Ve en önemlisi) Verimlilik çok çalışmakla artmaz, iyi çalışmakla artar. 2. Yüksek teknolojiye dayalı üretimden insan gücüne dayalı üretime geçiş, tarihin çarklarını geriye çevirmeye çalışmak gibi bir şeydir. 3. Cumartesinin tatil olmasıyla ilişkilendirilmiş pek çok yaşam biçimi ve ona bağlı ekonomik parametrenin darmaduman olması göğüslenemez. 4. İnsanlık haftada 45 saatlik resmi mesai saatini 35 saate nasıl indiririz diye hesaplar yaparken bizim bunu 54 saate çıkarmaya çalışmamız hiçbir akla ve izana sığmaz. 5. (En az 1 kadar önemli) AK Parti ve hükümet bu görüşü destekleyecek hiçbir hareket yapmamıştır. Hatta Çalışma Bakanı’nın açıklaması tamamen tersi yöndedir: "Cumartesi mesaisi gündemimizde yok!.." Cumartesi konusunda Başbakan’dan herhangi bir ışık da yanmamıştır …
Bu ‘5 konu başlığı’ açıkça göstermektedir ki, Enerji Bakanı herhangi bir somut ön hazırlıktan, Başbakan’ın talimatından yola çıkılarak bir öneri getirmemiş, büyük olasılıkla olayı enerji ve verimlik bağlamında çarpıcı bir örneklem olarak ele almıştır. Hepsi bu…
Şimdi durumdan vaziyet çıkarıp meseleyi gereğinden fazla büyütmenin bir faydası yoktur. Yani muhalefete buradan ekmek çıkmaz… Onlara ekmek çıkacak yer gündemi kendilerinin belirleyeceği konulardır. Kendi büyük fikirleri yani…
İçerik ve biçimini beğenmeyebilirsiniz; ancak Enerji Bakanı’nın mükemmel bir ‘gündem belirleme’ yaklaşımı ile insanları konuşturduğunu ve dikkatleri Türkiye’nin en temel meselelerinden birine, ‘verimliliğe’, çekmeyi başardığını kimse inkâr edemez…
Hiçbirini tanımıyorum…
Adana Altın Koza için önerdiğimiz gibi şu Antalya Altın Portakal’ın da adını değiştirseler hiçbir sorun çıkmayacak. ‘Sanat Filmleri Festivalleri’ diyecekler, olacak bitecek…
Ödül kazanan film, yönetmen ve oyuncuların hepsi herhalde sanat filmleri çerçevesinde ‘iyi’dirler. Tanımadığım için bilmiyorum. Bildiğim şu. Sinema sanattır, ancak sadece sanat için yapılmaz. Dans gibi. O da sanattır; ancak sadece sanat için dans edilmez. Altın Portakal bildiğimiz kadarıyla popüler piyasa filmlerinin yarıştığı bir yerdir. Adı üstünde: Popüler! Sen tanıyacaksın, ben tanıyacağım, herkes tanıyacak. Ve o ödül filmin popülerliğine popülerlik katacak ve daha çok iş yapmasını sağlayacak…
Oysa ‘entel sinema çevresi’ dışında bir Allahın kulu da tanımıyor ödül alanları. Filmlerini kimse seyretmiyor… Ne iş?..
Yazık değil mi? Hem Antalya’ya, hem ödül alanlara, hem de bize…
One Day’i seversiniz (!)..
‘Sinema Akşamları’ muhabbetine bu Cuma başladık. 19 civarındaki bir seansa gitmece, sonrasında da hep birlikte basit bir yemek yiyip filmi nasıl okuduğumuzu tartışmaca… Ne demiştik: Yaşamı, çevremizdeki insan ve olayları okumayı öğrenmek için işe sinemadan başlamakta yarar var.
Bu hafta Kanyon’da Danimarkalı kadın yönetmen Lone Scherfig’in imzasını taşıyan Anne Hathaway’in (Şeytan Prada Giyer) başrolde oynadığı ‘One Day’i seyrettik. 2 saat ilgiyle izleyebileceğiniz bir film. Can alıcı cümlesi şu: “Sevmek önemlidir ama yetmez. Beğenmek de gerekir!” Ben 10 yıl önce yazmışım bunu… Ama ne gam… Kadın küt diye koymuş filme… Kredi ona gider… Olsun… Filmde pek çok bu tür hoşluklar var… Beğenecek misiniz, bilemem, ama seveceğiniz kesin…
Vefaya ne kadar ihtiyacım varmış…
Hafta sonu aile dostumuz Pembe Candaner ile birlikteydik. One Day’i izlerken yaşadığım ‘iç burukluğunu’ (yıllar önce tartıştığım bir konuyu bir başkasının ürünü olarak görmek) bir nebze unutturdu bana… İki nedenden: 1. Müthiş güçlü ve pozitif enerjisiyle 2. İnsan Kıymetleri kavramını bana gönderme yaparak kullanmasıyla…
Pembe, ODTÜ’de çifte lisans yapmıştı: psikoloji ve sosyolojide. Ankara Üniversitesi’nde sanat tarihi mastırı, sonra ABD’de de İK başta olmak üzere iki alanda doktora… Tam eğitim süreci bitti, derken bir de duydum ki Mimar Sinan’da bu kez sanat tarihi doktorasına başlamış. Adecco’nun genel müdürlüğü gibi önemli görevlerde bulundu. Şu sıra da Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Boyu Eğitim Merkezi’nde İnsan Kıymetleri ve İK stratejileri dersleri veriyor...
Dedi ki: “Yıllardır insanın su, elektrik, para gibi tükenen bir kaynak olmadığını, kıymet olarak ele alınması gerektiğini anlatıp duruyorsun, ben de dersin adını ‘insan kıymetleri’ olarak değiştirdim. Öğrencilerime bu kavramın sana ait olduğunu söylüyorum. Hatta kendi aralarında kurdukları mail grubuna ‘Pembenin Kıymetleri’ adını vermişler”…
Son günlerde duyduğum en güzel sözlerden biriydi. Bir sevindim, bir sevindim ki, sormayın…