Videoklip mi reklam filmi mi?
08 MAYIS 2005
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi üçüncü sınıf öğrencilerine sordum:
- Tarkan’ın oynadığı son reklam filmini gördünüz mü?
- Gördük!..
- Nasıl buldunuz?
- Beğendik!
- Neden beğendiniz?
- Tarkan çok hoş. Çekimler çok hoş.
- Pekiyi kilit mesaj ne? Yani iletişimin ana amacını oluşturan öğe nerede? Yani reklam ne diyor?
Bu noktada her kafadan bir ses çıkıyor. Sonunda bir noktada birleşiyorlar:
- Bu iş Avea’nın adının daha fazla duyulmasına hizmet eder. Bir de Avea, pek çok markanın yanı sıra Turkcell’le çalışmış olan Tarkan’ı kapmış olmanın ‘haklı gururunu’ yaşıyor.
- Pekiyi Avea’nın ‘farkındalık’ ya da ‘bilinme’ problemi mi var?
- Hayır yok!
- O zaman, bu film satın alma davranışına etki yapar mı?
- Hayır yapmaz!
- O halde neye hizmet eder?
- Avea’nın bilinmesine.
- Avea bilinmiyor mu?
- Biliniyor...
- Eee?
- ...
- İletişimin en önemli unsuru olan ve davranış değişikliğine neden olması gereken kilit mesaj neydi?
- ...
- O zaman bu ne filmi?
- Tarkan’ın reklam filmi, ya da klibi...
- Peki billboard’lar?
- Onlar da Tarkan’ın yeni CD’sinin reklamları.
Gençler acımasız olur... Siz onlara fazla aldırmayın... Ben de filmi çok ‘hoş’ buldum... Çok orijinal olmasa da kalp numarası fena değil. Her ne kadar; “O sahneler Beyoğlu’nun herhangi bir yerinde de çekilebilirdi, bunun için ABD’ye gidip onca masraf yapmaya gerek yoktu” diyenler olsa da siz onlara bakmayın. Tarkan ABD’de kendini daha iyi hissetmiştir...
Bu bizim öğrencilerin analizi tabii. Reklam filmi her izleyen üzerinde aynı etkiyi yaratmak zorunda değil. Biz 60 kadar öğrencimizin görüşünü aktardık sadece. Elçiye zeval olmazmış...
Kupaları sabırsızlıkla bekliyorum
Geçen hafta yeni kurulmakta olan OYD, Otomobil Yekili Satıcıları Derneği’nin 25 üyesi ile bir gün süren bir toplantı yaptık. Amaç, yakın geleceğin dünyada ve Türkiye’de nasıl şekilleneceği ve sektörün bu şekillenme içinde nerede ve nasıl duracağının tespiti idi. OSD (Otomobil Sanayicileri Derneği) ve ODD’den (Otomobil Distribütörleri Derneği) sonra sektörün üçüncü önemli ayağını oluşturacak OYD’nin tüm üyeleri bir konuda tam fikir birliği içindeydiler: Gerçek rekabet müşteri hizmetleri ve tatmini alanında olacak. Kazancın büyük kısmının da bu alandan geleceği konusunda da mutabakat vardı.
Müşteri tatmininin, müşterinin beklentisi üzerinde davranış sergileyenlerce sağlanabileceğini bu sayfayı izleyenler bilir. Eşinize hiç beklemediği anda bir jest yapmanın, her gün çiçek göndermekten daha etkili olacağı gibi...
İki hafta önce Güral Porselen’den söz etmiştik. ‘Porselen Semaver’ üretimini durdurmuş olmalarına rağmen, sırf web sitelerinde hâlâ durduğu için gelen müşteri talebi üzerine yeniden üretime alma kararlarının ne kadar önemli olduğunu anlatmıştık. Güral Porselen’in PR şirketinden Ayşe İncili beni aradı. Kuruluşun değerler meselesine ne kadar önem verdiğini anlattı. Güral Porselen'in, Milli Eğitim Bakanlığı ve UNICEF tarafından yürütülen "Haydi Kızlar Okula" kampanyasına verdiği destekle ilgili bilgi verdi. Ülke çapında bir resim yarışması düzenlenmiş. Kazanan ilk 6 resmi, üretecekleri özel porselen kupaların üzerine işleyerek satışa sunacaklarmış. Satıştan elde edilecek gelir ise kampanyaya aktarılacakmış. Adam olacak şirket müşteri ilişkilerinden belli olurmuş... Güral’ın kupalarını satın almak için sabırsızlanıyorum...
Gel de masrafa girme?
İnsan gazetedeki bir reklamı kesip duvarına asar mı? Ne kadar ilkel ve ‘banal’ değil mi?.. Ben asarım vallahi... Geçen hafta Sabah’ın Cumartesi ekinde yer alan Tekirdağ Rakısı reklamının orijinalini bulamazsam o haliyle çalışma odama asacağım. Bu kadar amacına uygun, Algılama Yönetimi’nin 11 temel kuralının neredeyse 11’inin de buluştuğu gazete reklamları az bulunur.
Bu reklamlardan iki tane var. Bir tanesinde “Beyaz Peynir” var. Diğerinde sadece balık... Balık ama ne balık. Yarım sayfaya yayılan reklamda bir lüfer ızgara var ki, aman Allah. Balığı belli ki kömür ızgarasına atıp üstünü verevine çizilmiş, roka, kırmızı soğan ve limonla servis edilmiş...
İçki ile aram pek yoktur. Ama balıkla, beyaz peynirle?... Hiç dayanamam. Bende süreç tersine çalışır. Balık rakının mezesi değildir. Rakı balığın mezesidir...
O iki reklam bizi masrafa sokacak...
Ralf Schumacher kazandıkça Tekofaks kazanacak
Geçen haftaların en çarpıcı PR çalışması hiç şüphesiz Ralf Schumacher’in İsanbul’a gelişiydi. Panasonic’in Toyota’nın isim sponsoru olmasıyla, yani Formula 1 yarış takımı Panasonic –Toyota adını aldıktan sonra Panasonic’in Türkiye temsilcisi Tekofaks da bir anda kendisini otomobil sporlarının içinde buldu...
Tekofaks’ın patronu Ayhan Bermek, popülaritesi kardeşi Michael Schumacher’i aşmak üzere olan Ralf’in Türkiye gelişini Panasonic’in yeni harikası Viera’nın lansmanıyla aynı zamana denk getirdi. Ticari amaçlı sponsorluğun toplumsal sorumluluk çıkışlı sponsorluklar kadar etkili olabileceğini gösteriyor bu çalışma. Üzerindeki ‘tuner’i ve fiyatı (42 inch’lik model 5.760 YTL imiş) ile tüm TV’lere kafa tutacağı söylenen Viera’nın iletişiminde bir Formula1 sloganı kullanılıyor: Toplam Performans... Tekofakslılar şimdilerde Formula1 hastası olmuşlar. Gözleri ekranda, kulakları Ralf Schumacher’den gelecek iyi haberlerde... Ralf’in yapacağı her iyi derece onlara iletişim değeri yüksek bir ortam sağlayacak. Aynı mantık tabii ki tersi için de geçerli...
§ Geçen haftalarda yazmıştık; Erpen’in Metin Akpınar’lı şirin mi şirin reklam filmindeki mantık hatası okurların gözünden kaçmamıştı. Nasıl oluyordu da ses ve toz geçirmeyen Erpen, Akpınar’ın sesini geçiriyor, sevgilisinin babasını uyandırıyordu? Bu hafta da bir başka okur, Sertaç Girgin soruyor: “Pamela Spence ve Berlinli Rapçi Fuat’ın yer aldığı reklamda, Rapçi Fuat simsiyah bir Hummer’a biniyor. Araba muhteşem. Altın kolyeler falan. Arkadaşta her şey yerli yerinde, derken, kontör bitmesin mi? Şimdi kaç Hummer’ı olan kişi kontörlü hat kullanır. Burada kontörlü hat kullananları küçümsemek gibi bir düşüncem yok ben de kontörlü hat kullanıyorum. Ancak gerçeklerle bağdaşmamakta, çok tuhaf bir durum. Burada Worldcard’ın sağladığı avantajlardan bahsediliyor ancak anlatım biçimi bence yanlış ve komik.” İletişimde mantık hatası yapmaya görün. Hiç affetmezler.
§ Hafif Kill Bill tadında çekilmiş olan Alfa Romeo 147 reklamı süper. Japonya sahneleri bir harika. Bir de kız, arkadaşının resmini niye doğradı, bir anlasak...
§ Koku meselesine ben de takığımdır. Bir de tangoya bayılırım. Gel sen bu iki unsuru bir reklam filminde birleştir. Ancak bu kadar olur. Reksona’nın reklamı en azından bana çok yakın ve sıcak geldi. Bir de şu ter kokanlara bu mesele nasıl söylenir, onunla ilgili ip uçları verseler.
§ Benim terlik reklamları yine başladı. Bu reklamlarda çok eğlenirim. Twigy de iletişim işini çok iyi bilen firmaların başında gelir. Bu kez Carre Otis’i getirdi, dediler; pek bir heyecanlandım. Çıka çıka kocaman baş parmağı ile vücudunu dergi ile örtmüş, yaşlı bir teyze çıktı karşımıza. Ya da öyle gösterdiler, fukarayı... Ayakları çirkin olduğu için ayak görüntülerini 500 genç kız arasından bu iş için seçildiği söylenen Aslı Masalcı‘nınkilerle takviye etmişler. Yine de olmamış. Carre Otis’i davet etmeden ve onca para ödemeden önce kimsenin aklına kadıncağızın ayağına bakmak gelmemiş mi?
§ Şöyle bakamadım etrafa. Kadir İnanır kurs düzenleyip ders verse, kalkıp gideceğim. Şaka tabii. Kalkmış anlatmış nasıl baktığını. Kadir Bey’in bakışlarıyla dağı taşı yerinden oynattığı Profilo’nun o absürd reklam filmi olur ama gazetelere verdiği beyanlar olmaz. “Ben şöyle bakarım, böyle bakarım” demenin ne alemi var. Sen bak... Bırak başkaları konuşsun nasıl baktığının üzerine... Bu arada okurlarımızdan Serdar Ekşi “Niye vitrin camlarına bir şey omuyor?” diye sormuş, “Yoksa Profilo vitrin camı da mı üretiyor?”... İzleyiciler ne kadar dikkatli değil mi?
§ Passat’ın reklam filmi ecnebi olmasına rağmen bizim millete geçer. Hani çocuğun evdeki panjurlara bakıp “Bir, iki; açıl!” dediği film. Opel’in ki de öyle. Babasının çocuğuna aldığı ama 18’ine gelene kadar kendisinin kullanacağını söylediği film... Zuzu’ya da bayılmıştım... Her üçünün de ortak yanı çocuklarla çalışmış olmaları. Çocukların da yerlisi ecnebisi olmaz. Evrenseldir onlarla ilgili duygular...
- Tarkan’ın oynadığı son reklam filmini gördünüz mü?
- Gördük!..
- Nasıl buldunuz?
- Beğendik!
- Neden beğendiniz?
- Tarkan çok hoş. Çekimler çok hoş.
- Pekiyi kilit mesaj ne? Yani iletişimin ana amacını oluşturan öğe nerede? Yani reklam ne diyor?
Bu noktada her kafadan bir ses çıkıyor. Sonunda bir noktada birleşiyorlar:
- Bu iş Avea’nın adının daha fazla duyulmasına hizmet eder. Bir de Avea, pek çok markanın yanı sıra Turkcell’le çalışmış olan Tarkan’ı kapmış olmanın ‘haklı gururunu’ yaşıyor.
- Pekiyi Avea’nın ‘farkındalık’ ya da ‘bilinme’ problemi mi var?
- Hayır yok!
- O zaman, bu film satın alma davranışına etki yapar mı?
- Hayır yapmaz!
- O halde neye hizmet eder?
- Avea’nın bilinmesine.
- Avea bilinmiyor mu?
- Biliniyor...
- Eee?
- ...
- İletişimin en önemli unsuru olan ve davranış değişikliğine neden olması gereken kilit mesaj neydi?
- ...
- O zaman bu ne filmi?
- Tarkan’ın reklam filmi, ya da klibi...
- Peki billboard’lar?
- Onlar da Tarkan’ın yeni CD’sinin reklamları.
Gençler acımasız olur... Siz onlara fazla aldırmayın... Ben de filmi çok ‘hoş’ buldum... Çok orijinal olmasa da kalp numarası fena değil. Her ne kadar; “O sahneler Beyoğlu’nun herhangi bir yerinde de çekilebilirdi, bunun için ABD’ye gidip onca masraf yapmaya gerek yoktu” diyenler olsa da siz onlara bakmayın. Tarkan ABD’de kendini daha iyi hissetmiştir...
Bu bizim öğrencilerin analizi tabii. Reklam filmi her izleyen üzerinde aynı etkiyi yaratmak zorunda değil. Biz 60 kadar öğrencimizin görüşünü aktardık sadece. Elçiye zeval olmazmış...
Kupaları sabırsızlıkla bekliyorum
Geçen hafta yeni kurulmakta olan OYD, Otomobil Yekili Satıcıları Derneği’nin 25 üyesi ile bir gün süren bir toplantı yaptık. Amaç, yakın geleceğin dünyada ve Türkiye’de nasıl şekilleneceği ve sektörün bu şekillenme içinde nerede ve nasıl duracağının tespiti idi. OSD (Otomobil Sanayicileri Derneği) ve ODD’den (Otomobil Distribütörleri Derneği) sonra sektörün üçüncü önemli ayağını oluşturacak OYD’nin tüm üyeleri bir konuda tam fikir birliği içindeydiler: Gerçek rekabet müşteri hizmetleri ve tatmini alanında olacak. Kazancın büyük kısmının da bu alandan geleceği konusunda da mutabakat vardı.
Müşteri tatmininin, müşterinin beklentisi üzerinde davranış sergileyenlerce sağlanabileceğini bu sayfayı izleyenler bilir. Eşinize hiç beklemediği anda bir jest yapmanın, her gün çiçek göndermekten daha etkili olacağı gibi...
İki hafta önce Güral Porselen’den söz etmiştik. ‘Porselen Semaver’ üretimini durdurmuş olmalarına rağmen, sırf web sitelerinde hâlâ durduğu için gelen müşteri talebi üzerine yeniden üretime alma kararlarının ne kadar önemli olduğunu anlatmıştık. Güral Porselen’in PR şirketinden Ayşe İncili beni aradı. Kuruluşun değerler meselesine ne kadar önem verdiğini anlattı. Güral Porselen'in, Milli Eğitim Bakanlığı ve UNICEF tarafından yürütülen "Haydi Kızlar Okula" kampanyasına verdiği destekle ilgili bilgi verdi. Ülke çapında bir resim yarışması düzenlenmiş. Kazanan ilk 6 resmi, üretecekleri özel porselen kupaların üzerine işleyerek satışa sunacaklarmış. Satıştan elde edilecek gelir ise kampanyaya aktarılacakmış. Adam olacak şirket müşteri ilişkilerinden belli olurmuş... Güral’ın kupalarını satın almak için sabırsızlanıyorum...
Gel de masrafa girme?
İnsan gazetedeki bir reklamı kesip duvarına asar mı? Ne kadar ilkel ve ‘banal’ değil mi?.. Ben asarım vallahi... Geçen hafta Sabah’ın Cumartesi ekinde yer alan Tekirdağ Rakısı reklamının orijinalini bulamazsam o haliyle çalışma odama asacağım. Bu kadar amacına uygun, Algılama Yönetimi’nin 11 temel kuralının neredeyse 11’inin de buluştuğu gazete reklamları az bulunur.
Bu reklamlardan iki tane var. Bir tanesinde “Beyaz Peynir” var. Diğerinde sadece balık... Balık ama ne balık. Yarım sayfaya yayılan reklamda bir lüfer ızgara var ki, aman Allah. Balığı belli ki kömür ızgarasına atıp üstünü verevine çizilmiş, roka, kırmızı soğan ve limonla servis edilmiş...
İçki ile aram pek yoktur. Ama balıkla, beyaz peynirle?... Hiç dayanamam. Bende süreç tersine çalışır. Balık rakının mezesi değildir. Rakı balığın mezesidir...
O iki reklam bizi masrafa sokacak...
Ralf Schumacher kazandıkça Tekofaks kazanacak
Geçen haftaların en çarpıcı PR çalışması hiç şüphesiz Ralf Schumacher’in İsanbul’a gelişiydi. Panasonic’in Toyota’nın isim sponsoru olmasıyla, yani Formula 1 yarış takımı Panasonic –Toyota adını aldıktan sonra Panasonic’in Türkiye temsilcisi Tekofaks da bir anda kendisini otomobil sporlarının içinde buldu...
Tekofaks’ın patronu Ayhan Bermek, popülaritesi kardeşi Michael Schumacher’i aşmak üzere olan Ralf’in Türkiye gelişini Panasonic’in yeni harikası Viera’nın lansmanıyla aynı zamana denk getirdi. Ticari amaçlı sponsorluğun toplumsal sorumluluk çıkışlı sponsorluklar kadar etkili olabileceğini gösteriyor bu çalışma. Üzerindeki ‘tuner’i ve fiyatı (42 inch’lik model 5.760 YTL imiş) ile tüm TV’lere kafa tutacağı söylenen Viera’nın iletişiminde bir Formula1 sloganı kullanılıyor: Toplam Performans... Tekofakslılar şimdilerde Formula1 hastası olmuşlar. Gözleri ekranda, kulakları Ralf Schumacher’den gelecek iyi haberlerde... Ralf’in yapacağı her iyi derece onlara iletişim değeri yüksek bir ortam sağlayacak. Aynı mantık tabii ki tersi için de geçerli...
§ Geçen haftalarda yazmıştık; Erpen’in Metin Akpınar’lı şirin mi şirin reklam filmindeki mantık hatası okurların gözünden kaçmamıştı. Nasıl oluyordu da ses ve toz geçirmeyen Erpen, Akpınar’ın sesini geçiriyor, sevgilisinin babasını uyandırıyordu? Bu hafta da bir başka okur, Sertaç Girgin soruyor: “Pamela Spence ve Berlinli Rapçi Fuat’ın yer aldığı reklamda, Rapçi Fuat simsiyah bir Hummer’a biniyor. Araba muhteşem. Altın kolyeler falan. Arkadaşta her şey yerli yerinde, derken, kontör bitmesin mi? Şimdi kaç Hummer’ı olan kişi kontörlü hat kullanır. Burada kontörlü hat kullananları küçümsemek gibi bir düşüncem yok ben de kontörlü hat kullanıyorum. Ancak gerçeklerle bağdaşmamakta, çok tuhaf bir durum. Burada Worldcard’ın sağladığı avantajlardan bahsediliyor ancak anlatım biçimi bence yanlış ve komik.” İletişimde mantık hatası yapmaya görün. Hiç affetmezler.
§ Hafif Kill Bill tadında çekilmiş olan Alfa Romeo 147 reklamı süper. Japonya sahneleri bir harika. Bir de kız, arkadaşının resmini niye doğradı, bir anlasak...
§ Koku meselesine ben de takığımdır. Bir de tangoya bayılırım. Gel sen bu iki unsuru bir reklam filminde birleştir. Ancak bu kadar olur. Reksona’nın reklamı en azından bana çok yakın ve sıcak geldi. Bir de şu ter kokanlara bu mesele nasıl söylenir, onunla ilgili ip uçları verseler.
§ Benim terlik reklamları yine başladı. Bu reklamlarda çok eğlenirim. Twigy de iletişim işini çok iyi bilen firmaların başında gelir. Bu kez Carre Otis’i getirdi, dediler; pek bir heyecanlandım. Çıka çıka kocaman baş parmağı ile vücudunu dergi ile örtmüş, yaşlı bir teyze çıktı karşımıza. Ya da öyle gösterdiler, fukarayı... Ayakları çirkin olduğu için ayak görüntülerini 500 genç kız arasından bu iş için seçildiği söylenen Aslı Masalcı‘nınkilerle takviye etmişler. Yine de olmamış. Carre Otis’i davet etmeden ve onca para ödemeden önce kimsenin aklına kadıncağızın ayağına bakmak gelmemiş mi?
§ Şöyle bakamadım etrafa. Kadir İnanır kurs düzenleyip ders verse, kalkıp gideceğim. Şaka tabii. Kalkmış anlatmış nasıl baktığını. Kadir Bey’in bakışlarıyla dağı taşı yerinden oynattığı Profilo’nun o absürd reklam filmi olur ama gazetelere verdiği beyanlar olmaz. “Ben şöyle bakarım, böyle bakarım” demenin ne alemi var. Sen bak... Bırak başkaları konuşsun nasıl baktığının üzerine... Bu arada okurlarımızdan Serdar Ekşi “Niye vitrin camlarına bir şey omuyor?” diye sormuş, “Yoksa Profilo vitrin camı da mı üretiyor?”... İzleyiciler ne kadar dikkatli değil mi?
§ Passat’ın reklam filmi ecnebi olmasına rağmen bizim millete geçer. Hani çocuğun evdeki panjurlara bakıp “Bir, iki; açıl!” dediği film. Opel’in ki de öyle. Babasının çocuğuna aldığı ama 18’ine gelene kadar kendisinin kullanacağını söylediği film... Zuzu’ya da bayılmıştım... Her üçünün de ortak yanı çocuklarla çalışmış olmaları. Çocukların da yerlisi ecnebisi olmaz. Evrenseldir onlarla ilgili duygular...