Vitrindeki çocuk çok etkili
30 ARALIK 2007
Hiç haberim olmamıştı. Benim mi kabahatim acaba?.. İletişim Danışmanı arkadaşlarımızdan Funda Ergülen’in e-posta mesajından öğrendim.
“Sizinle çok yaratıcı bulduğum bir tanıtım uygulamasını paylaşmak istedim” diye yazmış Funda Hanım, “YKM’nin Şişli’deki binasının vitrininde bir çocuk yaşıyor. Vitrinde yatıyor, kalkıyor, yemek yiyor, uyuyor, ders çalışıyor...
“Sadece YKM’den alınmış kıyafetleri kullanıyor. Akşam uyuduğu kanepe de, sabah su ısıttığı kap da YKM’den... Yemek sorununu ise internetle sipariş vererek gideriyormuş. www.vitrindekicocuk.com adresinden de vitrindeki çocuğun o anda ne yaptığı canlı olarak izlenebiliyor. ‘YKM’de her şey var!’ mesajını verebilmek için hazırlanmış bir tanıtım. Ben çok beğendim, fikri kıskandım, çok yaratıcı buldum, paylaşmak istedim.”
Çok bilinen bir iletişim aracıdır. Ancak her zaman da çalışır. Bu kadarı pek görülmemişti. Biri Bizi Gözetliyor’un vitrin versiyonu sanki. TBWA reklam ajansının fikriymiş. Helal olsun. PR desteği biraz daha artırılsa, çarpan etkisi yapar, Mısır’daki sağır sultan da ben de duyarız hiç değilse...
Mondus.net farklılaşırsa, başarır
Şu elektronik ortamda iletişim canımı sıkıyor ya; beni itidale yönlendirmek ve ikna etmek isteyenlerin sayısı giderek artıyor... Tüm araştırmalarda haberleşme tercihi olarak beşinci sırada yer almasına rağmen, elektronik ortamda malumat alış verişine bir itirazım yok.
Benim itirazım her zaman belirttiğim gibi e-şerefsizlere... Adlarını gizleyip komplekslerini kusanlara yani... Abuk sabuk “nickname”lerle, olmayan kişilikleriyle kişilik savaşı yapanlara... Benim adıma Facebook’ta benmişim gibi davranan e-sapıklara ve tabii bu manyaklara o ortamı sağlayan yapılara...
Kiraz Halkla İlişkiler ajansından Tuğba Ezeroğlu, Mondus.net’in iki kurucu ortağı, Başar Başaran ve Çağan Şentürk’ü almış yanına çıkageldi. Uzun uzun sohbet ettik. Facebook’un ABD’de önceleri sağlam e-postası olmayana kapalı olduğunu, ancak sonradan işin suyunun çıktığını, şimdi aynı kişinin dilediği kadar kimlikle üye olabildiğini anlattılar. Türkiye’de durum vahimmiş. İnternet çılgınlarına ve benim e-şerefsiz dediklerime onlar daha iyi bir kavram bulmuşlar: Apaçiler... Onlar da biliyor: Apaçilerin sayısı ne kadar fazla ise, sosyal ağın inanırlığı, o nedenle de reklam geliri ve sonunda da satış rakamı o kadar düşük oluyor.
Kendileri biraz farklı bir yol izlemek ve sosyal ağı üniversite, iş yeri ve en önemlisi de vatandaşlık kimlik numarası temelinde geliştirmek istiyorlar... Şu anda üye sayısı 30.000’i geçmiş. Yolları açık olsun. İyi çocuklar... Girin www.mondus.net’e bakın. Oraya kendilerini de koymuşlar...
Bu proje güdük kalmamalı
SaĞlIk Bakanlığı aslında özel sektöre şahane bir ‘alternatif’ iletişim mecrası hazırlamış. Arkasından ülke çapında, dünyaya örnek olacak ciddi bir proje çıkabilir:
Sağlık Bakanlığı, toplumun sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanması ve obeziteyle mücadele için bankalardan su, telefon ve elektrik idarelerinden destek istemiş. Nasıl olacakmış bu destek? Bu merciler, hedef kitlelerine fatura, dekont ve hesap ekstresi gönderirken obezite ve fiziksel aktiviteyle ilgili mesajlar yazacaklarmış... Şimdilik 12 bankanın yanı sıra Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi, EGO Genel Müdürlüğü, TEDAŞ Genel Müdürlüğü, Türk Telekom A.Ş., İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, İstanbul Elektrik, Tramvay ve Tünel İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve İstanbul Gaz Dağıtım A.Ş’ye yazılar gönderilmiş.
Şahane! Bunları bana 20 yıldır söylüyorlar. Hem de söylemeleri için üstüne para veriyorum. Son beş yılda ancak 10 kilo vermişimdir. Şimdiye kadar hekim ve diyetisyenlere ödediğim paralara bakılacak olursa, verilen kilo başına maliyet inanılmaz boyutlarda...
Yani bu iş o kadar kolay değil... Faturaya sloganı yaz, millet obezliği bırakıp sağlığına kavuşsun...
Bakanlık çok parlak bir iş yakalamış. Eğer bu işi dünya çapında ses getirecek bir sosyal sorumluluk projesi haline getirmek istiyorsa, o ünlü ‘üç ayak’ stratejisini devreye sokması lazım: Devlet, Özel Sektör, Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar) işbirliği yani. Kaynağı özel sektör sağlayacak, medya destek verecek, STK da işin yönetimini ve doğru yönde gelişmesini sağlayacak. O STK’nın çalıştığı veya belirleyeceği bir reklam ajansı ve PR şirketi devreye girecek. TV, yazılı basın, radyo ve billboard gibi konvansiyonel mecra da kullanılacak. İşin başında ve sonunda kampanyanın başarısı ölçülecek...
Bakın sonra dünya o Sağlık Bakanlığını nasıl alkışlıyor... Bu işten herkes kazanır. Sağlık Bakanlığı kazanır, çünkü tedavi giderleri azalır. Özel sektör kazanır, çünkü kendisine itibar sağlar. STK kazanır, çünkü amacına ulaşmış olur. Medya ve ajanslar kazanır, çünkü gelir elde ederler. Obezler kazanır, çünkü kilo verirler. Türkiye kazanır, çünkü bu proje ülkemize ödül getirir.
Tabii bakanlık bu işi sadece ‘dostlar alışverişte görsün’ boyutunda ele almıyorsa... Türkiye Cumhuriyeti bu işleri geçmişte çok yapmıştır. Meraklısı, sıtma, verem ve çiçek hastalığı ile yapılmış olan mücadele projelerine bakabilir...
Ruhun dili düzeliyor mu yoksa?
Bu yılbaşı da son bayram gibi geçen yıllara oranla iki konuda kesin düzelme tespit ettim.
Bir: Gelen armağanlarda, İki: Tebrik biçimlerinde... Tabii ki basılı tebrik kartının üzerine iki hatta üç kartviziti zımbalayıp gönderen daha doğrusu gönderten, insan taklidi dahi yapmayı becermekten uzak az gelişmiş yaratıklar tamamen yok olmuş değiller. Karşısındakini kendisi gibi sahtekâr sandığı için kartvizitinin arkasına çarpı atan mahlukat pek kalmadı ama, arada sırada sepet muhabbeti çıkıyor yine...
Ama dedim ya aldığım pek çok armağan anlamlı. Ya özgün Türk tasarımları, ya emek isteyen işler, ya da çevreci projelere katılım kartları içine yazılmış özel notlar. En çok el yazısıyla yazılmış mektuplar, sıcacık telefonlar... İnternet’i malumat işine bırakan, sevgi ve saygıyı kendi sıcaklığıyla iletenler çoğunluktaydı bu kez...
Bu arada dikkatimi en çok çeken tasarımlı işlerden biri -bu yılı geçirdik, artık seneye mutlaka edineceğim- seramik sanatçısı Deniz Toraman’ın imzasını taşıyan olağan üstü sıcak, bizden, ancak evrensel duyarlılık noktasında etkili işler... “Bir SIR’dır seramik” demiş Deniz Hanım “Yaşamın özündeki SIR gibi”... Söylediklerini yaşamak adına geçenlerde sergisine gidecektim kaçırdım. Sonra broşür ve bilgi istettim ve web sitesinde şöyle bir dolaştım (www.deniztoraman.com)... Siz de bir bakın. Bir de geçenlerde (26.12) yazdığım İncesaz yazısına göz atın. Ne demek istediğim herhalde daha anlaşılabilir...
Hiç haberim olmamıştı. Benim mi kabahatim acaba?.. İletişim Danışmanı arkadaşlarımızdan Funda Ergülen’in e-posta mesajından öğrendim.
“Sizinle çok yaratıcı bulduğum bir tanıtım uygulamasını paylaşmak istedim” diye yazmış Funda Hanım, “YKM’nin Şişli’deki binasının vitrininde bir çocuk yaşıyor. Vitrinde yatıyor, kalkıyor, yemek yiyor, uyuyor, ders çalışıyor...
“Sadece YKM’den alınmış kıyafetleri kullanıyor. Akşam uyuduğu kanepe de, sabah su ısıttığı kap da YKM’den... Yemek sorununu ise internetle sipariş vererek gideriyormuş. www.vitrindekicocuk.com adresinden de vitrindeki çocuğun o anda ne yaptığı canlı olarak izlenebiliyor. ‘YKM’de her şey var!’ mesajını verebilmek için hazırlanmış bir tanıtım. Ben çok beğendim, fikri kıskandım, çok yaratıcı buldum, paylaşmak istedim.”
Çok bilinen bir iletişim aracıdır. Ancak her zaman da çalışır. Bu kadarı pek görülmemişti. Biri Bizi Gözetliyor’un vitrin versiyonu sanki. TBWA reklam ajansının fikriymiş. Helal olsun. PR desteği biraz daha artırılsa, çarpan etkisi yapar, Mısır’daki sağır sultan da ben de duyarız hiç değilse...
Mondus.net farklılaşırsa, başarır
Şu elektronik ortamda iletişim canımı sıkıyor ya; beni itidale yönlendirmek ve ikna etmek isteyenlerin sayısı giderek artıyor... Tüm araştırmalarda haberleşme tercihi olarak beşinci sırada yer almasına rağmen, elektronik ortamda malumat alış verişine bir itirazım yok.
Benim itirazım her zaman belirttiğim gibi e-şerefsizlere... Adlarını gizleyip komplekslerini kusanlara yani... Abuk sabuk “nickname”lerle, olmayan kişilikleriyle kişilik savaşı yapanlara... Benim adıma Facebook’ta benmişim gibi davranan e-sapıklara ve tabii bu manyaklara o ortamı sağlayan yapılara...
Kiraz Halkla İlişkiler ajansından Tuğba Ezeroğlu, Mondus.net’in iki kurucu ortağı, Başar Başaran ve Çağan Şentürk’ü almış yanına çıkageldi. Uzun uzun sohbet ettik. Facebook’un ABD’de önceleri sağlam e-postası olmayana kapalı olduğunu, ancak sonradan işin suyunun çıktığını, şimdi aynı kişinin dilediği kadar kimlikle üye olabildiğini anlattılar. Türkiye’de durum vahimmiş. İnternet çılgınlarına ve benim e-şerefsiz dediklerime onlar daha iyi bir kavram bulmuşlar: Apaçiler... Onlar da biliyor: Apaçilerin sayısı ne kadar fazla ise, sosyal ağın inanırlığı, o nedenle de reklam geliri ve sonunda da satış rakamı o kadar düşük oluyor.
Kendileri biraz farklı bir yol izlemek ve sosyal ağı üniversite, iş yeri ve en önemlisi de vatandaşlık kimlik numarası temelinde geliştirmek istiyorlar... Şu anda üye sayısı 30.000’i geçmiş. Yolları açık olsun. İyi çocuklar... Girin www.mondus.net’e bakın. Oraya kendilerini de koymuşlar...
Bu proje güdük kalmamalı
SaĞlIk Bakanlığı aslında özel sektöre şahane bir ‘alternatif’ iletişim mecrası hazırlamış. Arkasından ülke çapında, dünyaya örnek olacak ciddi bir proje çıkabilir:
Sağlık Bakanlığı, toplumun sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanması ve obeziteyle mücadele için bankalardan su, telefon ve elektrik idarelerinden destek istemiş. Nasıl olacakmış bu destek? Bu merciler, hedef kitlelerine fatura, dekont ve hesap ekstresi gönderirken obezite ve fiziksel aktiviteyle ilgili mesajlar yazacaklarmış... Şimdilik 12 bankanın yanı sıra Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi, EGO Genel Müdürlüğü, TEDAŞ Genel Müdürlüğü, Türk Telekom A.Ş., İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, İstanbul Elektrik, Tramvay ve Tünel İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve İstanbul Gaz Dağıtım A.Ş’ye yazılar gönderilmiş.
Şahane! Bunları bana 20 yıldır söylüyorlar. Hem de söylemeleri için üstüne para veriyorum. Son beş yılda ancak 10 kilo vermişimdir. Şimdiye kadar hekim ve diyetisyenlere ödediğim paralara bakılacak olursa, verilen kilo başına maliyet inanılmaz boyutlarda...
Yani bu iş o kadar kolay değil... Faturaya sloganı yaz, millet obezliği bırakıp sağlığına kavuşsun...
Bakanlık çok parlak bir iş yakalamış. Eğer bu işi dünya çapında ses getirecek bir sosyal sorumluluk projesi haline getirmek istiyorsa, o ünlü ‘üç ayak’ stratejisini devreye sokması lazım: Devlet, Özel Sektör, Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar) işbirliği yani. Kaynağı özel sektör sağlayacak, medya destek verecek, STK da işin yönetimini ve doğru yönde gelişmesini sağlayacak. O STK’nın çalıştığı veya belirleyeceği bir reklam ajansı ve PR şirketi devreye girecek. TV, yazılı basın, radyo ve billboard gibi konvansiyonel mecra da kullanılacak. İşin başında ve sonunda kampanyanın başarısı ölçülecek...
Bakın sonra dünya o Sağlık Bakanlığını nasıl alkışlıyor... Bu işten herkes kazanır. Sağlık Bakanlığı kazanır, çünkü tedavi giderleri azalır. Özel sektör kazanır, çünkü kendisine itibar sağlar. STK kazanır, çünkü amacına ulaşmış olur. Medya ve ajanslar kazanır, çünkü gelir elde ederler. Obezler kazanır, çünkü kilo verirler. Türkiye kazanır, çünkü bu proje ülkemize ödül getirir.
Tabii bakanlık bu işi sadece ‘dostlar alışverişte görsün’ boyutunda ele almıyorsa... Türkiye Cumhuriyeti bu işleri geçmişte çok yapmıştır. Meraklısı, sıtma, verem ve çiçek hastalığı ile yapılmış olan mücadele projelerine bakabilir...
Ruhun dili düzeliyor mu yoksa?
Bu yılbaşı da son bayram gibi geçen yıllara oranla iki konuda kesin düzelme tespit ettim.
Bir: Gelen armağanlarda, İki: Tebrik biçimlerinde... Tabii ki basılı tebrik kartının üzerine iki hatta üç kartviziti zımbalayıp gönderen daha doğrusu gönderten, insan taklidi dahi yapmayı becermekten uzak az gelişmiş yaratıklar tamamen yok olmuş değiller. Karşısındakini kendisi gibi sahtekâr sandığı için kartvizitinin arkasına çarpı atan mahlukat pek kalmadı ama, arada sırada sepet muhabbeti çıkıyor yine...
Ama dedim ya aldığım pek çok armağan anlamlı. Ya özgün Türk tasarımları, ya emek isteyen işler, ya da çevreci projelere katılım kartları içine yazılmış özel notlar. En çok el yazısıyla yazılmış mektuplar, sıcacık telefonlar... İnternet’i malumat işine bırakan, sevgi ve saygıyı kendi sıcaklığıyla iletenler çoğunluktaydı bu kez...
Bu arada dikkatimi en çok çeken tasarımlı işlerden biri -bu yılı geçirdik, artık seneye mutlaka edineceğim- seramik sanatçısı Deniz Toraman’ın imzasını taşıyan olağan üstü sıcak, bizden, ancak evrensel duyarlılık noktasında etkili işler... “Bir SIR’dır seramik” demiş Deniz Hanım “Yaşamın özündeki SIR gibi”... Söylediklerini yaşamak adına geçenlerde sergisine gidecektim kaçırdım. Sonra broşür ve bilgi istettim ve web sitesinde şöyle bir dolaştım (www.deniztoraman.com)... Siz de bir bakın. Bir de geçenlerde (26.12) yazdığım İncesaz yazısına göz atın. Ne demek istediğim herhalde daha anlaşılabilir...
“Sizinle çok yaratıcı bulduğum bir tanıtım uygulamasını paylaşmak istedim” diye yazmış Funda Hanım, “YKM’nin Şişli’deki binasının vitrininde bir çocuk yaşıyor. Vitrinde yatıyor, kalkıyor, yemek yiyor, uyuyor, ders çalışıyor...
“Sadece YKM’den alınmış kıyafetleri kullanıyor. Akşam uyuduğu kanepe de, sabah su ısıttığı kap da YKM’den... Yemek sorununu ise internetle sipariş vererek gideriyormuş. www.vitrindekicocuk.com adresinden de vitrindeki çocuğun o anda ne yaptığı canlı olarak izlenebiliyor. ‘YKM’de her şey var!’ mesajını verebilmek için hazırlanmış bir tanıtım. Ben çok beğendim, fikri kıskandım, çok yaratıcı buldum, paylaşmak istedim.”
Çok bilinen bir iletişim aracıdır. Ancak her zaman da çalışır. Bu kadarı pek görülmemişti. Biri Bizi Gözetliyor’un vitrin versiyonu sanki. TBWA reklam ajansının fikriymiş. Helal olsun. PR desteği biraz daha artırılsa, çarpan etkisi yapar, Mısır’daki sağır sultan da ben de duyarız hiç değilse...
Mondus.net farklılaşırsa, başarır
Şu elektronik ortamda iletişim canımı sıkıyor ya; beni itidale yönlendirmek ve ikna etmek isteyenlerin sayısı giderek artıyor... Tüm araştırmalarda haberleşme tercihi olarak beşinci sırada yer almasına rağmen, elektronik ortamda malumat alış verişine bir itirazım yok.
Benim itirazım her zaman belirttiğim gibi e-şerefsizlere... Adlarını gizleyip komplekslerini kusanlara yani... Abuk sabuk “nickname”lerle, olmayan kişilikleriyle kişilik savaşı yapanlara... Benim adıma Facebook’ta benmişim gibi davranan e-sapıklara ve tabii bu manyaklara o ortamı sağlayan yapılara...
Kiraz Halkla İlişkiler ajansından Tuğba Ezeroğlu, Mondus.net’in iki kurucu ortağı, Başar Başaran ve Çağan Şentürk’ü almış yanına çıkageldi. Uzun uzun sohbet ettik. Facebook’un ABD’de önceleri sağlam e-postası olmayana kapalı olduğunu, ancak sonradan işin suyunun çıktığını, şimdi aynı kişinin dilediği kadar kimlikle üye olabildiğini anlattılar. Türkiye’de durum vahimmiş. İnternet çılgınlarına ve benim e-şerefsiz dediklerime onlar daha iyi bir kavram bulmuşlar: Apaçiler... Onlar da biliyor: Apaçilerin sayısı ne kadar fazla ise, sosyal ağın inanırlığı, o nedenle de reklam geliri ve sonunda da satış rakamı o kadar düşük oluyor.
Kendileri biraz farklı bir yol izlemek ve sosyal ağı üniversite, iş yeri ve en önemlisi de vatandaşlık kimlik numarası temelinde geliştirmek istiyorlar... Şu anda üye sayısı 30.000’i geçmiş. Yolları açık olsun. İyi çocuklar... Girin www.mondus.net’e bakın. Oraya kendilerini de koymuşlar...
Bu proje güdük kalmamalı
SaĞlIk Bakanlığı aslında özel sektöre şahane bir ‘alternatif’ iletişim mecrası hazırlamış. Arkasından ülke çapında, dünyaya örnek olacak ciddi bir proje çıkabilir:
Sağlık Bakanlığı, toplumun sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanması ve obeziteyle mücadele için bankalardan su, telefon ve elektrik idarelerinden destek istemiş. Nasıl olacakmış bu destek? Bu merciler, hedef kitlelerine fatura, dekont ve hesap ekstresi gönderirken obezite ve fiziksel aktiviteyle ilgili mesajlar yazacaklarmış... Şimdilik 12 bankanın yanı sıra Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi, EGO Genel Müdürlüğü, TEDAŞ Genel Müdürlüğü, Türk Telekom A.Ş., İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, İstanbul Elektrik, Tramvay ve Tünel İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve İstanbul Gaz Dağıtım A.Ş’ye yazılar gönderilmiş.
Şahane! Bunları bana 20 yıldır söylüyorlar. Hem de söylemeleri için üstüne para veriyorum. Son beş yılda ancak 10 kilo vermişimdir. Şimdiye kadar hekim ve diyetisyenlere ödediğim paralara bakılacak olursa, verilen kilo başına maliyet inanılmaz boyutlarda...
Yani bu iş o kadar kolay değil... Faturaya sloganı yaz, millet obezliği bırakıp sağlığına kavuşsun...
Bakanlık çok parlak bir iş yakalamış. Eğer bu işi dünya çapında ses getirecek bir sosyal sorumluluk projesi haline getirmek istiyorsa, o ünlü ‘üç ayak’ stratejisini devreye sokması lazım: Devlet, Özel Sektör, Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar) işbirliği yani. Kaynağı özel sektör sağlayacak, medya destek verecek, STK da işin yönetimini ve doğru yönde gelişmesini sağlayacak. O STK’nın çalıştığı veya belirleyeceği bir reklam ajansı ve PR şirketi devreye girecek. TV, yazılı basın, radyo ve billboard gibi konvansiyonel mecra da kullanılacak. İşin başında ve sonunda kampanyanın başarısı ölçülecek...
Bakın sonra dünya o Sağlık Bakanlığını nasıl alkışlıyor... Bu işten herkes kazanır. Sağlık Bakanlığı kazanır, çünkü tedavi giderleri azalır. Özel sektör kazanır, çünkü kendisine itibar sağlar. STK kazanır, çünkü amacına ulaşmış olur. Medya ve ajanslar kazanır, çünkü gelir elde ederler. Obezler kazanır, çünkü kilo verirler. Türkiye kazanır, çünkü bu proje ülkemize ödül getirir.
Tabii bakanlık bu işi sadece ‘dostlar alışverişte görsün’ boyutunda ele almıyorsa... Türkiye Cumhuriyeti bu işleri geçmişte çok yapmıştır. Meraklısı, sıtma, verem ve çiçek hastalığı ile yapılmış olan mücadele projelerine bakabilir...
Ruhun dili düzeliyor mu yoksa?
Bu yılbaşı da son bayram gibi geçen yıllara oranla iki konuda kesin düzelme tespit ettim.
Bir: Gelen armağanlarda, İki: Tebrik biçimlerinde... Tabii ki basılı tebrik kartının üzerine iki hatta üç kartviziti zımbalayıp gönderen daha doğrusu gönderten, insan taklidi dahi yapmayı becermekten uzak az gelişmiş yaratıklar tamamen yok olmuş değiller. Karşısındakini kendisi gibi sahtekâr sandığı için kartvizitinin arkasına çarpı atan mahlukat pek kalmadı ama, arada sırada sepet muhabbeti çıkıyor yine...
Ama dedim ya aldığım pek çok armağan anlamlı. Ya özgün Türk tasarımları, ya emek isteyen işler, ya da çevreci projelere katılım kartları içine yazılmış özel notlar. En çok el yazısıyla yazılmış mektuplar, sıcacık telefonlar... İnternet’i malumat işine bırakan, sevgi ve saygıyı kendi sıcaklığıyla iletenler çoğunluktaydı bu kez...
Bu arada dikkatimi en çok çeken tasarımlı işlerden biri -bu yılı geçirdik, artık seneye mutlaka edineceğim- seramik sanatçısı Deniz Toraman’ın imzasını taşıyan olağan üstü sıcak, bizden, ancak evrensel duyarlılık noktasında etkili işler... “Bir SIR’dır seramik” demiş Deniz Hanım “Yaşamın özündeki SIR gibi”... Söylediklerini yaşamak adına geçenlerde sergisine gidecektim kaçırdım. Sonra broşür ve bilgi istettim ve web sitesinde şöyle bir dolaştım (www.deniztoraman.com)... Siz de bir bakın. Bir de geçenlerde (26.12) yazdığım İncesaz yazısına göz atın. Ne demek istediğim herhalde daha anlaşılabilir...
Hiç haberim olmamıştı. Benim mi kabahatim acaba?.. İletişim Danışmanı arkadaşlarımızdan Funda Ergülen’in e-posta mesajından öğrendim.
“Sizinle çok yaratıcı bulduğum bir tanıtım uygulamasını paylaşmak istedim” diye yazmış Funda Hanım, “YKM’nin Şişli’deki binasının vitrininde bir çocuk yaşıyor. Vitrinde yatıyor, kalkıyor, yemek yiyor, uyuyor, ders çalışıyor...
“Sadece YKM’den alınmış kıyafetleri kullanıyor. Akşam uyuduğu kanepe de, sabah su ısıttığı kap da YKM’den... Yemek sorununu ise internetle sipariş vererek gideriyormuş. www.vitrindekicocuk.com adresinden de vitrindeki çocuğun o anda ne yaptığı canlı olarak izlenebiliyor. ‘YKM’de her şey var!’ mesajını verebilmek için hazırlanmış bir tanıtım. Ben çok beğendim, fikri kıskandım, çok yaratıcı buldum, paylaşmak istedim.”
Çok bilinen bir iletişim aracıdır. Ancak her zaman da çalışır. Bu kadarı pek görülmemişti. Biri Bizi Gözetliyor’un vitrin versiyonu sanki. TBWA reklam ajansının fikriymiş. Helal olsun. PR desteği biraz daha artırılsa, çarpan etkisi yapar, Mısır’daki sağır sultan da ben de duyarız hiç değilse...
Mondus.net farklılaşırsa, başarır
Şu elektronik ortamda iletişim canımı sıkıyor ya; beni itidale yönlendirmek ve ikna etmek isteyenlerin sayısı giderek artıyor... Tüm araştırmalarda haberleşme tercihi olarak beşinci sırada yer almasına rağmen, elektronik ortamda malumat alış verişine bir itirazım yok.
Benim itirazım her zaman belirttiğim gibi e-şerefsizlere... Adlarını gizleyip komplekslerini kusanlara yani... Abuk sabuk “nickname”lerle, olmayan kişilikleriyle kişilik savaşı yapanlara... Benim adıma Facebook’ta benmişim gibi davranan e-sapıklara ve tabii bu manyaklara o ortamı sağlayan yapılara...
Kiraz Halkla İlişkiler ajansından Tuğba Ezeroğlu, Mondus.net’in iki kurucu ortağı, Başar Başaran ve Çağan Şentürk’ü almış yanına çıkageldi. Uzun uzun sohbet ettik. Facebook’un ABD’de önceleri sağlam e-postası olmayana kapalı olduğunu, ancak sonradan işin suyunun çıktığını, şimdi aynı kişinin dilediği kadar kimlikle üye olabildiğini anlattılar. Türkiye’de durum vahimmiş. İnternet çılgınlarına ve benim e-şerefsiz dediklerime onlar daha iyi bir kavram bulmuşlar: Apaçiler... Onlar da biliyor: Apaçilerin sayısı ne kadar fazla ise, sosyal ağın inanırlığı, o nedenle de reklam geliri ve sonunda da satış rakamı o kadar düşük oluyor.
Kendileri biraz farklı bir yol izlemek ve sosyal ağı üniversite, iş yeri ve en önemlisi de vatandaşlık kimlik numarası temelinde geliştirmek istiyorlar... Şu anda üye sayısı 30.000’i geçmiş. Yolları açık olsun. İyi çocuklar... Girin www.mondus.net’e bakın. Oraya kendilerini de koymuşlar...
Bu proje güdük kalmamalı
SaĞlIk Bakanlığı aslında özel sektöre şahane bir ‘alternatif’ iletişim mecrası hazırlamış. Arkasından ülke çapında, dünyaya örnek olacak ciddi bir proje çıkabilir:
Sağlık Bakanlığı, toplumun sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanması ve obeziteyle mücadele için bankalardan su, telefon ve elektrik idarelerinden destek istemiş. Nasıl olacakmış bu destek? Bu merciler, hedef kitlelerine fatura, dekont ve hesap ekstresi gönderirken obezite ve fiziksel aktiviteyle ilgili mesajlar yazacaklarmış... Şimdilik 12 bankanın yanı sıra Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi, EGO Genel Müdürlüğü, TEDAŞ Genel Müdürlüğü, Türk Telekom A.Ş., İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü, İstanbul Elektrik, Tramvay ve Tünel İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve İstanbul Gaz Dağıtım A.Ş’ye yazılar gönderilmiş.
Şahane! Bunları bana 20 yıldır söylüyorlar. Hem de söylemeleri için üstüne para veriyorum. Son beş yılda ancak 10 kilo vermişimdir. Şimdiye kadar hekim ve diyetisyenlere ödediğim paralara bakılacak olursa, verilen kilo başına maliyet inanılmaz boyutlarda...
Yani bu iş o kadar kolay değil... Faturaya sloganı yaz, millet obezliği bırakıp sağlığına kavuşsun...
Bakanlık çok parlak bir iş yakalamış. Eğer bu işi dünya çapında ses getirecek bir sosyal sorumluluk projesi haline getirmek istiyorsa, o ünlü ‘üç ayak’ stratejisini devreye sokması lazım: Devlet, Özel Sektör, Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar) işbirliği yani. Kaynağı özel sektör sağlayacak, medya destek verecek, STK da işin yönetimini ve doğru yönde gelişmesini sağlayacak. O STK’nın çalıştığı veya belirleyeceği bir reklam ajansı ve PR şirketi devreye girecek. TV, yazılı basın, radyo ve billboard gibi konvansiyonel mecra da kullanılacak. İşin başında ve sonunda kampanyanın başarısı ölçülecek...
Bakın sonra dünya o Sağlık Bakanlığını nasıl alkışlıyor... Bu işten herkes kazanır. Sağlık Bakanlığı kazanır, çünkü tedavi giderleri azalır. Özel sektör kazanır, çünkü kendisine itibar sağlar. STK kazanır, çünkü amacına ulaşmış olur. Medya ve ajanslar kazanır, çünkü gelir elde ederler. Obezler kazanır, çünkü kilo verirler. Türkiye kazanır, çünkü bu proje ülkemize ödül getirir.
Tabii bakanlık bu işi sadece ‘dostlar alışverişte görsün’ boyutunda ele almıyorsa... Türkiye Cumhuriyeti bu işleri geçmişte çok yapmıştır. Meraklısı, sıtma, verem ve çiçek hastalığı ile yapılmış olan mücadele projelerine bakabilir...
Ruhun dili düzeliyor mu yoksa?
Bu yılbaşı da son bayram gibi geçen yıllara oranla iki konuda kesin düzelme tespit ettim.
Bir: Gelen armağanlarda, İki: Tebrik biçimlerinde... Tabii ki basılı tebrik kartının üzerine iki hatta üç kartviziti zımbalayıp gönderen daha doğrusu gönderten, insan taklidi dahi yapmayı becermekten uzak az gelişmiş yaratıklar tamamen yok olmuş değiller. Karşısındakini kendisi gibi sahtekâr sandığı için kartvizitinin arkasına çarpı atan mahlukat pek kalmadı ama, arada sırada sepet muhabbeti çıkıyor yine...
Ama dedim ya aldığım pek çok armağan anlamlı. Ya özgün Türk tasarımları, ya emek isteyen işler, ya da çevreci projelere katılım kartları içine yazılmış özel notlar. En çok el yazısıyla yazılmış mektuplar, sıcacık telefonlar... İnternet’i malumat işine bırakan, sevgi ve saygıyı kendi sıcaklığıyla iletenler çoğunluktaydı bu kez...
Bu arada dikkatimi en çok çeken tasarımlı işlerden biri -bu yılı geçirdik, artık seneye mutlaka edineceğim- seramik sanatçısı Deniz Toraman’ın imzasını taşıyan olağan üstü sıcak, bizden, ancak evrensel duyarlılık noktasında etkili işler... “Bir SIR’dır seramik” demiş Deniz Hanım “Yaşamın özündeki SIR gibi”... Söylediklerini yaşamak adına geçenlerde sergisine gidecektim kaçırdım. Sonra broşür ve bilgi istettim ve web sitesinde şöyle bir dolaştım (www.deniztoraman.com)... Siz de bir bakın. Bir de geçenlerde (26.12) yazdığım İncesaz yazısına göz atın. Ne demek istediğim herhalde daha anlaşılabilir...