Ya Başbakan sussaydı!..
31 Ocak 2009 Akşam Gazetesi
Kimse Şimon Peres'in özellikle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nı hedef alarak, hatta zaman zaman kendi ekseni etrafında 90 derece sağa dönüp Tayyip Erdoğan'ın gözünün içine bakarak, 25 dakika boyunca sergilediği 'agresyonu' (saldırganlığı) tartışmıyor... Çünkü büyük devletlerin ve onların himayelerindeki ülkelerin bize 'fırça' atmasına alışmışız. Temsilcilerimizin ezberlerinde her 'fırça' yiyişte, son derece kibar ve 'asilce', 'üzüntülerini bildirmek' var sadece...
Dış politika konusunda hiçbir şey bilmiyorsanız, 'medya maydanozu' diye adlandırılan eski emekli sefirlerimizin ve politikacılarımızın (yeni emekli olmuşları tenzih ederim) ne dediklerine bakacaksınız. O sefirlerimizin dile getirdikleri ezberlerin tam tersini savunun, hemen doğru yolu bulursunuz...
Örneğin Başbakan'ın Davos'taki 'çıkışı' konusunda o sefirlerimiz ağız birliği halinde 'Mahvolduk, perişan olduk, rezil olduk, İsrail'le ilişkilerimiz bir daha asla düzelmeyecek şekilde bozuldu!' buyurdular... Onlara inat, dün İsrail'in Ankara Büyükelçisi kalktı şunu dedi (veya demeye getirdi): 'Olur böyle şeyler. Türkiye ile İsrail arasında her zaman görüş ayrılıkları olmuştur; örneğin Lübnan konusunda, ya da İran meselesinde... Her şeye rağmen ilişkilerimiz mükemmel bir şekilde yürümüştür... Eylül ayında tüm süreç en iyi noktasındaydı... Şimdi de o noktaya gelinecektir...'
Yani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta ortaya koyduğu tavır aslanlar gibi sindirilmiştir... Kimin tarafından? İsrailli resmi ağızlar tarafından... Peki, kim sindirememiştir o tavrı? Türkiye'nin 'Haddini bilmesi gerektiğini' düşünen Batılılar ve kafaları, ruhları onlarla senkron çalışan 'ecnebi Türk aydınları' sindirememiştir... 'Sen kim oluyorsun da yedi düvelin desteklediği, Arapların bile gizli gizli arkaladığı İsrail'e karşı çıkıyorsun? Ne olmuş, üç beş bin çocuk ölmüşse... Yerleşim merkezleri bombalanmışsa... Hamas da rahat dursaydı...'
Sen olsan, aynı şekilde davranır mıydın? Hayır davranmazdım... Aynı şeyleri söyler miydin? Hayır söylemezdim... Peki ne yapmak gerekirdi?
Bir kere adam gibi İngilizce konuşmak gerekirdi. Ortadoğu'nun ve dolayısıyla dünyanın nabzını elinde tutmaya soyunan bir lider en azından Peres kadar İngilizce'ye hakim olmalı. 'One minutes (!)' ile bu işler olmaz...
Adaletsizlik yapıldığı anda, yani Perez kendisine verilen süreye, kendisine çizilmiş sınırlara uymadığı gibi, saygı duymadığı anda, moderatörü uyarmak gerekirdi... Her saldırıda moderatöre dönüp cevap hakkının doğduğu belirtilebilirdi. İçinde 'hak, adalet' geçen her cümle Batılıları uyarır...
Eğer 'seçilmiş davranış' sergileyebilseydi, Başbakan'ın sinirlenmesine gerek yoktu. Moderatör ve Simon Peres'in birlikte panel kurallarına tecavüz ettiklerini göstermek, yeterliydi... Sayın Başbakan kendisi çileden çıkacağına, karşısındakileri çileden çıkarabilirdi...
Öyle olsaydı, böyle olurdu vs... Bunların hepsi faraziye... Gerçek olan ne sizsiniz ne de ben; orada biz oturmuyorduk; Recep Tayyip Erdoğan oturuyordu. Türkiye'nin Başbakan'ı öyle biriydi... O gece Sky Türk'e tesadüfen konuk olan Erkan Mumcu çok önemli bir ifade kullandı: 'Uzun zamandır ilk defa gerçek Tayyip Erdoğan'ı gördüm bu gece!'
Şimdi etrafınıza bir bakın. Kimler 'Helal olsun!' diyor, kimler Başbakan'ın davranışını 'yakışıksız' buluyor. Sonra da kimlerle aynı fotoğraf karesinde olmak istediğinize kendiniz karar verin. Bu da insanın görüşlerini sınaması için iyi bir yoldur.
Ben mi ne düşünüyorum? Söyleyeyim. Ben diyorum ki, 'Ya Tayyip Erdoğan, panel süresinin tamamının neredeyse yarısını kullanmasına izin verilen Şimon Peres'in zeytinyağı gibi üste çıkan tavrı ve direkt kendisini (Türkiye'yi) hedef alan saldırıları karşısında, modaratör paneli nihayetlendirdiği için susup otursaydı ve hiç tepki vermeseydi, acaba şu anda kendisini eleştirmekte olan takım tarafından nasıl yerden yere çalınırdı?'...
Aslında düşünmek dahi istemiyorum...
Kimse Şimon Peres'in özellikle Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nı hedef alarak, hatta zaman zaman kendi ekseni etrafında 90 derece sağa dönüp Tayyip Erdoğan'ın gözünün içine bakarak, 25 dakika boyunca sergilediği 'agresyonu' (saldırganlığı) tartışmıyor... Çünkü büyük devletlerin ve onların himayelerindeki ülkelerin bize 'fırça' atmasına alışmışız. Temsilcilerimizin ezberlerinde her 'fırça' yiyişte, son derece kibar ve 'asilce', 'üzüntülerini bildirmek' var sadece...
Dış politika konusunda hiçbir şey bilmiyorsanız, 'medya maydanozu' diye adlandırılan eski emekli sefirlerimizin ve politikacılarımızın (yeni emekli olmuşları tenzih ederim) ne dediklerine bakacaksınız. O sefirlerimizin dile getirdikleri ezberlerin tam tersini savunun, hemen doğru yolu bulursunuz...
Örneğin Başbakan'ın Davos'taki 'çıkışı' konusunda o sefirlerimiz ağız birliği halinde 'Mahvolduk, perişan olduk, rezil olduk, İsrail'le ilişkilerimiz bir daha asla düzelmeyecek şekilde bozuldu!' buyurdular... Onlara inat, dün İsrail'in Ankara Büyükelçisi kalktı şunu dedi (veya demeye getirdi): 'Olur böyle şeyler. Türkiye ile İsrail arasında her zaman görüş ayrılıkları olmuştur; örneğin Lübnan konusunda, ya da İran meselesinde... Her şeye rağmen ilişkilerimiz mükemmel bir şekilde yürümüştür... Eylül ayında tüm süreç en iyi noktasındaydı... Şimdi de o noktaya gelinecektir...'
Yani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'ta ortaya koyduğu tavır aslanlar gibi sindirilmiştir... Kimin tarafından? İsrailli resmi ağızlar tarafından... Peki, kim sindirememiştir o tavrı? Türkiye'nin 'Haddini bilmesi gerektiğini' düşünen Batılılar ve kafaları, ruhları onlarla senkron çalışan 'ecnebi Türk aydınları' sindirememiştir... 'Sen kim oluyorsun da yedi düvelin desteklediği, Arapların bile gizli gizli arkaladığı İsrail'e karşı çıkıyorsun? Ne olmuş, üç beş bin çocuk ölmüşse... Yerleşim merkezleri bombalanmışsa... Hamas da rahat dursaydı...'
Sen olsan, aynı şekilde davranır mıydın? Hayır davranmazdım... Aynı şeyleri söyler miydin? Hayır söylemezdim... Peki ne yapmak gerekirdi?
Bir kere adam gibi İngilizce konuşmak gerekirdi. Ortadoğu'nun ve dolayısıyla dünyanın nabzını elinde tutmaya soyunan bir lider en azından Peres kadar İngilizce'ye hakim olmalı. 'One minutes (!)' ile bu işler olmaz...
Adaletsizlik yapıldığı anda, yani Perez kendisine verilen süreye, kendisine çizilmiş sınırlara uymadığı gibi, saygı duymadığı anda, moderatörü uyarmak gerekirdi... Her saldırıda moderatöre dönüp cevap hakkının doğduğu belirtilebilirdi. İçinde 'hak, adalet' geçen her cümle Batılıları uyarır...
Eğer 'seçilmiş davranış' sergileyebilseydi, Başbakan'ın sinirlenmesine gerek yoktu. Moderatör ve Simon Peres'in birlikte panel kurallarına tecavüz ettiklerini göstermek, yeterliydi... Sayın Başbakan kendisi çileden çıkacağına, karşısındakileri çileden çıkarabilirdi...
Öyle olsaydı, böyle olurdu vs... Bunların hepsi faraziye... Gerçek olan ne sizsiniz ne de ben; orada biz oturmuyorduk; Recep Tayyip Erdoğan oturuyordu. Türkiye'nin Başbakan'ı öyle biriydi... O gece Sky Türk'e tesadüfen konuk olan Erkan Mumcu çok önemli bir ifade kullandı: 'Uzun zamandır ilk defa gerçek Tayyip Erdoğan'ı gördüm bu gece!'
Şimdi etrafınıza bir bakın. Kimler 'Helal olsun!' diyor, kimler Başbakan'ın davranışını 'yakışıksız' buluyor. Sonra da kimlerle aynı fotoğraf karesinde olmak istediğinize kendiniz karar verin. Bu da insanın görüşlerini sınaması için iyi bir yoldur.
Ben mi ne düşünüyorum? Söyleyeyim. Ben diyorum ki, 'Ya Tayyip Erdoğan, panel süresinin tamamının neredeyse yarısını kullanmasına izin verilen Şimon Peres'in zeytinyağı gibi üste çıkan tavrı ve direkt kendisini (Türkiye'yi) hedef alan saldırıları karşısında, modaratör paneli nihayetlendirdiği için susup otursaydı ve hiç tepki vermeseydi, acaba şu anda kendisini eleştirmekte olan takım tarafından nasıl yerden yere çalınırdı?'...
Aslında düşünmek dahi istemiyorum...