Ya yenileneceğiz ya da geriye düşüp yok olacağız…
01 Mart 2010 - Marketing Türkiye
Ne kadar tutucu bir meslek grubuyuz aslında… Yeni bir kavram çıkıyor ortaya; bire bir olmasa da, “Kardeşim eski köye yeni adet mi getiriyorsun?”, “Sana mı kaldı vs…” tadında seslerin yükselmemesi mümkün değil…
Daha çok ‘yaratıcılığa’ yaslanmışız; ya da ilişki yönetimine… Özellikle de medya ile ilişkilerin yönetimine…
Bilginin yeniden üretimi; hizmet verdiğimiz kişilerin bilgi ve strateji konusunda bir adım önünde koşma falan, mazide kalmış. Ya da eskiden, bu konuları bilmeyen müşteriyi ‘ikna etmek’, ‘etkilemek’ daha kolaymış sanki… Çünkü sadece biz değiliz; şimdilerde herkes aslanlar gibi okuyor, izliyor, öğreniyor… Bazı kavramları müşterilerden duyar hale gelmeye başlamadık mı?..
(Ben böyle şeyler yazdığımda, “Bu adama niye yazdırıyorsunuz kardeşim, bunun yazdıklarını bizim müşteriler de okuyor” diye hayıflanıp bizim Genel Yayın Yönetmenini arayan arkadaşların kulakları çınlasın…)
İletişim dünyasında son 10 yılda oluşmaya başlamış temel sorun nedir, diye sorsalar, hiç çekinmeden şu yanıtı verirdim: Danışman ile danışan, hizmet verenle hizmet alan arasındaki bilgi birikimi uçurumu birincilerin aleyhine kapanmakta, hatta bazı sektörlerde ikinciler birincileri geçmekteler…
Bunun nedenini ve sorumlularını ikincilerde değil birincilerde aramak durumundayız… Her ne kadar her müşteri kaybında ya da müşteri ile yaşanan sorunda en ufak bir sorumluluğu üstlenmek istemesek, her türden suçlamayı karşı tarafa – muhatap olduğumuz işveren ve/veya temsilcisinde akıl veya ruh sorunları olduğu savı dahil- yöneltmeye çabalasak da, artık takke düşüp kel görünmektedir…
İkinciler bilgilenme süreçlerini daha ciddiye almaktalar…
Hatta hani ‘hantal’ olduğunu düşündüğümüz devlet bile sanki bizden bir adım önde…
İnsan Kaynak mıdır kıymet midir?
18 Kasım 2009’da Akşam’da konuya değinmişim ve şu soruyu sormuşum: “İnsan 'para' gibi, 'zaman' gibi, 'hammadde' gibi yönetilmesi gereken bir kaynak mıdır, yoksa 'değerler' gibi, 'hedefler gibi', 'özel müşteri (client)' gibi, 'hissedarlar' gibi, 'itibar' gibi yönetilmesi gereken 'kıymet (asset)' mi?..” Tabii ki dünyadaki eğilime göre sonuncusunun egemen olacağını savunagelmişim.
Aradan zaman geçmiş, bizim Bersay İletişim Grubu verdiği bir iş ilanında “İnsan Kıymetleri Yönetmeni aranıyor” demiş. Bakın bunun üzerine konu internette nasıl tartışılmış… (Arkadaşların tek tek izinlerini alamadığım için isimler yerine harfler koydum, önemli olan da görüşler zaten)
A: Bunun hakkında İK uzmanlarımızın yorumu yok mudur?
B: Kavram kargaşası mı, yeni kavram mı, emin olamadım.
A: Acaba hangisi doğru… Öncelikle C’nin yorumunu bekliyor olacağım... Onun düşüncelerine önem veririm.
A: Kaynak mıyız? Kıymet miyiz?
B: Bu biraz göreceli sanki. Entegrasyon, büyüme arayışındaki firmalar için kaynak, sürekli rotasyon yapıp personeli maymuna çeviren firmalar için kıymetizdir herhalde.
C: Valla unvana değil, neyi nasıl yaptığına bakacaksınız.
D: Yazım hatası mı acaba :)
A: Peki, (C’ye soruyor)... Kıymetleri - Kaynaklar arasındaki yorumunuz? :)
C: İnsan kaynaktır. Bunun hem fiziksel, hem zihinsel boyutu var. Terminolojinin Human resources olarak geliştirilmesinin nedeni verimlilik ve motivasyondur. İşin sadece entelektüel kısmını alırsanız bu bir kıymet olabilir ancak fiziksel boyutu ihmal edilmiş olur.
C: Kaynak göre kıymeti kavrar. Human asset, human capital tanımları human resources çatısı altında kullanılır zaten. Asset’i cımbızlamak bana göre çok show amaçlı. Pastanın kreması.
C: Pastanın keki ne diye soracak olursanız pastanın keki aslen personel yönetimidir. Çalışanın maaşıdır, hukuki ve sosyal haklarıdır.
İnsan kaynakları uygulamaları personel uygulamaları olmadan bir hiçtir. İnsan kaynakları temel uygulamaları olmadan da yazıda belirtilen ‘human asset’ kavramı altında tanımlanan uygulamaları zaten yapamazsınız.
Sözün özü bu yazıyı kaleme allan kişinin İK teorisinin neden var olduğu, gelişim süreci, uygulamalarının ulaştığı noktalar ve nereye gideceği konusunda derinlemesine bir bilgisi yoktur.
Sayın Ali Saydam'a buradan selamlar.
‘Human asset’ kavramı elitist bir yaklaşım, benim daha sokakta aç tekel işçim varken... İnsan kaynakları hepsini kavrar.
A: Yorumlar için C’ye çok tsk ederim... Güzel açıklamalardı... Diğer arkadaşlar da üzerinde devam edebilir tartışmaya...
C: Sendikacıyla human ‘assets’ yöneticisini bir masaya oturtursan sendikacı anlamaz ve güler. Ama elbet böyle düşüncelerin geliştirilmesi güzel.
Diğer taraftan dünya asset - kıymet yönetimi değil, insanın yetenek yönetimine geçmiştir. İnsan kaynaklarının gittiği yön Human Asset Management değil, Talent Management / Yetenek Yönetimidir.
D: Kıymetlimissss J
A: Human asset'in formülasyonu: ‘human asset’ terimi insan kaynakları muhasebesinde geçiyor görüldüğü gibi. Öğlen işyerinde olduğum için kaynak incelemesine giremedim. Hızlı hızlı cevap yazdım. Ali Saydam yazı yazarken kullandığı terimlere daha fazla dikkat etmeli. Yani ben insana bu formülün arkasından bakamam. Buyursun kendi baksın.
Not: Arama motorlarına “human asset management" yazarsanız, size bir iki tane benim gibi ‘meraklısının’ notunu değil, 62.000 ‘view’ getiriyor…
Sayın C pek katılmasa da, nasıl ‘Personel Müdürlüğü’, anlayışıyla birlikte ‘İK Yöneticiliğine’ dönüştüyse, o da ‘İnsan Kıymetleri’ ya da ‘Değerleri’ Yöneticiliğine ve ilgili katılımcı ve paylaşımcı anlayış ve yaklaşıma dönüşecektir. Mesele sadece bir kavram konusu değil, bir dünya görüşü yaklaşımıdır… Bu değişimi yaşamadan rekabetçi avantaj elde etmek mümkün olmayacaktır.
Kamu Diplomasisi Fenomeni (Olgusu)
Google’a girip “ali saydam” ve “kamu diplomasisi” yazarsanız 2.600 ‘view’ geliyor. Yani takılmışım bu konuya… ‘Algılama Yönetimi’ adlı kitapta söz etmişim ilk kez… 2003’de yazmaya başlayıp 2005’te yayınladığımız kitapta… Bir de Selim Tuncer Bey konuyla ilgili… Blogunda bazen rastlıyorum bu konudaki fikirlerine…
Üzülerek ifade etmeliyim ki, birkaç akademisyenimiz hariç sektörün uygulamaya dayalı ciddi bir fikir ürettiğine ya da herhangi bir dönem veya yerde dikkate değer bir ‘aslan vurduğuna’ tanık olmadım.
Sanki üniversite ve devlet bu özel konuda, ‘bilgi birikimi’ alanında bir adım önde…
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi Gaye Aslı Sancar hanımla yazışırız… Doktora yapıyor. Tez hocası Yrd. Doç. Dr. İnci Çınarlı Hanımı tanırım… Kıvanç duyulacak akademisyenlerdir. Sancar’ın tez konusu ‘Kamu Diplomasisi’… Büyük bir olasılıkla ilk kez özgün bir Türkiye modeli üzerine çalışılıyor…
Çok daha şaşırtıcı olan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin konuya ilgi duyması değil… Aynı Hükümetin bir adet ‘Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’ kurması da değil… Peki ne şaşırtıcı olan?.. Koordinatörlüğün kurulması için yayınladıkları genelgenin metni…
Metni okuduğumda şöyle bir düşündüm… Bu metni kaleme alabilecek kadar konuya hâkim kaç kişi tanıyorum? Çok az…
Yalnız ‘yaratıcı’ çalışmalar yapan ‘dahi’ metin yazarları ve/veya kuş konduran ‘kreatif direktörler’ değil, işin bilgi boyutuna hakim ve bu bilgiyi sadece devlete değil bu işin anavatanı ABD’de olduğu gibi bütün sektörlere taşıyabilecek, müşterilerinin CEO’larını, Pazarlama Müdürlerini yeni projelere ‘ikna’ edebilecek babayiğitlerden söz ediyorum… Arayın bakın. Çok zorlanacaksınız…
Öte yandan ‘devlet ricali’ nasıl bir ‘genelgeyi’ kaleme almış:
“30 Ocak 2010 Cumartesi; Resmî Gazete Sayı: 27478; Genelge; Başbakanlıktan; Konu: Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü; Genelge 2010/3
Günümüzde, küreselleşmenin bir sonucu olarak uluslararası ilişkiler daha karmaşık bir hale gelmiş, devletlerarasındaki resmi diplomasi yanında, uluslararası toplumu etkilemenin ve yönlendirmenin bir aracı olarak ‘Kamu Diplomasisi’ ayrı bir önem kazanmıştır. Uluslararası platformlarda, Ülkemizin uzun süredir maruz kaldığı itham ve sorunlar karşısında haklılığımızı kanıtlamaya yönelik çalışmaların başarıya ulaşabilmesi için, kamu diplomasisi yöntem ve araçlarıyla uluslararası toplumun doğru yönde bilgilendirilmesi gerekmektedir.
Kamu diplomasisi yöntemleriyle Ülkemizin uluslararası kamuoyu nezdinde saygınlığının artırılmasına yönelik stratejilerin geliştirilerek, ülkemizin dış tanıtım faaliyetlerinin yürütülmesine ilişkin görevler, ilgili mevzuatla çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına verilmiştir. Ancak, ülkesel ve bölgesel sorunların kolayca küresel bir boyut kazandığı günümüzde, özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, uluslararası alanda ortaya çıkan fırsatlar ve tehditler, kamu diplomasisi konusunda görevli kurumlar arasında daha etkin bir koordinasyonu, yakın işbirliğini ve hızlı karar alma süreçlerini zorunlu hale getirmiştir.
Bu itibarla, kamu diplomasisi alanında yürütülecek çalışmalar ile stratejik iletişim ve tanıtım faaliyetleri konusunda kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütleri arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak amacıyla, bir Başbakan Başmüşavirinin uhdesinde Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünün oluşturulması uygun görülmüştür. Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünün sekretarya hizmetleri Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü
Tüm kamu kurum ve kuruluşları, sahip oldukları personel, mali kaynaklar, yurt dışı teşkilatları ve teknik ve bilimsel kapasiteleriyle Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünün faaliyetlerinin yürütülmesine yardımcı olacaktır. Ülkemizin kamu diplomasisi faaliyetlerinin gerçekleştirilebilmesi için hazırlanacak yıllık faaliyet planları çerçevesinde ilgili kurum bütçelerine ödenek konulması sağlanacaktır.
Bilgilerini ve gereğini rica ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan”
Sektör için ne tür ‘çanların’ çaldığını, sarı mı yoksa kırmızı ışığın mı yandığını aslında bu genelgenin satır aralarında bile okumak mümkündür… Fakat gelin siz çok küçük bir adım daha atın ve Kamu Diplomasi Enstitüsü’nün (evet, bu işin bir de enstitüsü var) şu web sitesine ve oradaki makalelere bir göz atın: www.kamudiplomasisi.org... Özellikle de şu makaleye: “Dış Politikadaki Etkin Unsur: Kamu Diplomasisi ve Türkiye’nin Kamu Diplomasisi Etkinliği”…
Kamu Diplomasisi, hem halkla ilişkilerin uzmanlık alanlarından biri, hem de reklamcılığın… Meslek kuruluşlarımız acilen bu alana el atmalı bence… Belki de Koordinatörlükle işbirliği içinde bizi bilgilendirmeliler… Bu arada bu konuyu yalamış yutmuş ve aslan vurmuş iletişimcilerimiz varsa ve ben fark edememişsem, hepsinden şimdiden özür dilerim…
Daha çok ‘yaratıcılığa’ yaslanmışız; ya da ilişki yönetimine… Özellikle de medya ile ilişkilerin yönetimine…
Bilginin yeniden üretimi; hizmet verdiğimiz kişilerin bilgi ve strateji konusunda bir adım önünde koşma falan, mazide kalmış. Ya da eskiden, bu konuları bilmeyen müşteriyi ‘ikna etmek’, ‘etkilemek’ daha kolaymış sanki… Çünkü sadece biz değiliz; şimdilerde herkes aslanlar gibi okuyor, izliyor, öğreniyor… Bazı kavramları müşterilerden duyar hale gelmeye başlamadık mı?..
(Ben böyle şeyler yazdığımda, “Bu adama niye yazdırıyorsunuz kardeşim, bunun yazdıklarını bizim müşteriler de okuyor” diye hayıflanıp bizim Genel Yayın Yönetmenini arayan arkadaşların kulakları çınlasın…)
İletişim dünyasında son 10 yılda oluşmaya başlamış temel sorun nedir, diye sorsalar, hiç çekinmeden şu yanıtı verirdim: Danışman ile danışan, hizmet verenle hizmet alan arasındaki bilgi birikimi uçurumu birincilerin aleyhine kapanmakta, hatta bazı sektörlerde ikinciler birincileri geçmekteler…
Bunun nedenini ve sorumlularını ikincilerde değil birincilerde aramak durumundayız… Her ne kadar her müşteri kaybında ya da müşteri ile yaşanan sorunda en ufak bir sorumluluğu üstlenmek istemesek, her türden suçlamayı karşı tarafa – muhatap olduğumuz işveren ve/veya temsilcisinde akıl veya ruh sorunları olduğu savı dahil- yöneltmeye çabalasak da, artık takke düşüp kel görünmektedir…
İkinciler bilgilenme süreçlerini daha ciddiye almaktalar…
Hatta hani ‘hantal’ olduğunu düşündüğümüz devlet bile sanki bizden bir adım önde…
İnsan Kaynak mıdır kıymet midir?
18 Kasım 2009’da Akşam’da konuya değinmişim ve şu soruyu sormuşum: “İnsan 'para' gibi, 'zaman' gibi, 'hammadde' gibi yönetilmesi gereken bir kaynak mıdır, yoksa 'değerler' gibi, 'hedefler gibi', 'özel müşteri (client)' gibi, 'hissedarlar' gibi, 'itibar' gibi yönetilmesi gereken 'kıymet (asset)' mi?..” Tabii ki dünyadaki eğilime göre sonuncusunun egemen olacağını savunagelmişim.
Aradan zaman geçmiş, bizim Bersay İletişim Grubu verdiği bir iş ilanında “İnsan Kıymetleri Yönetmeni aranıyor” demiş. Bakın bunun üzerine konu internette nasıl tartışılmış… (Arkadaşların tek tek izinlerini alamadığım için isimler yerine harfler koydum, önemli olan da görüşler zaten)
A: Bunun hakkında İK uzmanlarımızın yorumu yok mudur?
B: Kavram kargaşası mı, yeni kavram mı, emin olamadım.
A: Acaba hangisi doğru… Öncelikle C’nin yorumunu bekliyor olacağım... Onun düşüncelerine önem veririm.
A: Kaynak mıyız? Kıymet miyiz?
B: Bu biraz göreceli sanki. Entegrasyon, büyüme arayışındaki firmalar için kaynak, sürekli rotasyon yapıp personeli maymuna çeviren firmalar için kıymetizdir herhalde.
C: Valla unvana değil, neyi nasıl yaptığına bakacaksınız.
D: Yazım hatası mı acaba :)
A: Peki, (C’ye soruyor)... Kıymetleri - Kaynaklar arasındaki yorumunuz? :)
C: İnsan kaynaktır. Bunun hem fiziksel, hem zihinsel boyutu var. Terminolojinin Human resources olarak geliştirilmesinin nedeni verimlilik ve motivasyondur. İşin sadece entelektüel kısmını alırsanız bu bir kıymet olabilir ancak fiziksel boyutu ihmal edilmiş olur.
C: Kaynak göre kıymeti kavrar. Human asset, human capital tanımları human resources çatısı altında kullanılır zaten. Asset’i cımbızlamak bana göre çok show amaçlı. Pastanın kreması.
C: Pastanın keki ne diye soracak olursanız pastanın keki aslen personel yönetimidir. Çalışanın maaşıdır, hukuki ve sosyal haklarıdır.
İnsan kaynakları uygulamaları personel uygulamaları olmadan bir hiçtir. İnsan kaynakları temel uygulamaları olmadan da yazıda belirtilen ‘human asset’ kavramı altında tanımlanan uygulamaları zaten yapamazsınız.
Sözün özü bu yazıyı kaleme allan kişinin İK teorisinin neden var olduğu, gelişim süreci, uygulamalarının ulaştığı noktalar ve nereye gideceği konusunda derinlemesine bir bilgisi yoktur.
Sayın Ali Saydam'a buradan selamlar.
‘Human asset’ kavramı elitist bir yaklaşım, benim daha sokakta aç tekel işçim varken... İnsan kaynakları hepsini kavrar.
A: Yorumlar için C’ye çok tsk ederim... Güzel açıklamalardı... Diğer arkadaşlar da üzerinde devam edebilir tartışmaya...
C: Sendikacıyla human ‘assets’ yöneticisini bir masaya oturtursan sendikacı anlamaz ve güler. Ama elbet böyle düşüncelerin geliştirilmesi güzel.
Diğer taraftan dünya asset - kıymet yönetimi değil, insanın yetenek yönetimine geçmiştir. İnsan kaynaklarının gittiği yön Human Asset Management değil, Talent Management / Yetenek Yönetimidir.
D: Kıymetlimissss J
A: Human asset'in formülasyonu: ‘human asset’ terimi insan kaynakları muhasebesinde geçiyor görüldüğü gibi. Öğlen işyerinde olduğum için kaynak incelemesine giremedim. Hızlı hızlı cevap yazdım. Ali Saydam yazı yazarken kullandığı terimlere daha fazla dikkat etmeli. Yani ben insana bu formülün arkasından bakamam. Buyursun kendi baksın.
Not: Arama motorlarına “human asset management" yazarsanız, size bir iki tane benim gibi ‘meraklısının’ notunu değil, 62.000 ‘view’ getiriyor…
Sayın C pek katılmasa da, nasıl ‘Personel Müdürlüğü’, anlayışıyla birlikte ‘İK Yöneticiliğine’ dönüştüyse, o da ‘İnsan Kıymetleri’ ya da ‘Değerleri’ Yöneticiliğine ve ilgili katılımcı ve paylaşımcı anlayış ve yaklaşıma dönüşecektir. Mesele sadece bir kavram konusu değil, bir dünya görüşü yaklaşımıdır… Bu değişimi yaşamadan rekabetçi avantaj elde etmek mümkün olmayacaktır.
Kamu Diplomasisi Fenomeni (Olgusu)
Google’a girip “ali saydam” ve “kamu diplomasisi” yazarsanız 2.600 ‘view’ geliyor. Yani takılmışım bu konuya… ‘Algılama Yönetimi’ adlı kitapta söz etmişim ilk kez… 2003’de yazmaya başlayıp 2005’te yayınladığımız kitapta… Bir de Selim Tuncer Bey konuyla ilgili… Blogunda bazen rastlıyorum bu konudaki fikirlerine…
Üzülerek ifade etmeliyim ki, birkaç akademisyenimiz hariç sektörün uygulamaya dayalı ciddi bir fikir ürettiğine ya da herhangi bir dönem veya yerde dikkate değer bir ‘aslan vurduğuna’ tanık olmadım.
Sanki üniversite ve devlet bu özel konuda, ‘bilgi birikimi’ alanında bir adım önde…
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi Gaye Aslı Sancar hanımla yazışırız… Doktora yapıyor. Tez hocası Yrd. Doç. Dr. İnci Çınarlı Hanımı tanırım… Kıvanç duyulacak akademisyenlerdir. Sancar’ın tez konusu ‘Kamu Diplomasisi’… Büyük bir olasılıkla ilk kez özgün bir Türkiye modeli üzerine çalışılıyor…
Çok daha şaşırtıcı olan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin konuya ilgi duyması değil… Aynı Hükümetin bir adet ‘Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’ kurması da değil… Peki ne şaşırtıcı olan?.. Koordinatörlüğün kurulması için yayınladıkları genelgenin metni…
Metni okuduğumda şöyle bir düşündüm… Bu metni kaleme alabilecek kadar konuya hâkim kaç kişi tanıyorum? Çok az…
Yalnız ‘yaratıcı’ çalışmalar yapan ‘dahi’ metin yazarları ve/veya kuş konduran ‘kreatif direktörler’ değil, işin bilgi boyutuna hakim ve bu bilgiyi sadece devlete değil bu işin anavatanı ABD’de olduğu gibi bütün sektörlere taşıyabilecek, müşterilerinin CEO’larını, Pazarlama Müdürlerini yeni projelere ‘ikna’ edebilecek babayiğitlerden söz ediyorum… Arayın bakın. Çok zorlanacaksınız…
Öte yandan ‘devlet ricali’ nasıl bir ‘genelgeyi’ kaleme almış:
“30 Ocak 2010 Cumartesi; Resmî Gazete Sayı: 27478; Genelge; Başbakanlıktan; Konu: Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü; Genelge 2010/3
Günümüzde, küreselleşmenin bir sonucu olarak uluslararası ilişkiler daha karmaşık bir hale gelmiş, devletlerarasındaki resmi diplomasi yanında, uluslararası toplumu etkilemenin ve yönlendirmenin bir aracı olarak ‘Kamu Diplomasisi’ ayrı bir önem kazanmıştır. Uluslararası platformlarda, Ülkemizin uzun süredir maruz kaldığı itham ve sorunlar karşısında haklılığımızı kanıtlamaya yönelik çalışmaların başarıya ulaşabilmesi için, kamu diplomasisi yöntem ve araçlarıyla uluslararası toplumun doğru yönde bilgilendirilmesi gerekmektedir.
Kamu diplomasisi yöntemleriyle Ülkemizin uluslararası kamuoyu nezdinde saygınlığının artırılmasına yönelik stratejilerin geliştirilerek, ülkemizin dış tanıtım faaliyetlerinin yürütülmesine ilişkin görevler, ilgili mevzuatla çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına verilmiştir. Ancak, ülkesel ve bölgesel sorunların kolayca küresel bir boyut kazandığı günümüzde, özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, uluslararası alanda ortaya çıkan fırsatlar ve tehditler, kamu diplomasisi konusunda görevli kurumlar arasında daha etkin bir koordinasyonu, yakın işbirliğini ve hızlı karar alma süreçlerini zorunlu hale getirmiştir.
Bu itibarla, kamu diplomasisi alanında yürütülecek çalışmalar ile stratejik iletişim ve tanıtım faaliyetleri konusunda kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütleri arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak amacıyla, bir Başbakan Başmüşavirinin uhdesinde Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünün oluşturulması uygun görülmüştür. Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünün sekretarya hizmetleri Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü
Tüm kamu kurum ve kuruluşları, sahip oldukları personel, mali kaynaklar, yurt dışı teşkilatları ve teknik ve bilimsel kapasiteleriyle Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğünün faaliyetlerinin yürütülmesine yardımcı olacaktır. Ülkemizin kamu diplomasisi faaliyetlerinin gerçekleştirilebilmesi için hazırlanacak yıllık faaliyet planları çerçevesinde ilgili kurum bütçelerine ödenek konulması sağlanacaktır.
Bilgilerini ve gereğini rica ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan”
Sektör için ne tür ‘çanların’ çaldığını, sarı mı yoksa kırmızı ışığın mı yandığını aslında bu genelgenin satır aralarında bile okumak mümkündür… Fakat gelin siz çok küçük bir adım daha atın ve Kamu Diplomasi Enstitüsü’nün (evet, bu işin bir de enstitüsü var) şu web sitesine ve oradaki makalelere bir göz atın: www.kamudiplomasisi.org... Özellikle de şu makaleye: “Dış Politikadaki Etkin Unsur: Kamu Diplomasisi ve Türkiye’nin Kamu Diplomasisi Etkinliği”…
Kamu Diplomasisi, hem halkla ilişkilerin uzmanlık alanlarından biri, hem de reklamcılığın… Meslek kuruluşlarımız acilen bu alana el atmalı bence… Belki de Koordinatörlükle işbirliği içinde bizi bilgilendirmeliler… Bu arada bu konuyu yalamış yutmuş ve aslan vurmuş iletişimcilerimiz varsa ve ben fark edememişsem, hepsinden şimdiden özür dilerim…