Yakın geleceğe ne kadar hazırız?
01 Mart 2017 - Marketing Türkiye
Davos World Economic Forum’da ele alınan önemli konulardan biri de “The Future of Jobs” (İş Hayatının Geleceği) imiş. Türkiye ile ilgili bilgileri de içeren Eylül 2016’da yayınlanmış geniş çaplı bir araştırma Dünya Ekonomik Forumu tarafından tartışmaya sunulmuş.
İş dünyasının gelecek tasarımı üzerine birazcık kafa yoranlar için hayli önemli bir kaynak olma hüviyetini taşıyan araştırmanın alt başlığı şöyle: “Employment, Skills and Workforce Strategy for the Fourth Industrial Revolution”… Türkçe yaklaşık şu şekilde ifade edilebilir: Dördüncü Sanayi Devrimi bağlamında İstihdam, İş Becerileri ve İş Gücü Stratejileri…
Araştırma sonuçlarının tamamını bu sayfalarda ele almak olası değil. Meraklısı genişçe bir yönetici özetini internetten bulup pdf formatında indirebilir: http://reports.weforum.org/future-of-jobs-2016/
Çok da uçuk tarihlere uzanarak değil, çalışma dünyasının 2020’lerde nasıl bir biçim ve içerik alacağını sorgulamışlar araştırmada. Şu tespit çok çarpıcı: Bugün ilköğretime giren çocukların %65’i eğitimleri sonrasında, bugün hiç var olmayan yepyeni işlerde çalışacaklar. Bu saptamanın bir ucu hiç şüphesiz bugün yirmili yaşlarda olanlara da dokunuyor. Bir gün rekabetçi avantajı kaybedip değişen koşullara ayak uyduramadıkları için çaresizliğe ‘dûçar’ olduklarında “Nerede hata yaptım ben?” diye hayıflanmak istemiyorlarsa becerilerini hangi yönde geliştirmeleri gerektiğine bakmalarında yarar var…
Araştırmada, önce ‘değişimin sürükleyicileri’ (Drivers of Change) tespit edilmiş. Bunların ilk 5’i etki konusundaki ağırlık puanlarına göre şöyle sıralanmış: 1. İşin doğasının değişmesi, esnek çalışma; 2. Gelişmekte olan pazarlardaki orta sınıf; 3. İklim değişikliği ve doğal kaynaklar; 4. Jeopolitik belirsizlik (dalgalanma, volatilite); 5. Tüketici etiği ve kişisel özel alan konusu…
Sonra “İstihdamdaki Eğilimler” (Employment Trends) ortaya konmuş. Buna göre 2015 – 2020 yılları arasında işlevlerini yitirecekleri için 7,1 milyon iş olanağı (görev tanımı) ortadan kalkacakmış. Yok olacak bu işlerin yerine 2,1 milyon yeni iş tanımı ilişkili alanlarla ilgili olacakmış…
Üçüncü olarak da iş hayatındaki yeni ve gelişmekte olan roller belirlenmiş. Denekler tarafından; büyük veri ambarlarını anlamlı bir şekilde çözümleyecek analistler; özel yetiştirilmiş satış temsilcileri; enerji, medya, eğlence ve enformasyon sektörü gibi alanlarda yeni tanımların ortaya çıkacağı ileri sürülmüş.
Bu tablo çok yakın bir geleceği işaret ediyor. “Daha önümüzde çok zaman var. Bize değmez bu işler” diye düşünmek hayli tehlikeli. “Bireysel gelişimi planlamaya, bireysel mesleki ve entelektüel gelişimi tasarlayıp yönetmeye gerek yok” diye düşünenler, geç kaldıklarını anladıkları anda iş işten geçmiş olacak, ne yazık ki…
Keşke bilerek Evet ya da Hayır desek
Siyasi iletişim tarihimizde önemli yer tutacak bir seçim atmosferi içindeyiz. En önemli durum şu: Neye Evet veya Hayır diyeceğini bilenlerin sayısı o kadar az ki… Örneğin Cumhurbaşkanlığına aday olan iki parti liderinden kaybedenin, Meclis’e de giremeyeceğini acaba kaç kişi biliyor?.. Böyle bir durumda siz Sayın Kılıçdaroğlu’nun yerinde olsanız, kaybettiğiniz takdirde açıkta kalacağınız Parti başkanlığını da tehlikeye sokabileceğiniz bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde mi aday olursunuz yoksa, Başkanlığı elinizde tutmaya devam edip Milletvekilliği seçiminde mi?..
Bugüne kadar girdiğiniz her seçimi kaybetmiş ancak liderliğinizi de sürdürmüşsünüz. Şimdi her şeyi kaybetmenin ne âlemi var, diye düşünmeniz makul olmaz mı?..
Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i feshedip seçime gittiği anda iki hakkından birini kaybedeceğini, Cumhurbaşkanı’nın görevini sağlık sorunu veya vefat nedeniyle yerine getirememesi halinde, ABD’de olduğu gibi yardımcılarının (yani onun tarafından atanmışların) ABD’deki seçilmiş Başkan Yardımcısı gibi onun yerine geçemeyeceklerini, ülkeyi 45 gün içinden seçime götürmek zorunda olduklarını, sorun bakın etrafınıza kaç kişi biliyor? Şu ana kadar görüldüğü kadarıyla, siyasi iletişim, ayrıntılı bilgilendirme üzerine değil daha çok makro planda yapılan propaganda çalışmalarıyla yürütülmekte.
6 kez Evet – Hayır oylaması yapılmış. Bunun 5’inde Evet çıkmış… Buna bakarak Evet’in daha şanslı olduğunu söyleyenler de var; pusulanın kahverengi olması ve beyazla karşılaştırıldığında toprak renginin pek de avantajlı olmadığını iddia edenler de…
Hele Kadir Has Üniversitesi’nin bir araştırması var ki, CHP bu çıktıları dilerse bir kez daha ölçtürüp olayı bu referandum dışında ciddiyetle değerlendirmeli. Üniversite’nin son ‘Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması’nın üç tane kritik çıktısı var. 1. Araştırmaya göre ülkemizde kendisini ‘Muhafazakâr, Dindar ve Milliyetçi’ olarak tanımlayanların oranı %60; 2. AK Parti’nin tabandaki konsolidasyonunda ve lideri destekleme konusunda hiç sorun yok. Tabanın hem partiye güveni %90’ların üzerinde hem de liderine; 3. Oysa CHP’de partisini beğenmeyen CHP’li seçmenlerin sayısı beğenenlerin sayısına eşit. Yani iki CHP’liden biri oy vermesine rağmen partisinin icraatından memnun değil. Liderine verdiği destek ise vahim: Sadece %15 oranında…
Bu oranlar 16 Nisan’a kadar değişmez. Pekiyi o zaman Evet çantada keklik mi? Kesinlikle değil. Çünkü AK Parti’nin içindeki “Yetmez ama Evet”çiler diye bilinen ‘Millî ittifak’ oyları hayli yüksek ve bunlar son derece kırılgan; alternatif görürse, ya da “Evet demezsem hiçbir şey değişmeyecek ki” diye düşünüp her an Hayır’a dönebilir. Hayır’cıların içinden Evet’e dönebileceklerin de sayıları hayli fazla olabilir…
CHP’nin AKePe demekten vazgeçip, iktidar partisinin adını doğru telaffuza yönelmesi, saldırmaktan vazgeçip mutedil bir kampanya yürütmesi, sandıktan korkuyor algısı yaratmamak için AYM’ye gitmekten vazgeçmesi, yıllar sonra nihayet ‘canvassing’ adıyla yeniden keşfettiği ‘seçmenle dolaysız temas yaklaşımı’ tercih etmesi, yukarıda belirttiğimiz sonuçlarla ilgilidir herhalde.
Hiçbir seçim ya da referandumda geçirgenlik bu kadar yüksek olmamıştı. O nedenle araştırma şirketlerinin bu kez işleri çok zor…
İş dünyasının gelecek tasarımı üzerine birazcık kafa yoranlar için hayli önemli bir kaynak olma hüviyetini taşıyan araştırmanın alt başlığı şöyle: “Employment, Skills and Workforce Strategy for the Fourth Industrial Revolution”… Türkçe yaklaşık şu şekilde ifade edilebilir: Dördüncü Sanayi Devrimi bağlamında İstihdam, İş Becerileri ve İş Gücü Stratejileri…
Araştırma sonuçlarının tamamını bu sayfalarda ele almak olası değil. Meraklısı genişçe bir yönetici özetini internetten bulup pdf formatında indirebilir: http://reports.weforum.org/future-of-jobs-2016/
Çok da uçuk tarihlere uzanarak değil, çalışma dünyasının 2020’lerde nasıl bir biçim ve içerik alacağını sorgulamışlar araştırmada. Şu tespit çok çarpıcı: Bugün ilköğretime giren çocukların %65’i eğitimleri sonrasında, bugün hiç var olmayan yepyeni işlerde çalışacaklar. Bu saptamanın bir ucu hiç şüphesiz bugün yirmili yaşlarda olanlara da dokunuyor. Bir gün rekabetçi avantajı kaybedip değişen koşullara ayak uyduramadıkları için çaresizliğe ‘dûçar’ olduklarında “Nerede hata yaptım ben?” diye hayıflanmak istemiyorlarsa becerilerini hangi yönde geliştirmeleri gerektiğine bakmalarında yarar var…
Araştırmada, önce ‘değişimin sürükleyicileri’ (Drivers of Change) tespit edilmiş. Bunların ilk 5’i etki konusundaki ağırlık puanlarına göre şöyle sıralanmış: 1. İşin doğasının değişmesi, esnek çalışma; 2. Gelişmekte olan pazarlardaki orta sınıf; 3. İklim değişikliği ve doğal kaynaklar; 4. Jeopolitik belirsizlik (dalgalanma, volatilite); 5. Tüketici etiği ve kişisel özel alan konusu…
Sonra “İstihdamdaki Eğilimler” (Employment Trends) ortaya konmuş. Buna göre 2015 – 2020 yılları arasında işlevlerini yitirecekleri için 7,1 milyon iş olanağı (görev tanımı) ortadan kalkacakmış. Yok olacak bu işlerin yerine 2,1 milyon yeni iş tanımı ilişkili alanlarla ilgili olacakmış…
Üçüncü olarak da iş hayatındaki yeni ve gelişmekte olan roller belirlenmiş. Denekler tarafından; büyük veri ambarlarını anlamlı bir şekilde çözümleyecek analistler; özel yetiştirilmiş satış temsilcileri; enerji, medya, eğlence ve enformasyon sektörü gibi alanlarda yeni tanımların ortaya çıkacağı ileri sürülmüş.
Bu tablo çok yakın bir geleceği işaret ediyor. “Daha önümüzde çok zaman var. Bize değmez bu işler” diye düşünmek hayli tehlikeli. “Bireysel gelişimi planlamaya, bireysel mesleki ve entelektüel gelişimi tasarlayıp yönetmeye gerek yok” diye düşünenler, geç kaldıklarını anladıkları anda iş işten geçmiş olacak, ne yazık ki…
Keşke bilerek Evet ya da Hayır desek
Siyasi iletişim tarihimizde önemli yer tutacak bir seçim atmosferi içindeyiz. En önemli durum şu: Neye Evet veya Hayır diyeceğini bilenlerin sayısı o kadar az ki… Örneğin Cumhurbaşkanlığına aday olan iki parti liderinden kaybedenin, Meclis’e de giremeyeceğini acaba kaç kişi biliyor?.. Böyle bir durumda siz Sayın Kılıçdaroğlu’nun yerinde olsanız, kaybettiğiniz takdirde açıkta kalacağınız Parti başkanlığını da tehlikeye sokabileceğiniz bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde mi aday olursunuz yoksa, Başkanlığı elinizde tutmaya devam edip Milletvekilliği seçiminde mi?..
Bugüne kadar girdiğiniz her seçimi kaybetmiş ancak liderliğinizi de sürdürmüşsünüz. Şimdi her şeyi kaybetmenin ne âlemi var, diye düşünmeniz makul olmaz mı?..
Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i feshedip seçime gittiği anda iki hakkından birini kaybedeceğini, Cumhurbaşkanı’nın görevini sağlık sorunu veya vefat nedeniyle yerine getirememesi halinde, ABD’de olduğu gibi yardımcılarının (yani onun tarafından atanmışların) ABD’deki seçilmiş Başkan Yardımcısı gibi onun yerine geçemeyeceklerini, ülkeyi 45 gün içinden seçime götürmek zorunda olduklarını, sorun bakın etrafınıza kaç kişi biliyor? Şu ana kadar görüldüğü kadarıyla, siyasi iletişim, ayrıntılı bilgilendirme üzerine değil daha çok makro planda yapılan propaganda çalışmalarıyla yürütülmekte.
6 kez Evet – Hayır oylaması yapılmış. Bunun 5’inde Evet çıkmış… Buna bakarak Evet’in daha şanslı olduğunu söyleyenler de var; pusulanın kahverengi olması ve beyazla karşılaştırıldığında toprak renginin pek de avantajlı olmadığını iddia edenler de…
Hele Kadir Has Üniversitesi’nin bir araştırması var ki, CHP bu çıktıları dilerse bir kez daha ölçtürüp olayı bu referandum dışında ciddiyetle değerlendirmeli. Üniversite’nin son ‘Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması’nın üç tane kritik çıktısı var. 1. Araştırmaya göre ülkemizde kendisini ‘Muhafazakâr, Dindar ve Milliyetçi’ olarak tanımlayanların oranı %60; 2. AK Parti’nin tabandaki konsolidasyonunda ve lideri destekleme konusunda hiç sorun yok. Tabanın hem partiye güveni %90’ların üzerinde hem de liderine; 3. Oysa CHP’de partisini beğenmeyen CHP’li seçmenlerin sayısı beğenenlerin sayısına eşit. Yani iki CHP’liden biri oy vermesine rağmen partisinin icraatından memnun değil. Liderine verdiği destek ise vahim: Sadece %15 oranında…
Bu oranlar 16 Nisan’a kadar değişmez. Pekiyi o zaman Evet çantada keklik mi? Kesinlikle değil. Çünkü AK Parti’nin içindeki “Yetmez ama Evet”çiler diye bilinen ‘Millî ittifak’ oyları hayli yüksek ve bunlar son derece kırılgan; alternatif görürse, ya da “Evet demezsem hiçbir şey değişmeyecek ki” diye düşünüp her an Hayır’a dönebilir. Hayır’cıların içinden Evet’e dönebileceklerin de sayıları hayli fazla olabilir…
CHP’nin AKePe demekten vazgeçip, iktidar partisinin adını doğru telaffuza yönelmesi, saldırmaktan vazgeçip mutedil bir kampanya yürütmesi, sandıktan korkuyor algısı yaratmamak için AYM’ye gitmekten vazgeçmesi, yıllar sonra nihayet ‘canvassing’ adıyla yeniden keşfettiği ‘seçmenle dolaysız temas yaklaşımı’ tercih etmesi, yukarıda belirttiğimiz sonuçlarla ilgilidir herhalde.
Hiçbir seçim ya da referandumda geçirgenlik bu kadar yüksek olmamıştı. O nedenle araştırma şirketlerinin bu kez işleri çok zor…