Yakında kimse izlemeyecek
03 TEMMUZ 2005
Başbakanımızın “Ulusa Sesleniş” programları siyasi iletişim açısından en etkili silahıdır. Daha doğrusu öyle olması gerekir. Bu birinci saptama. Hatırlayalım. Zamanın Başbakanı Turgut Özal ‘İcraatın İçinden’ programını mükemmele yakın bir etkililikte kullanırdı.
İkinci saptama şu: Algılama üzerine çalışan herkes bilir ki, görsellik çok önemlidir. Bilim dünyası, algılama sürecinde görselliğin etkisinin %60’ların üzerinde olduğu konusunda hemfikirdir.
Üçüncü saptama: Televizyonu radyodan ayıran temel öğe TV’nin görsel yanıdır.
Dördüncü saptama: İletişimde vaadinizle gerçek arasında mesafe ne kadar uzaksa yaratacağınız düş kırıklığı da o kadar büyük olur. Bir dostunuza, “Seni Türkiye’nin en gözde restoranına götüreceğim” dedikten sonra, karnını Marmaris Büfe’de doyurmaya kalkmanız pek hoş karşılanmayabilir. Adı “Ulusa Sesleniş” olan ve kalıbını ABD Başkanı’nın “Address to the Nation” adını verdiği, ancak çok önemli mesajları ilettiği ve anında medyanın manşetlerine oturan bilgiler verdiği programdan alan bir iletişim aracının vaadi büyüktür.
Beşinci saptama: Popüler bir araç olan TV demek hız demek, hareket demek, ritm demektir. “Address to the Nation” türü ‘seslenişler’ taş çatlasa 5-10 dakikada biter. Pehlivan tefrikası gibi sürüp gitmez.
İşte bu beş saptamadan dolayı da genelde bütün kanallar yayınlarını kesip bu tür ‘seslenişleri’ yayınlarlar. Bizde de öyle olurdu.
Şimdi soralım.
1. Hangi “Ulusa Sesleniş” programından sonra medyada gündem değişmiştir?
2. Hangi “Ulusa Sesleniş” programının ardından hangi çarpıcı görsel sunum –bir grafik, bir film- akıllarda kalmıştır.
3. Hangi “Ulusa Sesleniş” programı bir TV yapımcılık harikası ve bir iletişim ustalığı olarak üniversitelerdeki derslerde gösterilmektedir.
Sonuncu program üzerine bir miktar yazıldı çizildi. O da fondaki Atatürk portresi kaldırılıp yerine önde Kocatepe Camii arkada Anıtkabir’in görüldüğü Ankara manzarası konulduğu için.
Algılamanın %60’ından fazlası görsellik ise ve böyle programlarda hiçbir şey tesadüfe bırakılamazsa, arkadaki fon da tesadüf olamaz. Eğer siz görselliği, grafik ve filmlerin desteği ile doğru dürüst kullanamazsanız, arkadaki fonun dikkat çekmesini, tartışılmasını da engelleyemezsiniz.
Sayın Başbakan’ın “Doğuştan bir iletişim dehası” olduğunu iddia eden Başkan Yardımcısı’nın iletişim ile ilgili görevlerden alınması, yerine TV’yi çok iyi bilen, tüm basının dostluğunu ve güvenini kazanmış M. Akif Beki gibi bir ustayı Kanal 7’den alıp medya ilişkileri ile ilgili göreve getirdikten sonra, çok daha farklı bir “Ulusa Sesleniş” ve medya ilişkisi beklemekte haksız mıydım acaba?
Bir taşla çok kuş
Türkiye’nin tanıtımı ve toplumsal sorumluluk için yırtınan özel sektörün önünde üç özel fırsat var. İşte aranıp da bazen bulmakta zorluk çektikleri ve bir taşla üç beş kuş vurabilecekleri sponsorluk projeleri:
Son yıllarda yükselişe geçmiş olan Türk sinemasının en ilginç örneklerinden biri hiç şüphesiz “Neredesin Firuze” idi. Şimdi o filmin yönetmeni Ezel Akay yeni bir projeye hazırlanıyor. Bursa'da çekeceği ve başrollerini Haluk Bilginer, Ata Demirer, Şebnem Dönmez'in paylaşacağı filmin adı "Hacivat'la Karagöz neden öldürüldü?". Filmde 1200'lü yıllarda Bursa'da yaşamış olan Karagöz'le Hacivat'ın gerçek hayat hikayeleri mizahî bir şekilde ele alınacakmış. Bursa Orhaneli'nde 5 dönümlük plato inşaatına başlanmış. Eylül ayında çekimleri tamamlanacakmış. 2006 Şubatında vizyona girecek olan film tamamlandıktan sonra platosu açık hava müzesi olarak kullanıma açılacakmış.
İkincisi, “Anadolu Ateşi”. Son gösterilerini 5 binden fazla insanın tıklım tıklım doldurduğu Açıkhava’da bir kez daha izledim. Göğsüm kabardı. Bir hafta önce de Paris’te 10 binden fazla insanı yerlerinden oynatmışlar. Bugüne kadar 800’den fazla gösteri. Hepsi kapalı gişe. Hepsi yüz akı. Londra’nın simgesi haline gelen ve 53 yıldır sergilenen “Fare Kapanı” oyunu gibi, bu kez tüm Türkiye’nin değer ve duygularını anlatan bir klasik ortaya çıkıyor. Sonbaharda Mısır’da bir zamanlar Aida’nın sergilendiği Firavun mekânlarında tarihi bir gösteriye hazırlanıyorlar. Devlet, bedavaya kültürel bağ ve iletişim kuran, oyunu sürekli yenileyip zenginleştiren Mustafa Erdoğan’ın heykelini dikeceğine Aspendos’daki oyun için izni ancak 6 ayda verebilmiş... Belki de fırsatın farkında değil.
Gelelim üçüncü olanağa. Uluslararası Halka İlişkiler Derneği IPRA’nın İstanbul’daki Dünya Kongresi de Dünya Mimarlarının İstanbul buluşması da geçti ama sırada Dünya Hidrojen Enerjisi Kongresi var. Hani dünyanın son yıllarda yavaş yavaş geçtiği ve atığı saf su olan yeni enerji kaynağı.
Bizden hatırlatması...
Üç çarpıcı gazete ilanı
Bu hafta üç gazete ilanı dikkatimi çekti. İlki Miller’in. Karede bir dolunay akşamında deniz kenarında verilen parti... Dört genç, ikisinin elinde Miller var. Gökyüzündeki dolunayın dörtte üçü Miller dolu. Hem romantik ol, hem de insanın canını bira çektir! Zor iş. Ama başarmışlar.
İkincisi Renault Yetkili Servisleri’nin ‘pagekiller’ (sayfa öldüren) denen türden sayfanın üst yarısının ortasına yerleştirilmiş, sade ama bir o kadar dikkat çekici ilanı. Sadece dört balkabağı görseli ve üstünde “Kabakları getirin, yepyeni lastikleri götürün” anonsu! Başka söze gerek var mı? Yalınlık, buluşçuluk bir araya geldi mi, çarpıcılık ve etkilik kendiliğinden oluşuyor sanki...
Üçüncüsü ise biraz riskli. Audi Servis “Serviste prestijin 7 prensibi” başlıklı ilanında satış sonrası en önemli hizmet olan servislerinin avantajlarını yedi maddede anlatmış. Buraya kadar her şey etkileyici. Ancak ilanın altında “Bu prensiplerden asla taviz vermeyeceğimize söz veriyoruz” yazıyor... “Söz veriyoruz” lafı siyasi iletişimde kullanılmış, ancak hayli tükenmiş ve güven erozyonuna uğramış bir vaat! İnşallah karıştırılmaz.
Çamur at izi kalsın!
İnternet ortamından gelen ya da yayınlanan her bilgiye şüpheyle bakmak gerekiyor. İnanmak için 3 ayrı kaynaktan falan doğrulatmak şart. Bu tecrübeye varmak için ille de HSBC ve British Airways’in (BA) başına gelenleri yaşamak gerekiyormuş demek ki...
Çok güvendiğim ve uluslararası şirketlerden birinin genel müdürlüğünü yapmış bir kişiden gelmişti mesaj. Bir ilandı bu. Üstünde HSBC ve BA’in logoları vardı. Erivan’da 27 – 28 Mayıs tarihlerinde düzenlenen ‘Ermeni diasporosu’ konferansının tanıtımıydı. Konferansın web sitesine baktım orada da vardı aynı bilgiler. Oysa iş öyle değilmiş. BA’in hiçbir alâkası olmamış. HSBC’de de durum farklı değil. 2002 yılında Erivan’da ekonomik konuların ele alındığı bir foruma katılmış. Hepsi o. Bankanın yetkilileri Sinem Şanlı ve Laçin Öncel, ‘o internet bilgileri asılsızdır’ diyorlar. Web sitesindeki logolarını da kaldırtmışlar. Ayrıca bulundukları ülkelerin kültür ve değerlerine aşırı hassasiyet gösterdiklerini ekliyorlar. İnternetten çamur atmanın hâlâ etkili bir cezası yok. Çamurun izini silmek de hiç kolay değil...
İkinci saptama şu: Algılama üzerine çalışan herkes bilir ki, görsellik çok önemlidir. Bilim dünyası, algılama sürecinde görselliğin etkisinin %60’ların üzerinde olduğu konusunda hemfikirdir.
Üçüncü saptama: Televizyonu radyodan ayıran temel öğe TV’nin görsel yanıdır.
Dördüncü saptama: İletişimde vaadinizle gerçek arasında mesafe ne kadar uzaksa yaratacağınız düş kırıklığı da o kadar büyük olur. Bir dostunuza, “Seni Türkiye’nin en gözde restoranına götüreceğim” dedikten sonra, karnını Marmaris Büfe’de doyurmaya kalkmanız pek hoş karşılanmayabilir. Adı “Ulusa Sesleniş” olan ve kalıbını ABD Başkanı’nın “Address to the Nation” adını verdiği, ancak çok önemli mesajları ilettiği ve anında medyanın manşetlerine oturan bilgiler verdiği programdan alan bir iletişim aracının vaadi büyüktür.
Beşinci saptama: Popüler bir araç olan TV demek hız demek, hareket demek, ritm demektir. “Address to the Nation” türü ‘seslenişler’ taş çatlasa 5-10 dakikada biter. Pehlivan tefrikası gibi sürüp gitmez.
İşte bu beş saptamadan dolayı da genelde bütün kanallar yayınlarını kesip bu tür ‘seslenişleri’ yayınlarlar. Bizde de öyle olurdu.
Şimdi soralım.
1. Hangi “Ulusa Sesleniş” programından sonra medyada gündem değişmiştir?
2. Hangi “Ulusa Sesleniş” programının ardından hangi çarpıcı görsel sunum –bir grafik, bir film- akıllarda kalmıştır.
3. Hangi “Ulusa Sesleniş” programı bir TV yapımcılık harikası ve bir iletişim ustalığı olarak üniversitelerdeki derslerde gösterilmektedir.
Sonuncu program üzerine bir miktar yazıldı çizildi. O da fondaki Atatürk portresi kaldırılıp yerine önde Kocatepe Camii arkada Anıtkabir’in görüldüğü Ankara manzarası konulduğu için.
Algılamanın %60’ından fazlası görsellik ise ve böyle programlarda hiçbir şey tesadüfe bırakılamazsa, arkadaki fon da tesadüf olamaz. Eğer siz görselliği, grafik ve filmlerin desteği ile doğru dürüst kullanamazsanız, arkadaki fonun dikkat çekmesini, tartışılmasını da engelleyemezsiniz.
Sayın Başbakan’ın “Doğuştan bir iletişim dehası” olduğunu iddia eden Başkan Yardımcısı’nın iletişim ile ilgili görevlerden alınması, yerine TV’yi çok iyi bilen, tüm basının dostluğunu ve güvenini kazanmış M. Akif Beki gibi bir ustayı Kanal 7’den alıp medya ilişkileri ile ilgili göreve getirdikten sonra, çok daha farklı bir “Ulusa Sesleniş” ve medya ilişkisi beklemekte haksız mıydım acaba?
Bir taşla çok kuş
Türkiye’nin tanıtımı ve toplumsal sorumluluk için yırtınan özel sektörün önünde üç özel fırsat var. İşte aranıp da bazen bulmakta zorluk çektikleri ve bir taşla üç beş kuş vurabilecekleri sponsorluk projeleri:
Son yıllarda yükselişe geçmiş olan Türk sinemasının en ilginç örneklerinden biri hiç şüphesiz “Neredesin Firuze” idi. Şimdi o filmin yönetmeni Ezel Akay yeni bir projeye hazırlanıyor. Bursa'da çekeceği ve başrollerini Haluk Bilginer, Ata Demirer, Şebnem Dönmez'in paylaşacağı filmin adı "Hacivat'la Karagöz neden öldürüldü?". Filmde 1200'lü yıllarda Bursa'da yaşamış olan Karagöz'le Hacivat'ın gerçek hayat hikayeleri mizahî bir şekilde ele alınacakmış. Bursa Orhaneli'nde 5 dönümlük plato inşaatına başlanmış. Eylül ayında çekimleri tamamlanacakmış. 2006 Şubatında vizyona girecek olan film tamamlandıktan sonra platosu açık hava müzesi olarak kullanıma açılacakmış.
İkincisi, “Anadolu Ateşi”. Son gösterilerini 5 binden fazla insanın tıklım tıklım doldurduğu Açıkhava’da bir kez daha izledim. Göğsüm kabardı. Bir hafta önce de Paris’te 10 binden fazla insanı yerlerinden oynatmışlar. Bugüne kadar 800’den fazla gösteri. Hepsi kapalı gişe. Hepsi yüz akı. Londra’nın simgesi haline gelen ve 53 yıldır sergilenen “Fare Kapanı” oyunu gibi, bu kez tüm Türkiye’nin değer ve duygularını anlatan bir klasik ortaya çıkıyor. Sonbaharda Mısır’da bir zamanlar Aida’nın sergilendiği Firavun mekânlarında tarihi bir gösteriye hazırlanıyorlar. Devlet, bedavaya kültürel bağ ve iletişim kuran, oyunu sürekli yenileyip zenginleştiren Mustafa Erdoğan’ın heykelini dikeceğine Aspendos’daki oyun için izni ancak 6 ayda verebilmiş... Belki de fırsatın farkında değil.
Gelelim üçüncü olanağa. Uluslararası Halka İlişkiler Derneği IPRA’nın İstanbul’daki Dünya Kongresi de Dünya Mimarlarının İstanbul buluşması da geçti ama sırada Dünya Hidrojen Enerjisi Kongresi var. Hani dünyanın son yıllarda yavaş yavaş geçtiği ve atığı saf su olan yeni enerji kaynağı.
Bizden hatırlatması...
Üç çarpıcı gazete ilanı
Bu hafta üç gazete ilanı dikkatimi çekti. İlki Miller’in. Karede bir dolunay akşamında deniz kenarında verilen parti... Dört genç, ikisinin elinde Miller var. Gökyüzündeki dolunayın dörtte üçü Miller dolu. Hem romantik ol, hem de insanın canını bira çektir! Zor iş. Ama başarmışlar.
İkincisi Renault Yetkili Servisleri’nin ‘pagekiller’ (sayfa öldüren) denen türden sayfanın üst yarısının ortasına yerleştirilmiş, sade ama bir o kadar dikkat çekici ilanı. Sadece dört balkabağı görseli ve üstünde “Kabakları getirin, yepyeni lastikleri götürün” anonsu! Başka söze gerek var mı? Yalınlık, buluşçuluk bir araya geldi mi, çarpıcılık ve etkilik kendiliğinden oluşuyor sanki...
Üçüncüsü ise biraz riskli. Audi Servis “Serviste prestijin 7 prensibi” başlıklı ilanında satış sonrası en önemli hizmet olan servislerinin avantajlarını yedi maddede anlatmış. Buraya kadar her şey etkileyici. Ancak ilanın altında “Bu prensiplerden asla taviz vermeyeceğimize söz veriyoruz” yazıyor... “Söz veriyoruz” lafı siyasi iletişimde kullanılmış, ancak hayli tükenmiş ve güven erozyonuna uğramış bir vaat! İnşallah karıştırılmaz.
Çamur at izi kalsın!
İnternet ortamından gelen ya da yayınlanan her bilgiye şüpheyle bakmak gerekiyor. İnanmak için 3 ayrı kaynaktan falan doğrulatmak şart. Bu tecrübeye varmak için ille de HSBC ve British Airways’in (BA) başına gelenleri yaşamak gerekiyormuş demek ki...
Çok güvendiğim ve uluslararası şirketlerden birinin genel müdürlüğünü yapmış bir kişiden gelmişti mesaj. Bir ilandı bu. Üstünde HSBC ve BA’in logoları vardı. Erivan’da 27 – 28 Mayıs tarihlerinde düzenlenen ‘Ermeni diasporosu’ konferansının tanıtımıydı. Konferansın web sitesine baktım orada da vardı aynı bilgiler. Oysa iş öyle değilmiş. BA’in hiçbir alâkası olmamış. HSBC’de de durum farklı değil. 2002 yılında Erivan’da ekonomik konuların ele alındığı bir foruma katılmış. Hepsi o. Bankanın yetkilileri Sinem Şanlı ve Laçin Öncel, ‘o internet bilgileri asılsızdır’ diyorlar. Web sitesindeki logolarını da kaldırtmışlar. Ayrıca bulundukları ülkelerin kültür ve değerlerine aşırı hassasiyet gösterdiklerini ekliyorlar. İnternetten çamur atmanın hâlâ etkili bir cezası yok. Çamurun izini silmek de hiç kolay değil...