Yalan
20 Haziran 2019 - Yeni Şafak
Geçenlerde bir televizyon programındaydık. Bir vesileyle dedim ki: “Yalan, demokratik toplumlarda en ciddî ‘kusur’lu hareketlerin başında gelir. Örneğin, ABD Başkanını görevden almak için Başkanın Amerikan halkına yalan söylediğini kanıtlamak yeterlidir. Japonya gibi pek çok ülkede ise yalanın ortaya çıkmasıyla ya istifa edilir ya da intihar…”
Programda benimle birlikte konuk olan Gürkan Hacır dedi ki: “Bizde ortalıkta bir tane kamu görevlisi ya da siyasetçi kalmazdı…”
Biraz izam etse de Hacır haklıydı… Ama nasıl? Onlarda yalan söyleyenler tek tük ortaya çıkıyor. Hele büyük yalanlar gün ışığına hiçbir zaman çıkmayabiliyor. Bizde ise temel refleks işi pişkinliğe vurmak… Duymazdan görmezden gelmek, üstünü örtmek…
Peki nedir bu yalan işi?
İş-ilişki-iletişim yönetimi, yalansız olur mu?
Mümkün değil!
Nedenini ayrıntılı öğrenmek isteyen meraklı okura tavsiyemiz, 6 Haziran günü, bu köşede yayınlanan “Hakikatin iletişimi olmaz, gerçekliğin iletişimi olur” başlıklı yazımıza bir göz atmaları…
İş-ilişki ve iletişim, hakikatle değil, gerçeklikle ilintili bir süreçler manzumesidir. O nedenle de esas olarak hakikate değil, pembe, beyaz gibi çeşitli renklerden irili ufaklı yalanlara ve abartıya dayalı olarak yönetilirler. Bilindiği üzere “gerçeğin yarısı, tam bir yalandır” (A half truth is a whole lie).
Gündelik hayat içinde, özellikle çocuklarla ilişkide, iş hayatında ve özel-tüzel tüm ilişkilerde demek ki yalan, hayatın gerçekliğinin değişmez bir parçası hâline gelmiş…
Eğer inzivaya çekilip tüm dünyevi ilişkilerinizden vazgeçmemişseniz, kendinizi yalanların çeşitli renklerinin içinde bulmanız mukadderdir.
Peki erdemler ne olacak? İnançlar ne olacak?
Değer sistemlerinin temelini, bilindiği gibi, dini inançlar, gelenekler oluşturur. Sorularlaislamiyet.com adlı sitede yer alan açıklamaya bir göz atalım:
“Doğruluğun, istikametin, ahde vefanın zıddı olan yalan, hemen hemen her insanın nefret ettiği kötü bir alışkanlıktır. Bununla birlikte, acaba bazı hallerde yalan söylemek, yalan beyanda bulunmak caiz midir?
Önce, bazı sebeplerden dolayı yalana benzeyen beyanda bulunmaya cevaz veren hadis ve rivayetlere ve bu konuyla ilgili İslâm ulemâsının görüşlerine müracaat edelim:
Buharî ve Müslim Sahihlerinde şöyle bir hadis zikrederler:
‘Halkın arasını düzelten ve bunun için hayır niyetiyle söz ulaştıran veya hayır kasdıyla yalan söyleyen, yalancı değildir.’ (Buharî, Sulh 2; Müslim, Birr 101)
Yine Müslim, bu hadisin devamında Ümmü Gülsüm’den (r.a.) şu meâlde bir rivayeti de kaydetmektedir:
‘İnsanların söylediklerinden hiçbir şeyde yalana ruhsat verildiğini işitmedim; ancak şu üç durum müstesna: 1) Harpte, 2) İnsanların arasını bulmada, 3) Kadının kocasına, kocanın da karısına karşı -ailenin düzeni için söylediklerinde-...’ (Müslim, age.)”
Bir de İbn Rüşd’ün Platon yorumu içinde ele aldığı ‘kutsal yalan’ kavramı çerçevesinde belirttiği üzere, tabiplerle hükümdarların yalan söylemeleri mübahmış.
Hakikatin tefsirini biz gene ulemaya bırakıp gerçekliğin pratiğine dönelim… Orada erdemler nasıl çalışıyor diye soralım…
Tüm kültürlerde aynı şey: Yalanlar ortaya çıkana kadar ortalık sakin(!). Ancak yalan ortaya çıktığında kültürler arası fark da belirginleşiyor.
Tekâmül etmiş toplumlarda çömlek patladığında yalan söyleyene, toplum adına, ağır bedeller ödetiliyor. Tekâmül etmemiş toplumlarda ise bazen herhangi bir bedel ödemeksizin sıyrılmaya, işi pişkinliğe vurmaya çalışanların sayısı bir hayli kalabalık.
Ama şu biline ki, yalancının mumu genellikle yatsıya kadar yanıyor ve yalanlar asla unutulmuyor, cezalandırılmasa bile hayli ciddî negatif bir algı tortusu bırakıyor.
Programda benimle birlikte konuk olan Gürkan Hacır dedi ki: “Bizde ortalıkta bir tane kamu görevlisi ya da siyasetçi kalmazdı…”
Biraz izam etse de Hacır haklıydı… Ama nasıl? Onlarda yalan söyleyenler tek tük ortaya çıkıyor. Hele büyük yalanlar gün ışığına hiçbir zaman çıkmayabiliyor. Bizde ise temel refleks işi pişkinliğe vurmak… Duymazdan görmezden gelmek, üstünü örtmek…
Peki nedir bu yalan işi?
İş-ilişki-iletişim yönetimi, yalansız olur mu?
Mümkün değil!
Nedenini ayrıntılı öğrenmek isteyen meraklı okura tavsiyemiz, 6 Haziran günü, bu köşede yayınlanan “Hakikatin iletişimi olmaz, gerçekliğin iletişimi olur” başlıklı yazımıza bir göz atmaları…
İş-ilişki ve iletişim, hakikatle değil, gerçeklikle ilintili bir süreçler manzumesidir. O nedenle de esas olarak hakikate değil, pembe, beyaz gibi çeşitli renklerden irili ufaklı yalanlara ve abartıya dayalı olarak yönetilirler. Bilindiği üzere “gerçeğin yarısı, tam bir yalandır” (A half truth is a whole lie).
Gündelik hayat içinde, özellikle çocuklarla ilişkide, iş hayatında ve özel-tüzel tüm ilişkilerde demek ki yalan, hayatın gerçekliğinin değişmez bir parçası hâline gelmiş…
Eğer inzivaya çekilip tüm dünyevi ilişkilerinizden vazgeçmemişseniz, kendinizi yalanların çeşitli renklerinin içinde bulmanız mukadderdir.
Peki erdemler ne olacak? İnançlar ne olacak?
Değer sistemlerinin temelini, bilindiği gibi, dini inançlar, gelenekler oluşturur. Sorularlaislamiyet.com adlı sitede yer alan açıklamaya bir göz atalım:
“Doğruluğun, istikametin, ahde vefanın zıddı olan yalan, hemen hemen her insanın nefret ettiği kötü bir alışkanlıktır. Bununla birlikte, acaba bazı hallerde yalan söylemek, yalan beyanda bulunmak caiz midir?
Önce, bazı sebeplerden dolayı yalana benzeyen beyanda bulunmaya cevaz veren hadis ve rivayetlere ve bu konuyla ilgili İslâm ulemâsının görüşlerine müracaat edelim:
Buharî ve Müslim Sahihlerinde şöyle bir hadis zikrederler:
‘Halkın arasını düzelten ve bunun için hayır niyetiyle söz ulaştıran veya hayır kasdıyla yalan söyleyen, yalancı değildir.’ (Buharî, Sulh 2; Müslim, Birr 101)
Yine Müslim, bu hadisin devamında Ümmü Gülsüm’den (r.a.) şu meâlde bir rivayeti de kaydetmektedir:
‘İnsanların söylediklerinden hiçbir şeyde yalana ruhsat verildiğini işitmedim; ancak şu üç durum müstesna: 1) Harpte, 2) İnsanların arasını bulmada, 3) Kadının kocasına, kocanın da karısına karşı -ailenin düzeni için söylediklerinde-...’ (Müslim, age.)”
Bir de İbn Rüşd’ün Platon yorumu içinde ele aldığı ‘kutsal yalan’ kavramı çerçevesinde belirttiği üzere, tabiplerle hükümdarların yalan söylemeleri mübahmış.
Hakikatin tefsirini biz gene ulemaya bırakıp gerçekliğin pratiğine dönelim… Orada erdemler nasıl çalışıyor diye soralım…
Tüm kültürlerde aynı şey: Yalanlar ortaya çıkana kadar ortalık sakin(!). Ancak yalan ortaya çıktığında kültürler arası fark da belirginleşiyor.
Tekâmül etmiş toplumlarda çömlek patladığında yalan söyleyene, toplum adına, ağır bedeller ödetiliyor. Tekâmül etmemiş toplumlarda ise bazen herhangi bir bedel ödemeksizin sıyrılmaya, işi pişkinliğe vurmaya çalışanların sayısı bir hayli kalabalık.
Ama şu biline ki, yalancının mumu genellikle yatsıya kadar yanıyor ve yalanlar asla unutulmuyor, cezalandırılmasa bile hayli ciddî negatif bir algı tortusu bırakıyor.