Yalnızlık: İnsanın kendine ecnebileşmesi (!)..
16 MAYIS 2012
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre tek başına yaşayanlarımızın sayısında artış varmış. Kadınlar bu konuda erkekleri geçmiş. Yaklaşık 782 bin kadın ve 360 bin erkek yalnız başına yaşıyormuş. Bu rakkamlar, özellikle de 30-64 yaş aralığındaki yalnız insanlar için geçerliymiş. Bizim gazete bu haberi dün ‘Adamlar da ıssız, kadınlar da’ başlığıyla verdi.
Avrupa’da yalnız yaşamayı seçen gençlerin küresel krizle birlikte anne-babalarının yanına döndüklerini biliyoruz. Peki ama bu durumda ‘Bize ne oluyor?” sorusu akla gelmiyor mu?
Bilgisayar bağımlılarını göz önünde bulundurarak soralım: Teknoloji midir bizi yalnızlaştıran? Yoksa öylesine bunalıma düşmek mi? Ya da iletişimi yönetememek? Ya da ilişkiyi yönetememek?..
Soruların yanıtı ararken 1994 yılında vefat eden Amerikalı psikiyatr Rollo May’in ‘Kendini Arayan İnsan’ adlı kitabına bir göz atmakta yarar olabilir mi?..
***
Rollo May, Rönesans’tan bu yana çağlar boyu süregelen en geçerli iki ‘tutumdan’ söz ediyor. Biri, ‘bireysel rekabet hayranlığı’; diğeri, ‘bireysel mantığa duyulan güven’… İşte bu bireysel rekabete duyulan hayranlık ve mantık saplantısının Batı toplumunu ileri götürdüğünü, ancak bu iki prensibin, ‘düşünen, hisseden, isteyen’ insanı veya böyle bir kişilik bütünlüğünü parçalara böldüğünü ve parçaların her birinin bir başka tarafa gitmek istediğini söylüyor. Hiç de yabana atılacak bir saptama değil.
İşte parçalara örnek:
Bireysel rekabete duyulan hayranlık’tan yola çıkan temel soru:
“Neden hep ekonomik mücadele başkalarıyla savaşmayı gerektirir?”
Mantık saplantısından yola çıkan temel soru:
“Neden mantık her zaman duyguya karşı konumlandırılır?”
***
Rollo May, herkesin yanlış soruları sorduğu görüşünde. O zaman ne oluyor? Parçabuçuk dünyada el yordamıyla bulabildiği yanıtlarla kişilikler, Teoman’ın şarkısında olduğu gibi ‘paramparça’ halde arz-ı endam ediyor.
May’e göre örneğin okula giderken ‘mantık’ devredeyse, sevgiliyle randevuda ‘duygular’, sınavlara çalışırken ‘irade’ ve kutsal mekânlarda ‘dini sorumluluklar’ ağır basıyor. Bu parçaların her birinin ayrı ayrı ‘özendiren’ bir amigosu olduğunda, ruh dünyamızda da her duruma uygun biçimde bir taraflara çekilir halde buluyoruz kendimizi.
Sonuç: Düşünen, hisseden, isteyen insanın bütünlüğü parçalanıyor ve Rollo May’e göre, insan ya sadece düşünüyor, ya da sadece hissediyor; veya sadece istiyor. ‘Benlik Kavramı’ da böylece yitirilip güme gidiyor. Rollo May, ‘Benlik’ derken, Sokrates’in ‘kendini bil’ özdeyişindeki, ‘insanlığın en zor mücadelesi’ni kast ettiğini de özellikle belirtelim. Sonra şu Kierkegard alıntısı geliyor:
“Riske atılmak en uç anlamda tamamıyla kendi öz bilincimize erişmektir.”
Rollo May, Arthur Miller’in ‘Satıcının Ölümü’ adlı eserinden şu cümleye dikkat çekmiş:
“Sadece, başına gelenleri olduğu gibi kabullenenler ‘aykırı’ değillerdir ve çoğumuz bu gruba dahiliz.”
***
Yalnız yaşayan kadınlarımız ve erkeklerimizin sayısının neden arttığını bilemeyebiliriz… Ancak kendi yalnızlığımıza acımak yerine dünyaya bir göz atmakta yarar var. Göz attığımızda da karşımıza Batı referanslarıyla düşünen ecnebi aydınlarımızı yerden yere vuran o ünlü tespit çıkıyor: “Amerika maneviyatını yitiriyor!”…
Hele de Avrupa Birliği… ‘Maneviyatın’ kendi dillerinde bire bir karşılığı olmayan bu ülkelerde insanların yalnızlığını anlamak bir nebze olsun mümkün. Ya bizde?..
Ülkemizdeki kadın ve erkeklerimizin yalnızlıklarının sebebi köklerini kısmen de olsa reddedip toplumlarına, kültürlerine, değerlerine ve nihayet ‘kendilerine yabancılaşmaları’ olmasın?..
Avrupa’da yalnız yaşamayı seçen gençlerin küresel krizle birlikte anne-babalarının yanına döndüklerini biliyoruz. Peki ama bu durumda ‘Bize ne oluyor?” sorusu akla gelmiyor mu?
Bilgisayar bağımlılarını göz önünde bulundurarak soralım: Teknoloji midir bizi yalnızlaştıran? Yoksa öylesine bunalıma düşmek mi? Ya da iletişimi yönetememek? Ya da ilişkiyi yönetememek?..
Soruların yanıtı ararken 1994 yılında vefat eden Amerikalı psikiyatr Rollo May’in ‘Kendini Arayan İnsan’ adlı kitabına bir göz atmakta yarar olabilir mi?..
***
Rollo May, Rönesans’tan bu yana çağlar boyu süregelen en geçerli iki ‘tutumdan’ söz ediyor. Biri, ‘bireysel rekabet hayranlığı’; diğeri, ‘bireysel mantığa duyulan güven’… İşte bu bireysel rekabete duyulan hayranlık ve mantık saplantısının Batı toplumunu ileri götürdüğünü, ancak bu iki prensibin, ‘düşünen, hisseden, isteyen’ insanı veya böyle bir kişilik bütünlüğünü parçalara böldüğünü ve parçaların her birinin bir başka tarafa gitmek istediğini söylüyor. Hiç de yabana atılacak bir saptama değil.
İşte parçalara örnek:
Bireysel rekabete duyulan hayranlık’tan yola çıkan temel soru:
“Neden hep ekonomik mücadele başkalarıyla savaşmayı gerektirir?”
Mantık saplantısından yola çıkan temel soru:
“Neden mantık her zaman duyguya karşı konumlandırılır?”
***
Rollo May, herkesin yanlış soruları sorduğu görüşünde. O zaman ne oluyor? Parçabuçuk dünyada el yordamıyla bulabildiği yanıtlarla kişilikler, Teoman’ın şarkısında olduğu gibi ‘paramparça’ halde arz-ı endam ediyor.
May’e göre örneğin okula giderken ‘mantık’ devredeyse, sevgiliyle randevuda ‘duygular’, sınavlara çalışırken ‘irade’ ve kutsal mekânlarda ‘dini sorumluluklar’ ağır basıyor. Bu parçaların her birinin ayrı ayrı ‘özendiren’ bir amigosu olduğunda, ruh dünyamızda da her duruma uygun biçimde bir taraflara çekilir halde buluyoruz kendimizi.
Sonuç: Düşünen, hisseden, isteyen insanın bütünlüğü parçalanıyor ve Rollo May’e göre, insan ya sadece düşünüyor, ya da sadece hissediyor; veya sadece istiyor. ‘Benlik Kavramı’ da böylece yitirilip güme gidiyor. Rollo May, ‘Benlik’ derken, Sokrates’in ‘kendini bil’ özdeyişindeki, ‘insanlığın en zor mücadelesi’ni kast ettiğini de özellikle belirtelim. Sonra şu Kierkegard alıntısı geliyor:
“Riske atılmak en uç anlamda tamamıyla kendi öz bilincimize erişmektir.”
Rollo May, Arthur Miller’in ‘Satıcının Ölümü’ adlı eserinden şu cümleye dikkat çekmiş:
“Sadece, başına gelenleri olduğu gibi kabullenenler ‘aykırı’ değillerdir ve çoğumuz bu gruba dahiliz.”
***
Yalnız yaşayan kadınlarımız ve erkeklerimizin sayısının neden arttığını bilemeyebiliriz… Ancak kendi yalnızlığımıza acımak yerine dünyaya bir göz atmakta yarar var. Göz attığımızda da karşımıza Batı referanslarıyla düşünen ecnebi aydınlarımızı yerden yere vuran o ünlü tespit çıkıyor: “Amerika maneviyatını yitiriyor!”…
Hele de Avrupa Birliği… ‘Maneviyatın’ kendi dillerinde bire bir karşılığı olmayan bu ülkelerde insanların yalnızlığını anlamak bir nebze olsun mümkün. Ya bizde?..
Ülkemizdeki kadın ve erkeklerimizin yalnızlıklarının sebebi köklerini kısmen de olsa reddedip toplumlarına, kültürlerine, değerlerine ve nihayet ‘kendilerine yabancılaşmaları’ olmasın?..