Yandı gülüm keten helva!..
29 KASIM 2010
Gene bir aile ‘dağılıyor’. Yine bir aile birbirine çarpan iki testi gibi ‘ikiye bölünüyor’. Hani ikisinden biri kırılsa bile diğerinin mutlaka en azından çatlayacağı bir durumla bir kez daha karşı karşıyayız…
Acun ve eşi Zeynep Hanımefendi 1993’te tanışmışlar. Zeynep Hanım o zaman 17 yaşında. Acundan 7 yaş küçük. 10 yıl birlikte geçmiş. 2003’te evlenmişler… Yaşamlarının en zorlu bir o kadar da heyecanlı yıllarını birlikte geçirmişler. Hayatı beraber tasarlayıp paylaşmışlar… İlk eşinden Banu adında bir kızı olan Acun’un ikinci eşinden de iki kızı olmuş: Leyla ve Yasemin.
***
Sonra birden ne oluyorsa oluyor ve herkesin ‘büyük aşk’ diye tanımladığı ilişki çatırdıyor… Buraya kadar çok sık gördüğümüz, yaşadığımız bir dram. İstanbul’da boşanma oranı %45’in üstüne tırmanmak üzere. Almanya’da ise büyük şehirlerde bu rakam %50’nin üstünde... Yani özel bir yanı yok işin. Acı da olsa ‘vakayı âdiye’den… Çünkü kapitalizmin gelişimi ile birlikte büyük aile bozuluyor, yok oluyor. Çekirdek aile zor durumda falan… Peki, bu dramı, trajediye çevirmeden yaşamak mümkün değil mi?
Ya da dram hangi koşullarda trajediye dönüşebiliyor ve “Beni yak, kendini yak her şeyi yak” yaklaşımı ortaya çıkıyor?
Mesela, “Sen bana acı çektirdin, ben de sana çektiririm!” duygusu iki taraftan birinde egemen oldu mu, yandı gülüm keten helva… Kazananı olmayan bir oyun başlıyor…
“Burnundan fitil fitil getirmeye” kalkıldığında… Ya da “Hayatı zindan etmeye” karar verildiğinde… Bu duyguların tamamında karşı tarafa sıkılan kurşunların en az yarısı sekip insanın kendi ayağına denk geliverir…
***
Biz iş, ilişki ve iletişim yönetiminde her zaman “İçinizi ne kadar rahat ettirdiniz, tatmin oldunuz, ne kadar rahatladınız?” diye sormayız; “sonunda kim ne kazandı?” diye sorgularız… Çünkü ilişki ve iletişim yönetimi amaç odaklıdır…
Acun ve Zeynep Ilıcalı çiftinin boşanmaya giden yolda şu aşamada kazançlı çıkmış olan tek taraf, olayı düzgün ve adam gibi verenleri bir kenara bırakacak olursak, tiraj kaygısı ile, Ilıcalı ailesinin çocuklarını ve Zeynep Hanım’ı hiç dikkate almaksızın haberi sulandırıp, parlatan ve reçelli bir şekilde sunan magazin medyası olmuştur…
Bilgileri basına sızdıranların hedefi bu idiyse, gerçekten de ulaştılar hedeflerine… Kutlarız kendilerini…
***
Tarafların mutlaka hasar göreceği bu olayda en az hasarı kim görür, dersiniz?.. Susmasını bilen taraf… Konuşanın kaybedeceği bir ilişki sürecidir bu…
Bir de durumdan vaziyet çıkarıp, ille de bir suçlu, sorumlu arayıp; sebepli sebepsiz olaya müdahil olmak isteyen ‘fırsatçılar’ var ki, onları toplumun kolektif vicdanına havale etmek lazım…
Vicdan ve akıl sahibi ve de zekâdan bir nebze nasibini almış ‘iyi aile terbiyesi’ görmüş insanoğlu’nun yapmaması gereken tek şey, tarafları suçlamak ve mutlaka birinden birinin ipini çekmeye çalışmaktır. En azından Banu, Leyla ve Yasemin’e karşı sorumluluğumuz biraz olsun kendimizi tutmasını bilmek ve tarafların kendi dramlarını kendilerinin yaşamalarına izin vermektir…
Acun ve eşi Zeynep Hanımefendi 1993’te tanışmışlar. Zeynep Hanım o zaman 17 yaşında. Acundan 7 yaş küçük. 10 yıl birlikte geçmiş. 2003’te evlenmişler… Yaşamlarının en zorlu bir o kadar da heyecanlı yıllarını birlikte geçirmişler. Hayatı beraber tasarlayıp paylaşmışlar… İlk eşinden Banu adında bir kızı olan Acun’un ikinci eşinden de iki kızı olmuş: Leyla ve Yasemin.
***
Sonra birden ne oluyorsa oluyor ve herkesin ‘büyük aşk’ diye tanımladığı ilişki çatırdıyor… Buraya kadar çok sık gördüğümüz, yaşadığımız bir dram. İstanbul’da boşanma oranı %45’in üstüne tırmanmak üzere. Almanya’da ise büyük şehirlerde bu rakam %50’nin üstünde... Yani özel bir yanı yok işin. Acı da olsa ‘vakayı âdiye’den… Çünkü kapitalizmin gelişimi ile birlikte büyük aile bozuluyor, yok oluyor. Çekirdek aile zor durumda falan… Peki, bu dramı, trajediye çevirmeden yaşamak mümkün değil mi?
Ya da dram hangi koşullarda trajediye dönüşebiliyor ve “Beni yak, kendini yak her şeyi yak” yaklaşımı ortaya çıkıyor?
Mesela, “Sen bana acı çektirdin, ben de sana çektiririm!” duygusu iki taraftan birinde egemen oldu mu, yandı gülüm keten helva… Kazananı olmayan bir oyun başlıyor…
“Burnundan fitil fitil getirmeye” kalkıldığında… Ya da “Hayatı zindan etmeye” karar verildiğinde… Bu duyguların tamamında karşı tarafa sıkılan kurşunların en az yarısı sekip insanın kendi ayağına denk geliverir…
***
Biz iş, ilişki ve iletişim yönetiminde her zaman “İçinizi ne kadar rahat ettirdiniz, tatmin oldunuz, ne kadar rahatladınız?” diye sormayız; “sonunda kim ne kazandı?” diye sorgularız… Çünkü ilişki ve iletişim yönetimi amaç odaklıdır…
Acun ve Zeynep Ilıcalı çiftinin boşanmaya giden yolda şu aşamada kazançlı çıkmış olan tek taraf, olayı düzgün ve adam gibi verenleri bir kenara bırakacak olursak, tiraj kaygısı ile, Ilıcalı ailesinin çocuklarını ve Zeynep Hanım’ı hiç dikkate almaksızın haberi sulandırıp, parlatan ve reçelli bir şekilde sunan magazin medyası olmuştur…
Bilgileri basına sızdıranların hedefi bu idiyse, gerçekten de ulaştılar hedeflerine… Kutlarız kendilerini…
***
Tarafların mutlaka hasar göreceği bu olayda en az hasarı kim görür, dersiniz?.. Susmasını bilen taraf… Konuşanın kaybedeceği bir ilişki sürecidir bu…
Bir de durumdan vaziyet çıkarıp, ille de bir suçlu, sorumlu arayıp; sebepli sebepsiz olaya müdahil olmak isteyen ‘fırsatçılar’ var ki, onları toplumun kolektif vicdanına havale etmek lazım…
Vicdan ve akıl sahibi ve de zekâdan bir nebze nasibini almış ‘iyi aile terbiyesi’ görmüş insanoğlu’nun yapmaması gereken tek şey, tarafları suçlamak ve mutlaka birinden birinin ipini çekmeye çalışmaktır. En azından Banu, Leyla ve Yasemin’e karşı sorumluluğumuz biraz olsun kendimizi tutmasını bilmek ve tarafların kendi dramlarını kendilerinin yaşamalarına izin vermektir…