Yangına benzin dökenlerin dikkatine!..
28 TEMMUZ 2010
Hani şu duygu var ya, insanı öldürebilir: “Gerçekte orada ne oldu acaba?”…
Atatürk’ün evinin bombalandığına dair yalan haber ertesinde 6-7 Eylül’de Beyoğlu ve civarında olup bitenler... Kanlı Pazar’da Taksim meydanının kana bulanması… K. Maraş, Malatya, Sivas’da yaşananlar… “Gerçekte oralarda nelerin yaşandığını” ancak yıllar sonra öğrenme fırsatı ortaya çıkacaktı…
O günlerde bizi neye inandırmaya çalıştılar? Biz nelere inandık?..
Bugünden bakınca “Amma salakmışız!” diye hayıflanmanın hiç anlamı yok… Çünkü giderek rafine bir hal almaya başlayan bu iş (Bkz. Polanski’nin son filmi The Ghost Writer), tarih boyunca en sık başvurulan provokasyon (tahrik) yönetimidir…
Hitler’in emriyle Polonyalı askerlerinin kılığına girmiş Alman SS taburları, Almanya’nın Polonya sınırının burnunun dibindeki yerleşim birimi Gliewitz radyo istasyonuna düzenledikleri baskın, o tarihten sonra bu işin ‘prototip’i olmuştu. 31 Ağustos 1939'un ilk saatlerindeki saldırıda 9 Alman öldürülmüştü. Avrupa’da sinirlerin birer yay gibi gerildiği günlerdi. Alman basını yangına benzini hemen döküverdi. Polonyalı ‘hainlerin’ katliamını ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. O gün Hitler çarpıcı bir konuşma yaptı: Almanya’nın sabrı taşmak üzereydi… Bu Polonya da çok şımarmıştı…
Ertesi gün Alman birlikleri Polonya sınırını geçtiler. İkinci Dünya Savaşı’nın resmi başlangıcı olarak o tarih kabul edilir…
Bir sağdan vur bir soldan temizle; ondan sonra geç karşılarına birbirlerine girmelerini seyret… Sonra da armut gibi hepsini çevresiyle birlikte topla…
Durumda çok büyük değişiklik yok. Yine Balıkesir, Manisa, İnegöl’de ‘gerçekte’ neler olduğunu bilmiyoruz… Yine bizim bazı ‘benzinci’ gazetecilerimiz üç beş tiraj, artacağına inandıkları okur sayıları adına, bir kıvılcımdan orman yangını çıkarmak, oradan da ülkeyi yakmak için yırtınıyorlar…
“Aferin şuna yahu; kaleminden kan damlamış!”…
Damlatın siz kalemlerden kanı, damlatın…
Sadece arada bir dönüp arkanıza, tarihe bakın bakalım; o damlatılmış kanların içinde kimler boğulmuş; ateşlenen ormanların içinde kimler de çıra gibi yanmış…
Belki sonra itidali, istikrarı, dirlik düzeni, barış içinde bir arada yaşamayı savunursunuz… O zaman hiç de fena olmaz…
İstanbul Open boş tribünlere oynuyor
Eşim eski tenisçi… Her turnuvayı seyreder. Hele de Avustralya Açık, Roland Garros, Wimbledon, Amerika Açık… İstanbul Cup da birkaç yıldır ilgi alanına girdi. Şöhretli raketlerin katılımı arttı.
Bir ara içeriden bağırdı: “Gel şu manzaraya bak!”… Önce bir şey anlamadım. Sahaya bakıyordum çünkü. Oysa o tribünleri gösteriyormuş… Bomboş… Belli belirsiz tek tük seyirci var… Peki, kortta kim oynuyor? Roland Garros’un bu yılki şampiyonu Schiavone… Tipine bakmayın… Fırtına gibi kız… Daha büyüğü Williams’lar falan. O da şimdilik… Ama bizimkiler yüzüne bile bakmıyor herhalde… Kimse yok tribünlerde…
Kadının maçları yurt dışından da izleniyor… Düşünün siz…
İstanbul Cup… İstanbul Avrupa’nın Kültür Başkenti… Kortta Schiavone; izleyici yok… Kaçan fırsata mı yanmalı; bu işin tanıtımını adam gibi yapamadılar, seyirciyi çekemediler diye turnuvayı düzenleyenlere mi kızmalı; ışıklandırma direklerinin gölgesi sahanın tam ortasına düşüp seyir zevkinin içine ediyor, ona mı bozulmalı; kadıncağız bu nem ve sıcakta geldiğine geleceğine pişman olmuştur diye empati mi yapmalı; şaştım kaldım doğrusu…
Referandum günlüğü
Referanduma 47 gün kaldı, siyasi iletişimde ‘konu’, ‘gündem’ yönetimi ve stratejik iletişim planlaması konusunda inisiyatif almak adına muhalefet kanadında herhangi bir çarpıcı adım görünürde yok… Ya da var da ben göremedim. Gören olursa lütfen yazsın yere göğe sığdırmayalım…
Atatürk’ün evinin bombalandığına dair yalan haber ertesinde 6-7 Eylül’de Beyoğlu ve civarında olup bitenler... Kanlı Pazar’da Taksim meydanının kana bulanması… K. Maraş, Malatya, Sivas’da yaşananlar… “Gerçekte oralarda nelerin yaşandığını” ancak yıllar sonra öğrenme fırsatı ortaya çıkacaktı…
O günlerde bizi neye inandırmaya çalıştılar? Biz nelere inandık?..
Bugünden bakınca “Amma salakmışız!” diye hayıflanmanın hiç anlamı yok… Çünkü giderek rafine bir hal almaya başlayan bu iş (Bkz. Polanski’nin son filmi The Ghost Writer), tarih boyunca en sık başvurulan provokasyon (tahrik) yönetimidir…
Hitler’in emriyle Polonyalı askerlerinin kılığına girmiş Alman SS taburları, Almanya’nın Polonya sınırının burnunun dibindeki yerleşim birimi Gliewitz radyo istasyonuna düzenledikleri baskın, o tarihten sonra bu işin ‘prototip’i olmuştu. 31 Ağustos 1939'un ilk saatlerindeki saldırıda 9 Alman öldürülmüştü. Avrupa’da sinirlerin birer yay gibi gerildiği günlerdi. Alman basını yangına benzini hemen döküverdi. Polonyalı ‘hainlerin’ katliamını ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. O gün Hitler çarpıcı bir konuşma yaptı: Almanya’nın sabrı taşmak üzereydi… Bu Polonya da çok şımarmıştı…
Ertesi gün Alman birlikleri Polonya sınırını geçtiler. İkinci Dünya Savaşı’nın resmi başlangıcı olarak o tarih kabul edilir…
Bir sağdan vur bir soldan temizle; ondan sonra geç karşılarına birbirlerine girmelerini seyret… Sonra da armut gibi hepsini çevresiyle birlikte topla…
Durumda çok büyük değişiklik yok. Yine Balıkesir, Manisa, İnegöl’de ‘gerçekte’ neler olduğunu bilmiyoruz… Yine bizim bazı ‘benzinci’ gazetecilerimiz üç beş tiraj, artacağına inandıkları okur sayıları adına, bir kıvılcımdan orman yangını çıkarmak, oradan da ülkeyi yakmak için yırtınıyorlar…
“Aferin şuna yahu; kaleminden kan damlamış!”…
Damlatın siz kalemlerden kanı, damlatın…
Sadece arada bir dönüp arkanıza, tarihe bakın bakalım; o damlatılmış kanların içinde kimler boğulmuş; ateşlenen ormanların içinde kimler de çıra gibi yanmış…
Belki sonra itidali, istikrarı, dirlik düzeni, barış içinde bir arada yaşamayı savunursunuz… O zaman hiç de fena olmaz…
İstanbul Open boş tribünlere oynuyor
Eşim eski tenisçi… Her turnuvayı seyreder. Hele de Avustralya Açık, Roland Garros, Wimbledon, Amerika Açık… İstanbul Cup da birkaç yıldır ilgi alanına girdi. Şöhretli raketlerin katılımı arttı.
Bir ara içeriden bağırdı: “Gel şu manzaraya bak!”… Önce bir şey anlamadım. Sahaya bakıyordum çünkü. Oysa o tribünleri gösteriyormuş… Bomboş… Belli belirsiz tek tük seyirci var… Peki, kortta kim oynuyor? Roland Garros’un bu yılki şampiyonu Schiavone… Tipine bakmayın… Fırtına gibi kız… Daha büyüğü Williams’lar falan. O da şimdilik… Ama bizimkiler yüzüne bile bakmıyor herhalde… Kimse yok tribünlerde…
Kadının maçları yurt dışından da izleniyor… Düşünün siz…
İstanbul Cup… İstanbul Avrupa’nın Kültür Başkenti… Kortta Schiavone; izleyici yok… Kaçan fırsata mı yanmalı; bu işin tanıtımını adam gibi yapamadılar, seyirciyi çekemediler diye turnuvayı düzenleyenlere mi kızmalı; ışıklandırma direklerinin gölgesi sahanın tam ortasına düşüp seyir zevkinin içine ediyor, ona mı bozulmalı; kadıncağız bu nem ve sıcakta geldiğine geleceğine pişman olmuştur diye empati mi yapmalı; şaştım kaldım doğrusu…
Referandum günlüğü
Referanduma 47 gün kaldı, siyasi iletişimde ‘konu’, ‘gündem’ yönetimi ve stratejik iletişim planlaması konusunda inisiyatif almak adına muhalefet kanadında herhangi bir çarpıcı adım görünürde yok… Ya da var da ben göremedim. Gören olursa lütfen yazsın yere göğe sığdırmayalım…