Yargı Paketinde Kritik Eşik: İletişim
21 Eylül 2019 - Yeni Şafak
Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit Gül’ün canı herhâlde çok sıkılmış olmalı ki böyle bir açıklamaya gerek duydu:
“Bu örgütün sadece yargıya, orduya, emniyete sızdığı sanılmasın. Nerede ahlaksızca bir saldırı varsa bilin ki orada FETÖ’nün bir tezahürü vardır. Daha düne kadar FETÖ’cülerle aynı maklubeye kaşık sallayanlar, bugün çıkıp bize FETÖ ile mücadele dersi vermeye, asil şerefli Türk yargısına saldırmaya kalkmasın, kalkışmasınlar.”
Sert ve ağır bir çıkış olarak yorumlayabileceğimiz bu açıklamaya neden olan eleştirilere bakınca “insan taş olsa çatlar” diye düşünenlerin sayısının az olmayışını anlamak mümkün. Açıklamanın hedefinde iki kesim var: Biri, ‘FETÖ Borsası’ ifadesini kullanarak, terör örgütü üyelerinin kurtarılmaya çalışıldığını iddia eden dışarıdakiler… İkincisi de AK Parti içinde homurdananlar, içeridekiler…
Yargı rejiminde bugün eleştirilen yönlerin çok daha fazlası darbe öncesi ve sonrasını kapsayan 12 Eylül 1980 sürecinde oluşmamış mıydı? Yine 1960 darbesi, 12 Mart muhtırası ve 28 Şubat sürecinde adalet mi kalmıştı?
Sayın Bakan’ın da ifade ettiği gibi talimatla gerçekleşen hâkim ve savcı hareketleri olmuştu…
Diğer tarafta da zaman zaman ortaya çıkan ‘akçeli işler’ meselesi var… Bunlar gündeme getirilerek Türkiye’deki adalet mekanizmasının yeter derecede adilane çalışmadığı iddia ediliyor. O kadar yersiz bir suçlama ki…
Ancak “insan insanın kurdudur’” sözünü hatırlatalım. İnsan olduğu sürece akçeli işler de var olacaktır. Mesele, bunların saptanması ve önlenmesi meselesidir.
Mesela, Batı’da yolsuzluk yok mu? İngiltere, ABD ve Almanya’da yolsuzluğun daniskası var… Peki, buralarda adalet sistemi çökmüştür denebilir mi?
Eleştirirken kantarın topuzunu kaçırmamak lazım. Bunların yaşanması arzulanan durumlar olmasa da sistemin tamamen çöktüğünü iddia etmek abesle iştigaldir.
Elbette ki adalet sistemine yüzde yüz güven çok önemli. İşte bunu tesis edecek olan da Sayın Bakan Gül ve Bakanlık ekibinin emekleriyle ortaya konan ‘yargı reformu’dur. Onun için de bu paketin ‘dört başı mamur’ bir şekilde hazırlamasına çalışıldığı gibi, reformun kamuoyuna sunulmasında da aynı titizlik gösterilmelidir.
Kritik nokta, Sayın Adalet Bakanı’nın bu reformu duyurduktan sonra işin arkasını, yani ‘iletişim boyutunu’ boş bırakmamasıdır.
Peki, boş bırakırsa ne olur?
Birkaç gündür TV’de izliyoruz. Hemen kamplara bölünüp birbirlerine saldırıyorlar, ‘didişmeci tartışmacılar’…
Bu ‘didişme programlarının’ uzun ömürlü olacağını zannetmiyorum. Artık izleyici bıktı… Sekiz seçim üst üste meydanlarda didişme, televizyonlarda didişme, afişlerde didişme…
Yargı reformu paketinin tanıtılacağı, hemen önümüzdeki dönemde, her fırsat değerlendirilmeli. Paketin, ‘didişmeci tartışmacılar’ elinde itibarsızlaştırılmasına ve bu meselenin bir çatışma vesilesi hâline getirilmesine engel olunmalı. Mesele, ciddiyet ve derinlikle ele alınarak masaya yatırılmalı. Bunun için de konuşmak, iletişimini doğru yapmak lazım.
“Bu örgütün sadece yargıya, orduya, emniyete sızdığı sanılmasın. Nerede ahlaksızca bir saldırı varsa bilin ki orada FETÖ’nün bir tezahürü vardır. Daha düne kadar FETÖ’cülerle aynı maklubeye kaşık sallayanlar, bugün çıkıp bize FETÖ ile mücadele dersi vermeye, asil şerefli Türk yargısına saldırmaya kalkmasın, kalkışmasınlar.”
Sert ve ağır bir çıkış olarak yorumlayabileceğimiz bu açıklamaya neden olan eleştirilere bakınca “insan taş olsa çatlar” diye düşünenlerin sayısının az olmayışını anlamak mümkün. Açıklamanın hedefinde iki kesim var: Biri, ‘FETÖ Borsası’ ifadesini kullanarak, terör örgütü üyelerinin kurtarılmaya çalışıldığını iddia eden dışarıdakiler… İkincisi de AK Parti içinde homurdananlar, içeridekiler…
Yargı rejiminde bugün eleştirilen yönlerin çok daha fazlası darbe öncesi ve sonrasını kapsayan 12 Eylül 1980 sürecinde oluşmamış mıydı? Yine 1960 darbesi, 12 Mart muhtırası ve 28 Şubat sürecinde adalet mi kalmıştı?
Sayın Bakan’ın da ifade ettiği gibi talimatla gerçekleşen hâkim ve savcı hareketleri olmuştu…
Diğer tarafta da zaman zaman ortaya çıkan ‘akçeli işler’ meselesi var… Bunlar gündeme getirilerek Türkiye’deki adalet mekanizmasının yeter derecede adilane çalışmadığı iddia ediliyor. O kadar yersiz bir suçlama ki…
Ancak “insan insanın kurdudur’” sözünü hatırlatalım. İnsan olduğu sürece akçeli işler de var olacaktır. Mesele, bunların saptanması ve önlenmesi meselesidir.
Mesela, Batı’da yolsuzluk yok mu? İngiltere, ABD ve Almanya’da yolsuzluğun daniskası var… Peki, buralarda adalet sistemi çökmüştür denebilir mi?
Eleştirirken kantarın topuzunu kaçırmamak lazım. Bunların yaşanması arzulanan durumlar olmasa da sistemin tamamen çöktüğünü iddia etmek abesle iştigaldir.
Elbette ki adalet sistemine yüzde yüz güven çok önemli. İşte bunu tesis edecek olan da Sayın Bakan Gül ve Bakanlık ekibinin emekleriyle ortaya konan ‘yargı reformu’dur. Onun için de bu paketin ‘dört başı mamur’ bir şekilde hazırlamasına çalışıldığı gibi, reformun kamuoyuna sunulmasında da aynı titizlik gösterilmelidir.
Kritik nokta, Sayın Adalet Bakanı’nın bu reformu duyurduktan sonra işin arkasını, yani ‘iletişim boyutunu’ boş bırakmamasıdır.
Peki, boş bırakırsa ne olur?
Birkaç gündür TV’de izliyoruz. Hemen kamplara bölünüp birbirlerine saldırıyorlar, ‘didişmeci tartışmacılar’…
Bu ‘didişme programlarının’ uzun ömürlü olacağını zannetmiyorum. Artık izleyici bıktı… Sekiz seçim üst üste meydanlarda didişme, televizyonlarda didişme, afişlerde didişme…
Yargı reformu paketinin tanıtılacağı, hemen önümüzdeki dönemde, her fırsat değerlendirilmeli. Paketin, ‘didişmeci tartışmacılar’ elinde itibarsızlaştırılmasına ve bu meselenin bir çatışma vesilesi hâline getirilmesine engel olunmalı. Mesele, ciddiyet ve derinlikle ele alınarak masaya yatırılmalı. Bunun için de konuşmak, iletişimini doğru yapmak lazım.