Yavuz çok iyi yetişmiş bir gençti…
19 aralık 2017 - Yeni Şafak
Mesut Yılmaz bey ve ailesini 1990’ların ikinci yarısında yakından tanıma fırsatı bulmuştum… Avrupa Birliği konusunda Mesut beyin müthiş çabasının gündemde olduğu yıllardı. Hamburg, Düsseldorf ve Brüksel’de büroları bulunan iletişim ajansı Synchronis’in Ajans Başkanı Christian Langer ile birlikte AB meselelerinde siyasi iletişim konusunda elimizden geldiğince katma değer getirmeye çalışmıştık…
Beni fazla entelektüel bulur, şaka yollu bile olsa siyasetten de pek anlamadığını ima etmekten geri durmazdı. Neden hâlâ iletişim danışmanlığı hizmeti almak istediğini sorduğumda da şöyle dediği dün gibi hafızamdadır: “Aliciğim, senin söylediğin 10 şeyden 9’u havada kalıyor. Ancak bir tanesi öyle işe yarıyor ki… O nedenle senden vazgeçmiyorum…”
İletişim çalışmalarına karınca kararınca katılmamız 2002 seçimlerinden 6 ay öncesine kadar sürmüştü… Toplantıların çoğunu Mesut beylerin evinde, ya Ankara’da ya da Beykoz Konakları’nda yapardık… Toplantıların verimli geçmesi için Mesut Bey’in değerli eşi Berna Yılmaz Hanımefendi’nin zarafetle harcadığı çabaları unutmamız mümkün değildi.
Büyük oğulları Yavuz’u da o yıllarda yakinen tanıma fırsatı bulmuştum. Salzburg’da lise öğrenimini sürdürüyordu. Bir genç bu kadar mı iyi yetişir, bu kadar mı efendi, çalışkan, akıllı olur… Delikanlının tekâmülünde en büyük rolün Berna Yılmaz hanımefendide olduğunu ailenin yakını herkes bilirdi… Yavuz’u tanıyıp da sevmeyen tek kişiye rastlamanız olası değildi…
Mesut bey çalışmamız sonlandıktan sonra da Yavuz Yılmaz’la birkaç kere daha görüştük. İletişim ve pazarlama konularında bir iki şey danışmıştı. Her zamanki kibarlığı ve saygılı davranışıyla…
Haberi aldığımdan bu yana inanabilmiş değilim… Bazı sıkıntıları olduğu biliniyordu. Başta Berna hanım olmak üzere, Mesut bey dahil, aile ne zaman hangi sıkıntısını tüm dünyayla paylaşmıştı ki… O nedenle pek çokları için şok etkisi yarattı Yavuz’un bu âni gidişi…
Allah gani gani rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun… Kim bilir ne kadar acı çekmiş olmalı… Sadece birkaç saat önce annesinin sağlığını merak edecek kadar ailesine düşkün bir insanın, dünyadan ayrılmaya karar vermesi için, hayatla bağlarının katlanılamayacak kadar bir acı sarmalının içine düşmüş olması ne onulmaz bir kader…
Allah, Berna Hanım ve Mesut beye ve tüm aileye sabırlar versin…
Oysa ne cahilmişiz…
Bu yaşıma gelmişim, hâlâ yaş günümde hediye almaya bayılırım. Alınan hediyenin parasal değerinden çok daha fazla verilen emeğe ve olaya katılan bireysel duyarlılığa önem verdiğimi bilenler, bazen gerçekten müthiş fikirler koyarlar ortaya…
Bu yıl da çok hoş hediyeler aldım. Bir tanesini de sizinle paylaşmak istiyorum… İki kitap almış kadim bir dostum. İkisinin de adı aynı: Dede Korkut Hikâyeleri…
Sadece o iki kitap mı etkiledi beni? Hayır tabii ki… Kitaplardan belki çok daha fazla paketin içinden çıkan, el yazısı ile yazılmış bir sayfalık not bazı şeyleri bir kez daha yeniden düşünmeme neden oldu.
Arkadaş, TV 24’te bir söyleşi dinlemiş. Belli ki çok etkilenmiş. Şöyle yazmış nota:
“24 TV’de Zeynep Türkoğlu’nun hazırlayıp sunduğu, ‘24 Portre’ adlı programda tanıtılan Türkolog Prof. Dr. Şeyma Güngör röportajını izlemek isterseniz, programın kaydını Youtube’da bulabilirsiniz.
Rahmetli Prof. Dr. Erol Güngör’ün eşi olan Prof. Dr. Şeyma Güngör diyor ki:
‘Halk edebiyatı, sözlü bir edebiyattır. Kişi değil toplumun eseridir. Dede Korkut hikâyeleri Orta Asya’da 9. Yüzyıl’da oluşmaya başlamış ve 15. Yüzyıl’da Anadolu’da yazıya geçirilmiş. 12 müstakil hikâyedir. Bu kadar zaman içinde, yani aşağı yukarı 600 sene içinde bu eser, anlatıcılar ve dinleyicilerin bir arada ortak ruhu, ortak olayları, ortak bakış tarzını, ortak zihniyeti, ortak giyimi, dekorasyonu, aile hayatını, her bir şeyi draje gibi çok ayrıntılı bir şekilde değil, ana hatlarıyla bünyesinde taşıyan eserlerdir.
Fuat Köprülü, ‘Tüm edebiyat eserlerini bir kefeye, Dede Korkut Hikâyeleri’ni diğer kefeye koyun Dede Korkut ağır basar’ demiş.
Ben öğrencilerime tarih şuurunu, Türk milletinin ana kültür kalıplarını öğretmeye çalıştım. Dede Korkut hikâyelerini okumayan hiçbir öğrencimi mezun etmedim.
Bu eserler Müslüman Türk olarak ana ruhumuzu, kimliğimizi yansıtırlar…”
Notu okuyup kitapları karıştırdıktan sonra, “Yuh!” çektim kendi kendime, “Demek ki, Şeyma Hoca’dan çakacakmışız…” Hep duydum, hep işittim, hatta bazı bölümlerinin çizgi film olarak hikâyesine de âşinâlığım vardır. Ancak bir tane bile Dede Korkut hikâyesi okumak nasip olmadı… O nedenle Fuat Köprülü ve Şeyma Hoca’nın sözleri karşısında bir hayli ezildiğimi itiraf etmeliyim…
Ne yapalım hatamızı telafi etmek bu yaşımızda kısmet olacakmış…
***
Peş peşe ne kadar çok yakınımızı ya da yakınlarımızın çok yakınlarını kaybetmeye başladık… Gazetemizin ve TVNet’in Genel Yayın Yönetmeni Sevgili İbrahim Karagül kardeşimiz de orta yaş denebilecek bir evrede ağabeylerini kaybettiler. Ekrem Karagül kardeşimize Allah’tan rahmet Karagül ailesine de sabır diliyorum.
Beni fazla entelektüel bulur, şaka yollu bile olsa siyasetten de pek anlamadığını ima etmekten geri durmazdı. Neden hâlâ iletişim danışmanlığı hizmeti almak istediğini sorduğumda da şöyle dediği dün gibi hafızamdadır: “Aliciğim, senin söylediğin 10 şeyden 9’u havada kalıyor. Ancak bir tanesi öyle işe yarıyor ki… O nedenle senden vazgeçmiyorum…”
İletişim çalışmalarına karınca kararınca katılmamız 2002 seçimlerinden 6 ay öncesine kadar sürmüştü… Toplantıların çoğunu Mesut beylerin evinde, ya Ankara’da ya da Beykoz Konakları’nda yapardık… Toplantıların verimli geçmesi için Mesut Bey’in değerli eşi Berna Yılmaz Hanımefendi’nin zarafetle harcadığı çabaları unutmamız mümkün değildi.
Büyük oğulları Yavuz’u da o yıllarda yakinen tanıma fırsatı bulmuştum. Salzburg’da lise öğrenimini sürdürüyordu. Bir genç bu kadar mı iyi yetişir, bu kadar mı efendi, çalışkan, akıllı olur… Delikanlının tekâmülünde en büyük rolün Berna Yılmaz hanımefendide olduğunu ailenin yakını herkes bilirdi… Yavuz’u tanıyıp da sevmeyen tek kişiye rastlamanız olası değildi…
Mesut bey çalışmamız sonlandıktan sonra da Yavuz Yılmaz’la birkaç kere daha görüştük. İletişim ve pazarlama konularında bir iki şey danışmıştı. Her zamanki kibarlığı ve saygılı davranışıyla…
Haberi aldığımdan bu yana inanabilmiş değilim… Bazı sıkıntıları olduğu biliniyordu. Başta Berna hanım olmak üzere, Mesut bey dahil, aile ne zaman hangi sıkıntısını tüm dünyayla paylaşmıştı ki… O nedenle pek çokları için şok etkisi yarattı Yavuz’un bu âni gidişi…
Allah gani gani rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun… Kim bilir ne kadar acı çekmiş olmalı… Sadece birkaç saat önce annesinin sağlığını merak edecek kadar ailesine düşkün bir insanın, dünyadan ayrılmaya karar vermesi için, hayatla bağlarının katlanılamayacak kadar bir acı sarmalının içine düşmüş olması ne onulmaz bir kader…
Allah, Berna Hanım ve Mesut beye ve tüm aileye sabırlar versin…
Oysa ne cahilmişiz…
Bu yaşıma gelmişim, hâlâ yaş günümde hediye almaya bayılırım. Alınan hediyenin parasal değerinden çok daha fazla verilen emeğe ve olaya katılan bireysel duyarlılığa önem verdiğimi bilenler, bazen gerçekten müthiş fikirler koyarlar ortaya…
Bu yıl da çok hoş hediyeler aldım. Bir tanesini de sizinle paylaşmak istiyorum… İki kitap almış kadim bir dostum. İkisinin de adı aynı: Dede Korkut Hikâyeleri…
Sadece o iki kitap mı etkiledi beni? Hayır tabii ki… Kitaplardan belki çok daha fazla paketin içinden çıkan, el yazısı ile yazılmış bir sayfalık not bazı şeyleri bir kez daha yeniden düşünmeme neden oldu.
Arkadaş, TV 24’te bir söyleşi dinlemiş. Belli ki çok etkilenmiş. Şöyle yazmış nota:
“24 TV’de Zeynep Türkoğlu’nun hazırlayıp sunduğu, ‘24 Portre’ adlı programda tanıtılan Türkolog Prof. Dr. Şeyma Güngör röportajını izlemek isterseniz, programın kaydını Youtube’da bulabilirsiniz.
Rahmetli Prof. Dr. Erol Güngör’ün eşi olan Prof. Dr. Şeyma Güngör diyor ki:
‘Halk edebiyatı, sözlü bir edebiyattır. Kişi değil toplumun eseridir. Dede Korkut hikâyeleri Orta Asya’da 9. Yüzyıl’da oluşmaya başlamış ve 15. Yüzyıl’da Anadolu’da yazıya geçirilmiş. 12 müstakil hikâyedir. Bu kadar zaman içinde, yani aşağı yukarı 600 sene içinde bu eser, anlatıcılar ve dinleyicilerin bir arada ortak ruhu, ortak olayları, ortak bakış tarzını, ortak zihniyeti, ortak giyimi, dekorasyonu, aile hayatını, her bir şeyi draje gibi çok ayrıntılı bir şekilde değil, ana hatlarıyla bünyesinde taşıyan eserlerdir.
Fuat Köprülü, ‘Tüm edebiyat eserlerini bir kefeye, Dede Korkut Hikâyeleri’ni diğer kefeye koyun Dede Korkut ağır basar’ demiş.
Ben öğrencilerime tarih şuurunu, Türk milletinin ana kültür kalıplarını öğretmeye çalıştım. Dede Korkut hikâyelerini okumayan hiçbir öğrencimi mezun etmedim.
Bu eserler Müslüman Türk olarak ana ruhumuzu, kimliğimizi yansıtırlar…”
Notu okuyup kitapları karıştırdıktan sonra, “Yuh!” çektim kendi kendime, “Demek ki, Şeyma Hoca’dan çakacakmışız…” Hep duydum, hep işittim, hatta bazı bölümlerinin çizgi film olarak hikâyesine de âşinâlığım vardır. Ancak bir tane bile Dede Korkut hikâyesi okumak nasip olmadı… O nedenle Fuat Köprülü ve Şeyma Hoca’nın sözleri karşısında bir hayli ezildiğimi itiraf etmeliyim…
Ne yapalım hatamızı telafi etmek bu yaşımızda kısmet olacakmış…
***
Peş peşe ne kadar çok yakınımızı ya da yakınlarımızın çok yakınlarını kaybetmeye başladık… Gazetemizin ve TVNet’in Genel Yayın Yönetmeni Sevgili İbrahim Karagül kardeşimiz de orta yaş denebilecek bir evrede ağabeylerini kaybettiler. Ekrem Karagül kardeşimize Allah’tan rahmet Karagül ailesine de sabır diliyorum.