Yemekler Oray Eğin’den…
09 NİSAN 2011
Baktım ki “hanut davetlerine” katılmıyor. Başka yerlerde de bir türlü biraraya gelemiyoruz… Doyumsuz Salomanje yemekleri de neredeyse bir yıl önce bitti (Bazıları hâlâ sürdüğünü sanmak istiyor)… Oray’ı gördüğümüz yok. Dedim ki, bir yazı yazayım, ‘hanut’ meselesine inceden dokunayım... Nasılsa üstüne alınır, bizi bir öğle yemeğine davet eder…
Söylediğim aynıyla vaki oldu… Dünkü yazısında şöyle demiş refikimiz: “Saydam ‘Bu gibi davetlere çağrılmayanlar hanut diyor’ ifadesine yer vermiş yazısında. Ne acı ki sevdiğim biri tarafından bile verdiğim ilke savaşı bu kadar basite indirgeniyor. . . Bir kere Ali Saydam'a yakıştıramadım bunu. İkincisi, kendi halkla ilişkiler şirketinin ‘beş yıldızlı, her şey dahil, tam pansiyon Yunan adaları turu’na katılmadığımı çok iyi bilir. Teessüflerimi bildiririm. Belki beni ‘hanut’ olmayan bir yemeğe çağırarak gönlümü alır.”
Bir kere yemek garanti. Ancak o davet edecek. Çünkü ben haklıyım…
Üç nedenle…
Bir: Şu takıntı haline getirdiği ‘hanut’ konusunda çok da haksız değil. Ancak ‘âdil’ davranmıyor. Bu işi ‘hanut’ gibi sunanlarla sunmayanlar arasında bir ayrım yapmadan, tüm PR’cıları aynı kefeye koymak, bir yalan haberden yola çıkarak “Tüm gazeteciler sahtekârdır” gibi deli saçması bir sonuca varmakla eş değerdir.
İki: Bir basın gezisi veya davetinden -diyelim ki ‘hanut’ olarak (dönünce benim müşteriyi yaz, biz de görevimizi yapmış olalım) düşünülmüş olsun; akıllı bir gazeteci her zaman çıkaracak bir haber bulabilir. İsterse de davet sahibi kurum ya da kişiden tek kelime söz etmeyebilir de... Hatta zaman zaman bu tür basın gezilerinde aleyhte yazıların çıktığına tanık da oluruz. Örnek mi? Hemen verelim:
Bu tür ‘tekin olmayan’ gazetecilerden biri de Hıncal Ağabey’dir. Davete gelir, eğer bir şeyleri beğenmezse zehir zıkkım bir yazı patlatabilir… Aklı başında hiçbir PR şirketi hizmet verdiği kuruma olumlu yazı garantisi vermez, çünkü her ‘hanut gezisi’ ‘zıkkım gezisi’ haline dönüşebilir.
Üç: Ben bizim şirketin hizmet verdiği herhangi bir kurum için organize ettiği “Beş yıldızlı, her şey dâhil, tam pansiyon Yunan adaları turu” hatırlamıyorum. 100 kadar elemanın katıldığı dünkü haftalık toplantımızda tek tek herkese sordum. Kimse hatırlamıyor böyle bir geziyi… Belleği Oray’ı yanıltıyor olabilir. Çünkü Oray bizim bir davetimize icabet etmeseydi ve de bunu ‘demonstratif’ bir şekilde yapsaydı, unutmamız mümkün müydü?.. Olur a, dünkü toplantıda 100’ümüzün hafızası nisyan ile malul olmuştur; ancak tersi söz konusu ise, -ki büyük olasılıkla öyle-, öğle yemeğinde hesapların Oray Eğin tarafından karşılanması kaçınılmaz… Ben demiyorum. Kamu vicdanı öyle diyor…
Bizim mağduriyetimiz o kadar önemli değil. Zaten emekleme döneminde olan PR sektörüne hak edenler dışında toplu olarak yüklenmek, vicdani muhasebeye takılır gibi geliyor bana. Hele de bir ‘hanut meselesi’ söz konusu ise, ki ben bu konuda farklı düşünüyor, olayın liberal kapitalizmin mütemmim cüzü olduğuna inanıyorum. O zaman dile getirilmeyen, bu işin dikâlâsının reklam işlerinde olabileceği gerçeğini görmezden mi geleceğiz? Nedendir bilinmez, o konulara pek girmek istemeyiz?
Girmek istemeyiz, çünkü medyanın en büyük geliri oradan ‘neşet’ eder… “Risturn” konularını açana rastlamazsınız pek… Oysa akçeli işlerin pek içinde olmayan PR’cıların iki davetine vurmak daha kolaydır.
Hep derim ya kapitalizmin en sofistike ürünü ‘marka’dır… PR da reklam da marka yönetiminin en önemli enstrümanlarıdır…
Onları eleştirirken en azından âdil olsak yeter.
Davet telefonunu bekleyeceğim sevgili Oray…
Söylediğim aynıyla vaki oldu… Dünkü yazısında şöyle demiş refikimiz: “Saydam ‘Bu gibi davetlere çağrılmayanlar hanut diyor’ ifadesine yer vermiş yazısında. Ne acı ki sevdiğim biri tarafından bile verdiğim ilke savaşı bu kadar basite indirgeniyor. . . Bir kere Ali Saydam'a yakıştıramadım bunu. İkincisi, kendi halkla ilişkiler şirketinin ‘beş yıldızlı, her şey dahil, tam pansiyon Yunan adaları turu’na katılmadığımı çok iyi bilir. Teessüflerimi bildiririm. Belki beni ‘hanut’ olmayan bir yemeğe çağırarak gönlümü alır.”
Bir kere yemek garanti. Ancak o davet edecek. Çünkü ben haklıyım…
Üç nedenle…
Bir: Şu takıntı haline getirdiği ‘hanut’ konusunda çok da haksız değil. Ancak ‘âdil’ davranmıyor. Bu işi ‘hanut’ gibi sunanlarla sunmayanlar arasında bir ayrım yapmadan, tüm PR’cıları aynı kefeye koymak, bir yalan haberden yola çıkarak “Tüm gazeteciler sahtekârdır” gibi deli saçması bir sonuca varmakla eş değerdir.
İki: Bir basın gezisi veya davetinden -diyelim ki ‘hanut’ olarak (dönünce benim müşteriyi yaz, biz de görevimizi yapmış olalım) düşünülmüş olsun; akıllı bir gazeteci her zaman çıkaracak bir haber bulabilir. İsterse de davet sahibi kurum ya da kişiden tek kelime söz etmeyebilir de... Hatta zaman zaman bu tür basın gezilerinde aleyhte yazıların çıktığına tanık da oluruz. Örnek mi? Hemen verelim:
Bu tür ‘tekin olmayan’ gazetecilerden biri de Hıncal Ağabey’dir. Davete gelir, eğer bir şeyleri beğenmezse zehir zıkkım bir yazı patlatabilir… Aklı başında hiçbir PR şirketi hizmet verdiği kuruma olumlu yazı garantisi vermez, çünkü her ‘hanut gezisi’ ‘zıkkım gezisi’ haline dönüşebilir.
Üç: Ben bizim şirketin hizmet verdiği herhangi bir kurum için organize ettiği “Beş yıldızlı, her şey dâhil, tam pansiyon Yunan adaları turu” hatırlamıyorum. 100 kadar elemanın katıldığı dünkü haftalık toplantımızda tek tek herkese sordum. Kimse hatırlamıyor böyle bir geziyi… Belleği Oray’ı yanıltıyor olabilir. Çünkü Oray bizim bir davetimize icabet etmeseydi ve de bunu ‘demonstratif’ bir şekilde yapsaydı, unutmamız mümkün müydü?.. Olur a, dünkü toplantıda 100’ümüzün hafızası nisyan ile malul olmuştur; ancak tersi söz konusu ise, -ki büyük olasılıkla öyle-, öğle yemeğinde hesapların Oray Eğin tarafından karşılanması kaçınılmaz… Ben demiyorum. Kamu vicdanı öyle diyor…
Bizim mağduriyetimiz o kadar önemli değil. Zaten emekleme döneminde olan PR sektörüne hak edenler dışında toplu olarak yüklenmek, vicdani muhasebeye takılır gibi geliyor bana. Hele de bir ‘hanut meselesi’ söz konusu ise, ki ben bu konuda farklı düşünüyor, olayın liberal kapitalizmin mütemmim cüzü olduğuna inanıyorum. O zaman dile getirilmeyen, bu işin dikâlâsının reklam işlerinde olabileceği gerçeğini görmezden mi geleceğiz? Nedendir bilinmez, o konulara pek girmek istemeyiz?
Girmek istemeyiz, çünkü medyanın en büyük geliri oradan ‘neşet’ eder… “Risturn” konularını açana rastlamazsınız pek… Oysa akçeli işlerin pek içinde olmayan PR’cıların iki davetine vurmak daha kolaydır.
Hep derim ya kapitalizmin en sofistike ürünü ‘marka’dır… PR da reklam da marka yönetiminin en önemli enstrümanlarıdır…
Onları eleştirirken en azından âdil olsak yeter.
Davet telefonunu bekleyeceğim sevgili Oray…