Yerli düşün yerli hareket et!
07 OCAK 2007
Sadece Türkiye’ye adımını atmış yabancı markalar değil, yerli olup kafası, ruhu Batılı gibi çalışanlar da Coca-Cola’nın bir ailenin yemek masasında geçen son reklamlarını dikkatle izlemeliler.
Sadece reklam verenler mi? Hayır, vitrin düzenleyenler; ışıklandırma projelerine onay verenler (Akmerkez ve Şükrü Saracoğlu Stadı); binalarının girişini dekore edenler; geniş kitleler için ürün çıkaran, hizmet üreten, siyasi iletişime soyunan herkes... İletişim ekonomisi açısından, yani parayı sokağa atmamak adına “Sofradakileri Tanıyalım” reklamını ‘okumakta’ bu arkadaşlarımız için büyük yarar var.
‘Yerli düşün yerli hareket et!’ stratejisi işte böyle bir şey... Yine aynı arkadaşlara bu reklam filmini okuduktan sonra (baktıktan sonra değil) bir iki şeyi daha okumalarını salık veririm: Türkiye’de geçen yıl en çok izlenen 10 film listesini mesela. İlk beş şöyle: 1. Kurtlar Vadisi – Irak (4.256.567) 2. Hababam Sınıfı Üç Buçuk (2.067.661) 3. Hokkabaz (1.682.430) 4. Sınav (1.126.439) 5. Da Vinci Şifresi (1.028.928)... Bir küçük bilgi daha: İlk onda sadece üç tane yabancı film var.
Bu arada dedik ya doğru okumak lazım. İlk 10’a giren sadece bir film milliyetçi unsurlar taşıyor. Yerlilik demek ille de milliyetçilik demek değil... Daha çok kültür ve değerlerin ‘bizden’ olması demek...
TV’de en çok izlenen diziler de yerli... En çok dinlenen müzikler de...
O halde ecnebi reklamları göstermenin, TC vatandaşı olmasına rağmen memleketine ecnebi kalmış, kendisini sanatçı sanan ‘parmak arası’ yaratıcı (!) makulesinin yaptığı işlere onay verip parayı sokağa atmanın ne alemi var değil mi?
Sapına kadar ABD şirketi olan Coca-Cola’nın iş ve iletişimden anlayan yöneticilerinin yaptırdıkları bu tür filmleri izlerken, nedense dışardan gelenlerden çok içimizdeki yabancılar gelir aklıma... Çünkü Coca-Cola çoktan ‘yerli düşün yerli hareket et’e geçmişken, bunlar hâlâ ‘küresel düşün yerel hareket et’te takılıp kalmışlardır... Bunları bu cümleden hemen tanırsınız. Sorun size hemen, paşa paşa söylerler bu dünyadaki duruşlarını ve misyonlarını...
Gökçe, Özdil’e karşı: Enflasyon polemiği...
Bazen böyle denk gelir. Kaderin oyunu... Dünkü Akşam’da Deniz Gökçe de ‘enflasyon’ yazmış, Sabah’ta Yılmaz Özdil de...
Yılmaz Özdil’i her gün büyük bir keyifle okurum. Rahat okunur zaten. Kıvrak zekasına, insana “Hah, işte ben de aynısını düşünüyordum” dedirten üslubuna ve nihayet ‘karşı çıkış odaklı’ ama agresifliği saygı sınırlarını aşmayan yaklaşımına hep hayranlık duyarım; bir de ben niye bu kadar kısa yazamıyorum diye de hayıflanır dururum. Engin Ardıç’la birlikte en sık okuduğum yazardır.
Deniz Gökçe’yi de çok yakından izlerim. Alman Lisesi’nden arkadaşım olduğu için değil. O herkesi zaman zaman rahatsız eden delikanlı üslubundan dolayı... Bazen biraz abartsa da yakışır ona. Tabii ki bilimsel yaklaşımı, her ne kadar anlamaya çalışanı kan ter içinde bıraksa da insana güven verir...
Deniz, dün o delikanlı üslubuyla oturmuş geçen yıl nisan ayından başlayarak yaptığı enflasyon tahminlerinde neredeyse virgülden iki hane sonrasına kadar isabet kaydettiğini anlatmış. Sonra da 2007 için tahminlerini sıralamış. Bu arada iki tane de önemli tablo ve rakamlar sıralamış.
Ben böyle bir tahmin tuttursaydım, 9.65’i bilseydim, yıkardım ortalığı. Mısır’daki sağır sultanın duymasını sağlar; Nobel’i alan Orhan Pamuk kadar ses getirirdim... Oysa Deniz iki satırda geçmiş konuyu.
Yılmaz Özdil ise tüketim maddelerindeki artışları yüzde olarak liste halinde vermiş. Artışlar acayip. Özdil’in verdiği rakamlara göre yüzde 60’lara 70’lere varan boyutlarda zamlanmış her şey. Özdil sormuş:“Nasıl oluyor da oluyor? Şöyle oluyor... Davul tozu eksi 45, minare gölgesi eksi 55, hokus pokus eksi 70, abra kadabra eksi 90... Topla hepsini. Al ortalamasını... Enflasyon 9 küsur!”
Yani Yılmaz Özdil enflasyon rakamını veren mercinin, siyasi otoritenin de dürtmesiyle sonuçları maniple ettiğini iddia ediyor. Deniz Gökçe de 9.65’in son derece gerçekçi olduğunu kanıtlıyor ve 2007 enflasyon tahminini 4.8 olarak veriyor.
“Ben polemiğin zeki, çevik ve ahlaklı olanını severim” ... Bakalım bundan sonrası nasıl gelişecek?...
“Rakipler arkasından bakar kalır!”
Audi Quatro reklamlarının bambaşka bir tadı vardır. Hem son derece etkili (Audiciler öyle diyor) hem de son derece yenilikçi... Döndüre döndüre aracı göstereceklerine, hoş bir hikaye ile işlevi vurgularlar...
Kutupta oğluyla birlikte yürüyüşe çıkmış olan baba yerdeki izleri göstererek oğlunu eğitir: “Kurt izi”... “Ayı izi”... Sonra tekerlek izleri görür. Yere çömelir ve oğluna o izlerin sahibini söyler: “Audi.. Audi Quatro...”
Son derece duygusal bu reklam dizisinin yenisi bu kez hayli şirin. Karlı, kırsal bölge yolundan bir Audi ilerler. Bir evin önünden geçerken siyah bir köpek havlayarak aracın peşinden koşmaya başlar. Araç, yerin buzlu olduğu bir virajı rahatlıkla alırken, köpek acayip bir şekilde kayıp sağa doğru takla atarak yoldan çıkar ve aracın arkasından şaşkınlıkla bakar kalır... Ekranda Audi Quatro yazısı belirir.
Düşünenin de, uygulayanın da Türkiye’de gösterenin de aklına sağlık... Bu reklamı girmek için tam zamanı... Hele diğer marka otomobiller virajlarda savrulup dururken...
Not: Yabancı bir yapım olan Audi reklamını övmemin Coca-Cola reklamı üzerine yazdıklarımla çeliştiğini düşünenlere hatırlatma: Bkz. Yabancı reklamlar arasında evrensel olarak kullanılabilecek figür ve duygular içeren (hayvanlar, çocuklar, yaşlılar; aşk, nefret, kıskançlık, şefkat gibi) reklam filmlerinin gereken dikkat gösterilirse yerel olarak kullanılabileceği üzerine yazdığım yazılar...
Sadece reklam verenler mi? Hayır, vitrin düzenleyenler; ışıklandırma projelerine onay verenler (Akmerkez ve Şükrü Saracoğlu Stadı); binalarının girişini dekore edenler; geniş kitleler için ürün çıkaran, hizmet üreten, siyasi iletişime soyunan herkes... İletişim ekonomisi açısından, yani parayı sokağa atmamak adına “Sofradakileri Tanıyalım” reklamını ‘okumakta’ bu arkadaşlarımız için büyük yarar var.
‘Yerli düşün yerli hareket et!’ stratejisi işte böyle bir şey... Yine aynı arkadaşlara bu reklam filmini okuduktan sonra (baktıktan sonra değil) bir iki şeyi daha okumalarını salık veririm: Türkiye’de geçen yıl en çok izlenen 10 film listesini mesela. İlk beş şöyle: 1. Kurtlar Vadisi – Irak (4.256.567) 2. Hababam Sınıfı Üç Buçuk (2.067.661) 3. Hokkabaz (1.682.430) 4. Sınav (1.126.439) 5. Da Vinci Şifresi (1.028.928)... Bir küçük bilgi daha: İlk onda sadece üç tane yabancı film var.
Bu arada dedik ya doğru okumak lazım. İlk 10’a giren sadece bir film milliyetçi unsurlar taşıyor. Yerlilik demek ille de milliyetçilik demek değil... Daha çok kültür ve değerlerin ‘bizden’ olması demek...
TV’de en çok izlenen diziler de yerli... En çok dinlenen müzikler de...
O halde ecnebi reklamları göstermenin, TC vatandaşı olmasına rağmen memleketine ecnebi kalmış, kendisini sanatçı sanan ‘parmak arası’ yaratıcı (!) makulesinin yaptığı işlere onay verip parayı sokağa atmanın ne alemi var değil mi?
Sapına kadar ABD şirketi olan Coca-Cola’nın iş ve iletişimden anlayan yöneticilerinin yaptırdıkları bu tür filmleri izlerken, nedense dışardan gelenlerden çok içimizdeki yabancılar gelir aklıma... Çünkü Coca-Cola çoktan ‘yerli düşün yerli hareket et’e geçmişken, bunlar hâlâ ‘küresel düşün yerel hareket et’te takılıp kalmışlardır... Bunları bu cümleden hemen tanırsınız. Sorun size hemen, paşa paşa söylerler bu dünyadaki duruşlarını ve misyonlarını...
Gökçe, Özdil’e karşı: Enflasyon polemiği...
Bazen böyle denk gelir. Kaderin oyunu... Dünkü Akşam’da Deniz Gökçe de ‘enflasyon’ yazmış, Sabah’ta Yılmaz Özdil de...
Yılmaz Özdil’i her gün büyük bir keyifle okurum. Rahat okunur zaten. Kıvrak zekasına, insana “Hah, işte ben de aynısını düşünüyordum” dedirten üslubuna ve nihayet ‘karşı çıkış odaklı’ ama agresifliği saygı sınırlarını aşmayan yaklaşımına hep hayranlık duyarım; bir de ben niye bu kadar kısa yazamıyorum diye de hayıflanır dururum. Engin Ardıç’la birlikte en sık okuduğum yazardır.
Deniz Gökçe’yi de çok yakından izlerim. Alman Lisesi’nden arkadaşım olduğu için değil. O herkesi zaman zaman rahatsız eden delikanlı üslubundan dolayı... Bazen biraz abartsa da yakışır ona. Tabii ki bilimsel yaklaşımı, her ne kadar anlamaya çalışanı kan ter içinde bıraksa da insana güven verir...
Deniz, dün o delikanlı üslubuyla oturmuş geçen yıl nisan ayından başlayarak yaptığı enflasyon tahminlerinde neredeyse virgülden iki hane sonrasına kadar isabet kaydettiğini anlatmış. Sonra da 2007 için tahminlerini sıralamış. Bu arada iki tane de önemli tablo ve rakamlar sıralamış.
Ben böyle bir tahmin tuttursaydım, 9.65’i bilseydim, yıkardım ortalığı. Mısır’daki sağır sultanın duymasını sağlar; Nobel’i alan Orhan Pamuk kadar ses getirirdim... Oysa Deniz iki satırda geçmiş konuyu.
Yılmaz Özdil ise tüketim maddelerindeki artışları yüzde olarak liste halinde vermiş. Artışlar acayip. Özdil’in verdiği rakamlara göre yüzde 60’lara 70’lere varan boyutlarda zamlanmış her şey. Özdil sormuş:“Nasıl oluyor da oluyor? Şöyle oluyor... Davul tozu eksi 45, minare gölgesi eksi 55, hokus pokus eksi 70, abra kadabra eksi 90... Topla hepsini. Al ortalamasını... Enflasyon 9 küsur!”
Yani Yılmaz Özdil enflasyon rakamını veren mercinin, siyasi otoritenin de dürtmesiyle sonuçları maniple ettiğini iddia ediyor. Deniz Gökçe de 9.65’in son derece gerçekçi olduğunu kanıtlıyor ve 2007 enflasyon tahminini 4.8 olarak veriyor.
“Ben polemiğin zeki, çevik ve ahlaklı olanını severim” ... Bakalım bundan sonrası nasıl gelişecek?...
“Rakipler arkasından bakar kalır!”
Audi Quatro reklamlarının bambaşka bir tadı vardır. Hem son derece etkili (Audiciler öyle diyor) hem de son derece yenilikçi... Döndüre döndüre aracı göstereceklerine, hoş bir hikaye ile işlevi vurgularlar...
Kutupta oğluyla birlikte yürüyüşe çıkmış olan baba yerdeki izleri göstererek oğlunu eğitir: “Kurt izi”... “Ayı izi”... Sonra tekerlek izleri görür. Yere çömelir ve oğluna o izlerin sahibini söyler: “Audi.. Audi Quatro...”
Son derece duygusal bu reklam dizisinin yenisi bu kez hayli şirin. Karlı, kırsal bölge yolundan bir Audi ilerler. Bir evin önünden geçerken siyah bir köpek havlayarak aracın peşinden koşmaya başlar. Araç, yerin buzlu olduğu bir virajı rahatlıkla alırken, köpek acayip bir şekilde kayıp sağa doğru takla atarak yoldan çıkar ve aracın arkasından şaşkınlıkla bakar kalır... Ekranda Audi Quatro yazısı belirir.
Düşünenin de, uygulayanın da Türkiye’de gösterenin de aklına sağlık... Bu reklamı girmek için tam zamanı... Hele diğer marka otomobiller virajlarda savrulup dururken...
Not: Yabancı bir yapım olan Audi reklamını övmemin Coca-Cola reklamı üzerine yazdıklarımla çeliştiğini düşünenlere hatırlatma: Bkz. Yabancı reklamlar arasında evrensel olarak kullanılabilecek figür ve duygular içeren (hayvanlar, çocuklar, yaşlılar; aşk, nefret, kıskançlık, şefkat gibi) reklam filmlerinin gereken dikkat gösterilirse yerel olarak kullanılabileceği üzerine yazdığım yazılar...