‘Yeter ki Erdoğan gitsin!’…
01 aĞUSTOS 2016 - Marketing Türkiye
Hain ve kanlı darbe girişiminin hemen öncesinde ben bu lafı çok duydum: “Türkiye’ye ne olduğu hiç o kadar önemli değil; yeter ki Erdoğan gitsin!”...
Şimdi aynı kişilerin şunu dediklerine tanık oluyorum: “O gece Erdoğan’ın konuşmasını duyduğumda, bayağı rahatladım!”…
Yaşananların pek çok boyutu var. Bizim burada tartışacağımız, bir ölçüde uzmanlığımız alanına girdiğini düşündüğümüz iletişim boyutudur. Hani “FaceTime ile karşı darbe” şeklinde yorumlanan ve Sayın Erdoğan’ın irade, inanç ve iletişim harikaları yarattığı o süre ve tabii ki sonrası…
Yine de bir iki tespitin altını çizmekte yarar var:
Türkiye son yıllarda sadece içeriden kuşatılmak istenmemiştir… Dışarıdan da kuşatılmıştır… Bazı Batı Avrupa ve ABD medyasının aldığı tutum karşısında bu dış kuşatma konusunda kasıtlı olanların dışında pek kimsenin tereddüdü kalmamıştır.
İç kuşatmanın son adımı (şimdilik) olduğu tahmin edilen kanlı darbe girişimi 10 saatte milletin, ordunun ve polisin şerefini ayaklar altına almamış kesiminin göğsünü siper etmesiyle ‘püskürtülmüş’ gibi gözükmektedir.
Püskürtme hareketinin hemen arkasından başlatılan ‘tahkim’ (konsolidasyon) süreci bir yandan sürerken, öte yandan üçüncü aşama olan ‘restorasyon’ sürecinin de devreye alındığı gözlemlenmektedir.
Bir kalenin milletin iradesiyle dost kuvvetler tarafından teslim alındıktan sonra, elde tutulabilmesi için gerekli önemlerin devreye sokulduğu ikinci aşama olarak tanımlayabileceğimiz ‘tahkim’ dönemini unutup, restorasyon talebinin üzerinde tepinmek, sistemi müthiş bir zaafa uğratabilir… İşte bunun da insanımıza anlatılması gerekir.
Zaten ‘İletişim’ süreçlerin gerektiği gibi yönetilmesi bu ‘tahkim’ sürecinin de, ‘restorasyon’ sürecinin de olmazsa olmazıdır. Püskürtme sürecinde iletişim ve ilişki süreçlerini olağanüstü başarıyla yönetmiş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o aktif ve enerjik yaklaşımının doğru anlaşılarak sistemin tamamı tarafından son iki süreçte de sürdürülmesi önemlidir…
Türkiye’nin dışarıdan nasıl bir iletişim kuşatması altında olduğuna bir iki örnek vermek gerekirse…
BBC yapımcılarından James Bryant 21 Temmuz günü Türkiye’deki bir dostundan (!) yardım isteyip şöyle yazmış: “Ülkede hükümetin şu anda yaptıklarına eleştirel yaklaşacak kişiler bulmakta zorlanıyoruz… Şu an durum aleyhine konuşacak birilerin bulmayı ümit ediyoruz.”
Birkaç yıldır Der Spiegel’in Türkiye ve Sayın Cumhurbaşkanı ile ilgili olumsuz yayınlarını iki-üç haftada bir konuyu kapak yaparak sürdürdüğünü biliyoruz… L’Express’in daha yeni yaptığı Erdoğan kapağı akıllardadır: “Tehlikeli Türk!”
Independent’ın yazarının, ‘tahkim’ dönemini görmezden gelip, “Türkiye'de kurumların içi boşaltılıyor…” diye sergilediği eleştirel yaklaşım.
Alman İçişleri Bakanı’nın sosyal medyada “Evet taş ve odunla karşılık verdi bu millet” şeklinde alay konusu yorumlara neden olan “Darbecilere karşı orantısız güç uygulanmasın!” şeklindeki uyarısı…
17 Temmuz günü New York Times’ın FETÖ liderinin kampına koşturup yaptığı röportajında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin ‘Erdoğan hükümeti’(!) olarak tanımlanmasına ve uygulamaların Nazi dönemindeki faşist müdahalelere benzetilmesine izin vermesi…
Alman Focus dergisinin, 16 Temmuz sabahı sözde Türkiye uzmanı (!) Udo Steinbach’ın görüşlerine yer vermesi… Steinbach, bu darbe girişiminin en önemli nedeni olarak “Erdoğan’ın antidemokratik tutumunu ve Kürt hareketine karşı yürüttüğü sert politikalarını” göstermiş ve darbe girişimin arkasında kesinlikle FETÖ’nün ve liderinin bulunamayacağını, Erdoğan’ın bu durumda tutumunu daha da ‘serleştireceğini’ belirtmiş…
Kendi kulaklarımla dost ve müttefik ABD’nin bir TV’sinde duymasam inanmazdım. Bir başka uzman diyordu ki: “Bu darbe Türkiye’nin baskıcı dinî rejimden kurtulmak için son şansıdır!” Biçim, içerik ve öz olarak belki değil ama ‘görüngü’ olarak Mısır’daki gibi bir darbe bekliyorlardı sanki… ABD yönetiminin ancak sabaha doğru, darbeye karşı çıkıp ülkemizde parlamenter demokrasiden yana olduğunu açıklaması da ayrıca dikkate değer bir olaydı. Tabii ABD Dışişleri hemen ekledi: “Adil yargılama!"...
Batılılar da, halkına yabancı darbeciler de bu milletin ‘ortak ruhi şekillenmesini’ bir kez daha hesaba katmamış ve İngiliz tarihçi Toynbee’nin tespit ettiği gibi “Bir kez daha yanılmışlardı...”
Peki, iletişimciler şimdi ne yapmalı?
1. Bir kere “Türk’ün Türk’ten başka dostu olmaz” gibi akla zarar düşüncelerden sıyrılıp dünyaya kendimizi adam gibi anlatmanın tam zamanı olduğunu bir kez daha hatırlamalıyız. Hepimiz aynı teknedeyiz. Batarsak birlikte batacağız. Çıkarsak birlikte çıkacağız.
2. İletişimci tüm sivil toplum kuruluşları ve çıkar grubu temsilcileri bir araya gelmeli ve Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’ne, Dışişleri Bakanlığı’na ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’na herhangi bir ücret talep etmeden hizmete hazır olduklarını bildirmeliler. Bu kurumlar bu STK’lara herhangi bir ödeme yaparlarsa, bu onların bileceği iş olmalı…
3. Derhal Türkiye’nin yurtdışı itibariyle ilgili bir hasar tespit araştırması yaptırılmalı. Benzer bir araştırma da darbe girişimi sonrası yıprandığı düşünülen çeşitli devlet kurumları için yürütülmeli. Ondan sonra belirlenecek strateji ve taktikler devreye alınmalı.
Bunlar yapılmazsa başta Türkiye’nin itibarından ve marka değerinden birinci sırada etkilenecek ihracatçılar olmak üzere, hepimiz nasibimize düşecek olumsuz sonuçlara katlanmak zorunda kalacağız.
Bu söylediklerim çok mu ütopik?.. O gece tanklara bombalara göğüslerini siper eden binlerce insanın davranışından daha mı absürd?..
Eğer iletişim sektörü böyle düşünüyorsa ve bildiri yayınlamanın dışında kılını kıpırdatmayı düşünmüyorsa, gerçekten yapılacak bir şey kalmamış demektir…
Krizde hasar nasıl azaltılır?
Kriz iletişimde son birkaç ay içinde yaşananlar son derece öğretici ve ufuk açıcıydı. Şu ders çıktı bu olaylardan: ”Eğer üretiyorsan, mutlaka az veya çok hata yaparsın. Bu da krize dönüşebilir. Aslolan hatanı kabullenip açık olmak ve verdiğin zararı tazmin etmek.”
İşte bazı markaları korumuş olan önemli kriz iletişimi adımları:
Son 27 yılda duvara sabitlenemeyen şifonyerlerin devrilmesi sonucu 6 çocuğun hayatını kaybettiğinin saptanması üzerine IKEA, tüm şifonyerleri (29 milyon) geri çağırma kararı aldı. Firma müşterilerine geri ödeme veya tamir teklifi sundu.
Toyota, hava yastıklarındaki hata nedeniyle dünya genelinde 1.43 milyon hibrid otomobilini geri çağırdı…
Araçların egzoz emisyon değerlerini manipüle etmesi nedeniyle tarihinin en sıkıntılı döneminden geçen Volkswagen ABD'de 15 milyar dolar ceza ödemeye mahkûm oldu. Alman otomotiv devi bu cezayı ödemeyi kabul etti (Önce susan sonra ‘Benim bir suçum yok’ diye direnen Soma Holding patronlarını kulakları çınlasın). Reuters’e göre, VW'nin ödeyeceği cezanın 10 milyar doları, ABD'deki yaklaşık 475 bin dizel aracın hileli egzoz emisyon yazılımlarının düzeltilmesi ya da araçların geri alınması için kullanılacakmış. Cezanın yaklaşık 5 milyar doları da araçların çevreye verdiği zararı telafi etmeye yönelik projelere ve sıfır emisyon araştırmalarına fon olarak kullanılacakmış.
Bir tane daha yanlış iletişim uygulaması örneği verelim ki, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılsın:
İsviçre takımının Euro 2016'da bir Türk firması tarafından üretilen formalarının ardı ardına yırtılması, ciddi alay konusu olmuştu. Gözler, İsviçre Futbol Federasyonu’na çevrildi. O da formaların tedarikçisi Puma'ya döndü. Peki, Puma ne yapmış?
Puma da bir Türk firması Milteks’i adres göstermiş. Türk firması da formaları üzerleri boş olarak ürettiklerini, sonradan reklam ve yazıların başka firmalar tarafından bastırıldığını ve yırtılmaların da bu süreç nedeniyle meydana geldiği yolunda açıklamalar yapmış.
Yani deyim yerindeyse, halk deyişiyle ‘İt ite it kuyruğuna’ durumu yaratılmış. Bu ise, kriz iletişiminde hiçbir zaman başvurulmaması gereken bir yöntem… Bakalım sonuçları ne olacak?
Şimdi aynı kişilerin şunu dediklerine tanık oluyorum: “O gece Erdoğan’ın konuşmasını duyduğumda, bayağı rahatladım!”…
Yaşananların pek çok boyutu var. Bizim burada tartışacağımız, bir ölçüde uzmanlığımız alanına girdiğini düşündüğümüz iletişim boyutudur. Hani “FaceTime ile karşı darbe” şeklinde yorumlanan ve Sayın Erdoğan’ın irade, inanç ve iletişim harikaları yarattığı o süre ve tabii ki sonrası…
Yine de bir iki tespitin altını çizmekte yarar var:
Türkiye son yıllarda sadece içeriden kuşatılmak istenmemiştir… Dışarıdan da kuşatılmıştır… Bazı Batı Avrupa ve ABD medyasının aldığı tutum karşısında bu dış kuşatma konusunda kasıtlı olanların dışında pek kimsenin tereddüdü kalmamıştır.
İç kuşatmanın son adımı (şimdilik) olduğu tahmin edilen kanlı darbe girişimi 10 saatte milletin, ordunun ve polisin şerefini ayaklar altına almamış kesiminin göğsünü siper etmesiyle ‘püskürtülmüş’ gibi gözükmektedir.
Püskürtme hareketinin hemen arkasından başlatılan ‘tahkim’ (konsolidasyon) süreci bir yandan sürerken, öte yandan üçüncü aşama olan ‘restorasyon’ sürecinin de devreye alındığı gözlemlenmektedir.
Bir kalenin milletin iradesiyle dost kuvvetler tarafından teslim alındıktan sonra, elde tutulabilmesi için gerekli önemlerin devreye sokulduğu ikinci aşama olarak tanımlayabileceğimiz ‘tahkim’ dönemini unutup, restorasyon talebinin üzerinde tepinmek, sistemi müthiş bir zaafa uğratabilir… İşte bunun da insanımıza anlatılması gerekir.
Zaten ‘İletişim’ süreçlerin gerektiği gibi yönetilmesi bu ‘tahkim’ sürecinin de, ‘restorasyon’ sürecinin de olmazsa olmazıdır. Püskürtme sürecinde iletişim ve ilişki süreçlerini olağanüstü başarıyla yönetmiş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o aktif ve enerjik yaklaşımının doğru anlaşılarak sistemin tamamı tarafından son iki süreçte de sürdürülmesi önemlidir…
Türkiye’nin dışarıdan nasıl bir iletişim kuşatması altında olduğuna bir iki örnek vermek gerekirse…
BBC yapımcılarından James Bryant 21 Temmuz günü Türkiye’deki bir dostundan (!) yardım isteyip şöyle yazmış: “Ülkede hükümetin şu anda yaptıklarına eleştirel yaklaşacak kişiler bulmakta zorlanıyoruz… Şu an durum aleyhine konuşacak birilerin bulmayı ümit ediyoruz.”
Birkaç yıldır Der Spiegel’in Türkiye ve Sayın Cumhurbaşkanı ile ilgili olumsuz yayınlarını iki-üç haftada bir konuyu kapak yaparak sürdürdüğünü biliyoruz… L’Express’in daha yeni yaptığı Erdoğan kapağı akıllardadır: “Tehlikeli Türk!”
Independent’ın yazarının, ‘tahkim’ dönemini görmezden gelip, “Türkiye'de kurumların içi boşaltılıyor…” diye sergilediği eleştirel yaklaşım.
Alman İçişleri Bakanı’nın sosyal medyada “Evet taş ve odunla karşılık verdi bu millet” şeklinde alay konusu yorumlara neden olan “Darbecilere karşı orantısız güç uygulanmasın!” şeklindeki uyarısı…
17 Temmuz günü New York Times’ın FETÖ liderinin kampına koşturup yaptığı röportajında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin ‘Erdoğan hükümeti’(!) olarak tanımlanmasına ve uygulamaların Nazi dönemindeki faşist müdahalelere benzetilmesine izin vermesi…
Alman Focus dergisinin, 16 Temmuz sabahı sözde Türkiye uzmanı (!) Udo Steinbach’ın görüşlerine yer vermesi… Steinbach, bu darbe girişiminin en önemli nedeni olarak “Erdoğan’ın antidemokratik tutumunu ve Kürt hareketine karşı yürüttüğü sert politikalarını” göstermiş ve darbe girişimin arkasında kesinlikle FETÖ’nün ve liderinin bulunamayacağını, Erdoğan’ın bu durumda tutumunu daha da ‘serleştireceğini’ belirtmiş…
Kendi kulaklarımla dost ve müttefik ABD’nin bir TV’sinde duymasam inanmazdım. Bir başka uzman diyordu ki: “Bu darbe Türkiye’nin baskıcı dinî rejimden kurtulmak için son şansıdır!” Biçim, içerik ve öz olarak belki değil ama ‘görüngü’ olarak Mısır’daki gibi bir darbe bekliyorlardı sanki… ABD yönetiminin ancak sabaha doğru, darbeye karşı çıkıp ülkemizde parlamenter demokrasiden yana olduğunu açıklaması da ayrıca dikkate değer bir olaydı. Tabii ABD Dışişleri hemen ekledi: “Adil yargılama!"...
Batılılar da, halkına yabancı darbeciler de bu milletin ‘ortak ruhi şekillenmesini’ bir kez daha hesaba katmamış ve İngiliz tarihçi Toynbee’nin tespit ettiği gibi “Bir kez daha yanılmışlardı...”
Peki, iletişimciler şimdi ne yapmalı?
1. Bir kere “Türk’ün Türk’ten başka dostu olmaz” gibi akla zarar düşüncelerden sıyrılıp dünyaya kendimizi adam gibi anlatmanın tam zamanı olduğunu bir kez daha hatırlamalıyız. Hepimiz aynı teknedeyiz. Batarsak birlikte batacağız. Çıkarsak birlikte çıkacağız.
2. İletişimci tüm sivil toplum kuruluşları ve çıkar grubu temsilcileri bir araya gelmeli ve Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’ne, Dışişleri Bakanlığı’na ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’na herhangi bir ücret talep etmeden hizmete hazır olduklarını bildirmeliler. Bu kurumlar bu STK’lara herhangi bir ödeme yaparlarsa, bu onların bileceği iş olmalı…
3. Derhal Türkiye’nin yurtdışı itibariyle ilgili bir hasar tespit araştırması yaptırılmalı. Benzer bir araştırma da darbe girişimi sonrası yıprandığı düşünülen çeşitli devlet kurumları için yürütülmeli. Ondan sonra belirlenecek strateji ve taktikler devreye alınmalı.
Bunlar yapılmazsa başta Türkiye’nin itibarından ve marka değerinden birinci sırada etkilenecek ihracatçılar olmak üzere, hepimiz nasibimize düşecek olumsuz sonuçlara katlanmak zorunda kalacağız.
Bu söylediklerim çok mu ütopik?.. O gece tanklara bombalara göğüslerini siper eden binlerce insanın davranışından daha mı absürd?..
Eğer iletişim sektörü böyle düşünüyorsa ve bildiri yayınlamanın dışında kılını kıpırdatmayı düşünmüyorsa, gerçekten yapılacak bir şey kalmamış demektir…
Krizde hasar nasıl azaltılır?
Kriz iletişimde son birkaç ay içinde yaşananlar son derece öğretici ve ufuk açıcıydı. Şu ders çıktı bu olaylardan: ”Eğer üretiyorsan, mutlaka az veya çok hata yaparsın. Bu da krize dönüşebilir. Aslolan hatanı kabullenip açık olmak ve verdiğin zararı tazmin etmek.”
İşte bazı markaları korumuş olan önemli kriz iletişimi adımları:
Son 27 yılda duvara sabitlenemeyen şifonyerlerin devrilmesi sonucu 6 çocuğun hayatını kaybettiğinin saptanması üzerine IKEA, tüm şifonyerleri (29 milyon) geri çağırma kararı aldı. Firma müşterilerine geri ödeme veya tamir teklifi sundu.
Toyota, hava yastıklarındaki hata nedeniyle dünya genelinde 1.43 milyon hibrid otomobilini geri çağırdı…
Araçların egzoz emisyon değerlerini manipüle etmesi nedeniyle tarihinin en sıkıntılı döneminden geçen Volkswagen ABD'de 15 milyar dolar ceza ödemeye mahkûm oldu. Alman otomotiv devi bu cezayı ödemeyi kabul etti (Önce susan sonra ‘Benim bir suçum yok’ diye direnen Soma Holding patronlarını kulakları çınlasın). Reuters’e göre, VW'nin ödeyeceği cezanın 10 milyar doları, ABD'deki yaklaşık 475 bin dizel aracın hileli egzoz emisyon yazılımlarının düzeltilmesi ya da araçların geri alınması için kullanılacakmış. Cezanın yaklaşık 5 milyar doları da araçların çevreye verdiği zararı telafi etmeye yönelik projelere ve sıfır emisyon araştırmalarına fon olarak kullanılacakmış.
Bir tane daha yanlış iletişim uygulaması örneği verelim ki, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılsın:
İsviçre takımının Euro 2016'da bir Türk firması tarafından üretilen formalarının ardı ardına yırtılması, ciddi alay konusu olmuştu. Gözler, İsviçre Futbol Federasyonu’na çevrildi. O da formaların tedarikçisi Puma'ya döndü. Peki, Puma ne yapmış?
Puma da bir Türk firması Milteks’i adres göstermiş. Türk firması da formaları üzerleri boş olarak ürettiklerini, sonradan reklam ve yazıların başka firmalar tarafından bastırıldığını ve yırtılmaların da bu süreç nedeniyle meydana geldiği yolunda açıklamalar yapmış.
Yani deyim yerindeyse, halk deyişiyle ‘İt ite it kuyruğuna’ durumu yaratılmış. Bu ise, kriz iletişiminde hiçbir zaman başvurulmaması gereken bir yöntem… Bakalım sonuçları ne olacak?