Yeter ki sorumluluğu dışarıda aramayalım…
01 Temmuz 2016 - TİMREPORT
Geçen ay Fransa’da başlayan Avrupa Futbol Şampiyonası sırasında İspanya ile oynadığımız 3-0’lık maç için Digiturk yönetimi pek çok gazeteci arkadaşla birlikte bizi de davet etmişti…
Maçın önüne ve arkasına mükemmel bir gezi programı takmışlardı. Nice’in eski şehir denen kısmı, Cannes (kısa bir süre), St. Paul de Vance, Grasse, Monaco, Monte Carlo, Eze…
Özellikle St. Paul de Vance, Grasse gibi küçük yerleşim bölgelerinin nasıl birer marka şehir haline getirildiklerini yakından izleme fırsatı buldum.
Bunlar gibi yüzlercesi var Fransa’da… Belediye, kent yönetimi ve ticaret erbabının sanatçılar ve bilim insanlarıyla el ele vererek kentlerini ihya ettikleri yerler...
Önemli mi? Önemli… Hem de çok. Monaco’daki St. Nicholas Katedrali (Kraliyet Kilisesi) içindeki Prenses Grace Kelly mezarı (Hemen yanı başında Prens Ranier III’ünki) bile kent marka kültürünün bir parçası olarak pazarlanıyorsa, gerisini siz düşünün…
Formüle 1 yarışlarının kent içindeki sokaklarda yapıldığı iki şehirden biri Monaco. Bunu nasıl dibine kadar kullanıp, her türden ‘merchandising’ (promosyonel pazarlama) projesiyle birleştirip bir turistik marka elçisi ve ticarî malzeme haline getirdiklerini izlemek heyecan verici…
Hele de Cannes’a birkaç 10 km’lik mesafede, dağların tepesinde yükselen St. Paul de Vance… Fransız Rivierası’na tepeden bakan, etrafı surlarla çevrili, içinde hâlâ insanların yaşadıkları, daracık sokaklarını sanat galerisinin ve ünlü ressamlarının eserlerinin doldurduğu, minicik - devasa kasaba… Şairlerin, ressamların her türden sanatçıların uğrak yeri… Rehberimiz, bir yanda surların içindeki kasabaya tırmanırken, bir yandan da ballandıra ballandıra anlatıyor: “Yves Montand ve Simone Signoret bu kilisede evlenip, bir süre burada yaşamışlardı…” Bütün turistler Belediye binası ile yanyana duvarları yükselen kilisenin önünde fotoğraf çektirmek için birbirleriyle yarışıyorlar…
Oradan 30 dakikalık mesafede Grasse… Hani Meryem Uzelli’nin oynadığı “Gece Kraliçesi” dizisinin ilk bölümünün geçtiği mekân… Fransız parfüm markalarına üretim yapan üç büyük fabrika sisteminin bulunduğu minicik şirin bir köy… Her gün binlerce turistin uğrak yeri. Mutlaka birer parfüm alınıp çıkılan irili ufaklı mağazalar…
İnşaat yapılan binaların içerisindeki itici görüntüyü kamufle etmek için kullandıkları boydan boya asılmış brandaları görünce, ‘Pes!’ dedim… Üstü nefis pembe güllerle kaplı, altında kasabanın markasının bulunan, son derece estetik ‘örtüler’…
Sadece kalbinizi değil bütçenizin el verdiği ölçüde yüklü miktarda paranızı da bırakarak ayrılıyorsunuz bu marka yerlerden…
Her yerleşim bölgesinin ayrı amblemi, kendine özgü şarkısı, yemekleri ve mutlaka başka yerde bulunamayacak bir özelliği var… Önemli mi? Evet… Hem de çok…
Bırakın küçük yerleşim bölgelerimizi, yukarıda saydığım örneklerin toplamına tarih ve kültür boyutunda yüz kez fark atan İstanbul’un amblemi, bayrağı ne… Ya da Ankara’nın, İzmir’in… Hangi şapkası, hangi tişörtü resmi amblemi ile satılıyor?…
Ülke markası güçlü değilse, kent markası adam gibi yönetilmiyorsa, o ülkeden marka çıkması, katma değerli ihracat yapılması da zordur. Bu bağlamda zoru başaran bizim ihracatçıları kutlamak lazım. Bu seyahatte TİM’in neden 4 ana akıma önem verilmesinin altını çizdiğini bir kez daha anladım: AR-GE’ye, Markaya, İnovasyona, Tasarıma… Bir de kentlerimizi yönetenler anlasa… Bazıları bu yolda ciddi adımlar atmaya başladılar bile. Diğerlerini de bekliyoruz. Tek yapmaları gereken sorumluluğu başkalarına, genelde de üstlerine atmadan çalışmaya başlamaları…
Bu arada Washington’da 2004 yılında kurulmuş, kâr amacı gütmeyen düşünce ve araştırma kuruluşu PEW’in 2014 yıkında yaptığı bir araştırmayı buraya alalım. Çeşitli ülkelerdeki insanlara sormuşlar: Başarılı olup olmayışımızın sebebi sizin dışınızdaki mi, sizdeki mi faktörlere bağlıdır? Bakın, “Başarım benim dışımdaki faktörlere bağlıdır” diyen ülkelerin başında hangisi var?
Maçın önüne ve arkasına mükemmel bir gezi programı takmışlardı. Nice’in eski şehir denen kısmı, Cannes (kısa bir süre), St. Paul de Vance, Grasse, Monaco, Monte Carlo, Eze…
Özellikle St. Paul de Vance, Grasse gibi küçük yerleşim bölgelerinin nasıl birer marka şehir haline getirildiklerini yakından izleme fırsatı buldum.
Bunlar gibi yüzlercesi var Fransa’da… Belediye, kent yönetimi ve ticaret erbabının sanatçılar ve bilim insanlarıyla el ele vererek kentlerini ihya ettikleri yerler...
Önemli mi? Önemli… Hem de çok. Monaco’daki St. Nicholas Katedrali (Kraliyet Kilisesi) içindeki Prenses Grace Kelly mezarı (Hemen yanı başında Prens Ranier III’ünki) bile kent marka kültürünün bir parçası olarak pazarlanıyorsa, gerisini siz düşünün…
Formüle 1 yarışlarının kent içindeki sokaklarda yapıldığı iki şehirden biri Monaco. Bunu nasıl dibine kadar kullanıp, her türden ‘merchandising’ (promosyonel pazarlama) projesiyle birleştirip bir turistik marka elçisi ve ticarî malzeme haline getirdiklerini izlemek heyecan verici…
Hele de Cannes’a birkaç 10 km’lik mesafede, dağların tepesinde yükselen St. Paul de Vance… Fransız Rivierası’na tepeden bakan, etrafı surlarla çevrili, içinde hâlâ insanların yaşadıkları, daracık sokaklarını sanat galerisinin ve ünlü ressamlarının eserlerinin doldurduğu, minicik - devasa kasaba… Şairlerin, ressamların her türden sanatçıların uğrak yeri… Rehberimiz, bir yanda surların içindeki kasabaya tırmanırken, bir yandan da ballandıra ballandıra anlatıyor: “Yves Montand ve Simone Signoret bu kilisede evlenip, bir süre burada yaşamışlardı…” Bütün turistler Belediye binası ile yanyana duvarları yükselen kilisenin önünde fotoğraf çektirmek için birbirleriyle yarışıyorlar…
Oradan 30 dakikalık mesafede Grasse… Hani Meryem Uzelli’nin oynadığı “Gece Kraliçesi” dizisinin ilk bölümünün geçtiği mekân… Fransız parfüm markalarına üretim yapan üç büyük fabrika sisteminin bulunduğu minicik şirin bir köy… Her gün binlerce turistin uğrak yeri. Mutlaka birer parfüm alınıp çıkılan irili ufaklı mağazalar…
İnşaat yapılan binaların içerisindeki itici görüntüyü kamufle etmek için kullandıkları boydan boya asılmış brandaları görünce, ‘Pes!’ dedim… Üstü nefis pembe güllerle kaplı, altında kasabanın markasının bulunan, son derece estetik ‘örtüler’…
Sadece kalbinizi değil bütçenizin el verdiği ölçüde yüklü miktarda paranızı da bırakarak ayrılıyorsunuz bu marka yerlerden…
Her yerleşim bölgesinin ayrı amblemi, kendine özgü şarkısı, yemekleri ve mutlaka başka yerde bulunamayacak bir özelliği var… Önemli mi? Evet… Hem de çok…
Bırakın küçük yerleşim bölgelerimizi, yukarıda saydığım örneklerin toplamına tarih ve kültür boyutunda yüz kez fark atan İstanbul’un amblemi, bayrağı ne… Ya da Ankara’nın, İzmir’in… Hangi şapkası, hangi tişörtü resmi amblemi ile satılıyor?…
Ülke markası güçlü değilse, kent markası adam gibi yönetilmiyorsa, o ülkeden marka çıkması, katma değerli ihracat yapılması da zordur. Bu bağlamda zoru başaran bizim ihracatçıları kutlamak lazım. Bu seyahatte TİM’in neden 4 ana akıma önem verilmesinin altını çizdiğini bir kez daha anladım: AR-GE’ye, Markaya, İnovasyona, Tasarıma… Bir de kentlerimizi yönetenler anlasa… Bazıları bu yolda ciddi adımlar atmaya başladılar bile. Diğerlerini de bekliyoruz. Tek yapmaları gereken sorumluluğu başkalarına, genelde de üstlerine atmadan çalışmaya başlamaları…
Bu arada Washington’da 2004 yılında kurulmuş, kâr amacı gütmeyen düşünce ve araştırma kuruluşu PEW’in 2014 yıkında yaptığı bir araştırmayı buraya alalım. Çeşitli ülkelerdeki insanlara sormuşlar: Başarılı olup olmayışımızın sebebi sizin dışınızdaki mi, sizdeki mi faktörlere bağlıdır? Bakın, “Başarım benim dışımdaki faktörlere bağlıdır” diyen ülkelerin başında hangisi var?